Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Girit konulu Makaleler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:
Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:07

Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç
Ayşe Kıran
Giriş: Olanaksız Bir Yer

Bu sunuda Türkçeye “çevreyer” olarak çevrilebilecek “paratopie” kavramından
yola çıkılacaktır. Bilindiği gibi, Yunancadaki “para” öneki “yanında”, “-topik” soneki
de Aristo geleneğinde “bilinen yer“ anlamını taşır. Bu bağlamda paratopik yazar, yer,
uzam ve zaman, bilinen, yerleşik olanın yanında yer alan kişi, yer, uzam ve zaman
olarak tanımlanabilir. Terim kuramsal bir genişlemeyle hem ait olanı hem olmayanı,
hem çevrede hem çevre dışında olanı, ne içerde ne dışarda olanı olduğu kadar bir
yerden bir yere gideni, yerini bulamayanı işaret eder (Maingueneau 2004: 86).
Çevreyer ya da paratopi bir toplumsal gruba ait olmayanı “kimlik”, bir yere ait
olmayanı uzam ve bir âna ait olmayanı da zaman kavramıyla ifade eder. Bu üç özelliğe
bağlı olarak bir dördüncüsü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Dile ilişkin paratopik
konumlar ve yazınsal yaratı.
Michel Foucauld’nun dil ve düşünce alanlarına sunduğu, Türkçede de kullanılan
“arşiv” terimi (Foucauld 1969: 173) gelenek ile unutma arasında kalan yaşam içinde,
yaşam kurallarının düzenli olarak değişimlerini gösteren sözceleri ortaya koyar. Bir
başka deyişle, metinler ve söylenler birbirine karışır (Maingueneau 2004: 71).
Yaratıcı Yazarın Yeri
Kritimu’nun (Giritim Benim) yazarı Sabâ Altınsay, ikinci kuşak bir yaratıcı olarak
hiç yaşamadığı, ama gerçek olduğundan neredeyse emin olduğu bir geçmişi
büyükbabasının anlattıklarından yola çıkarak yeniden kurmaktadır. Doğal olarak
bellek tüm olayları, tüm bilgileri, tüm duyguları anımsamayabilir, karıştırabilir, özel
anları paylaşmak istemeyebilir ya da bellekteki boşlukları doldurabilir, karışıklıkları
düş gücüyle düzeltebilir. Altınsay kendisine anlatılanları olduğu gibi dile getirmemiş,
yazar bilinci ve kurgu yeteneğiyle bir “roman gibi” yazmıştır. Romancı “Sonsöz”ünde
kahramanların gerçek olduğunu, babasının da bu kahramanlardan birinin oğlu
olduğunu belirtmektedir (Altınsay: 305). Bu durumda yazarın geleneksel, alışılmış bir
konumda olmadığı görülmektedir. Birbirinden ayrı düşünülemeyecek bellek ve tarih,
siyaset, tanıklık ve edebiyat yan yana durmaktadırlar. Yazar ise, bu öğelerin hem
içinde hem dışında, hem ortasında hem de yanında yer almaktadır. Hem dedesinin
anıları ile gerçek olarak kabul ettiği bir geçmişte, Girit’te hem de “şimdi”nin
Türkiye’sinde. Bu nedenle arada bir yerde paratopik bir zamanda kurgusunu
oluşturmak zorunda kalmış, Girit’e ve o geçmişe ait ol(a)madan kendisini “şimdi”de
tutmuştur.
Altınsay yazın ve kurgu alanına girdiğinde ise gerçekliğe yakın bir yerde kurgudan
uzaklaşmadan ne orada ne burada durmakta (Maingueneau 2004: 72),
özyaşamöyküsünden yaşamöyküsüne dönmekte, kendi yaratma koşullarını
oluşturmaktadır. (Maingueneau 2004: 75). Öte yandan göç yazını Türkiye’de hem
belgelere, hem geçmişe, hem de uzun yıllar üzerinde az konuşulan bir alana, bir arşive
gönderme yaptığı için, sınırları biraz belirsiz bir alan oluşturarak yaratıcı yazarı da bu
sınırlar arasında bir denge kurmaya zorlamaktadır
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:08

Böyle bir romanı yazmak insan davranışlarını, duygularını, betimleyebilmek,
olayları anlatabilmek için hem o evreni bilmek hem gerçeklikten kopmamak, hem
arada bir yerde durmayı, hatta geri çekilmeyi bilmek gerekir. Bir yazar yapıtının ifade
ettiği durumlardan etkilenerek, bunları kendi estetik anlayışıyla dile getirir. Altınsay
da büyük babası ve büyük annesinin yaşadıklarını anlatmak için yazın dilini seçmiş
bir roman olarak okunmasını amaçlamıştır. Bir yanda kendi yaşamadığı bir gerçek
dünya deneyimi, öte yanda kurgunun ve yaratıcılığın sonsuz olanakları. Yazar, bu
arada bir yerin okuyucusunu ve belki de kendisini aldatmaması için romanına bir
“Sonsöz” eklemiştir. Böylece kendisini olayları sahneleyen konumuna oturtmuş, öznel
olan sözceleme metnini bir roman olarak sahnelemiştir (Maingueneau 2004: 109).
Bunu yaparken yaratıcı yazar olarak metninde kendisinden iz bırakmayarak
“Sonsöz”ünde kendini metninin yanında konumlandırmıştır. (Maingueneau 2004:
109).
Zamanın ve Uzamın Paratopisi
“Coğrafya kaderdir”
Ibn Haldun, Mukaddime
Akdeniz’de çok önemli bir stratejik ada olan Girit önce Roma sonra Bizans
topraklarına katılmış, daha sonra 825-826-960 yılları arasında fetihçi Müslüman
Araplar tarafından yönetilmiştir. Arapların çekilmesiyle ada tekrar Bizans
İmparatorluğuna geçmiş, ancak XII. yüzyıldaki IV. Haçlı seferinden sonra adaya
Venedikliler egemen olmuş, anavatanlarından önemli sayıda insanı buraya
yerleştirmişlerdir. 1669 yılında Girit imtiyazlı olarak Osmanlı İmparatorluğuna
bağlanmıştır. Ancak Osmanlı yönetiminin Girit’e yerleştirdiği Müslüman
Osmanlıların sayısı gibi, Müslüman Osmanlılığı kabul ederlerin de sayısı
bilinmemektedir. 1760 yılı itibariyle nüfusu 260 bin olan Girit’te yaklaşık 200 bin
Müslüman yaşıyor, Ortodoks Hıristiyanların sayısı 60 bini geçmiyordu.
(https://stratejisite.wordpress.com/2016 ... sil-cikti/)
1830’da Yunanistan anakarada bağımsız bir devlet olarak kurulduğu halde Girit
1840’da Londra Anlaşmasıyla Osmanlı yönetimine bırakılmış, 6 Ekim 1867’de
Osmanlı, Girit’e “muhtariyet” tanımıştır.
(https://stratejisite.wordpress.com/2016 ... sil-cikti/). 1878
yılında ise Rumlara yeni haklar tanınmış, 1897’de de Avrupalılar Girit’e tam özerklik
vermişlerdir. Bu arada Yunanlılar adayı Yunan topraklarına katmak istemişlerse de
başarılı olamamışlardır. Ama bir yıl sonra özerk Girit devleti kurulmuş (1898), bunun
üzerine adanın Müslüman halkından on binlercesi (60 bin olduğu tahmin edilmektedir)
Anadolu’nun Ege kıyılarına göç etmiştir. (https://stratejisite.wordpress.com/
2016/03/18/tarih-girit-elimizden-nasil-cikti/). Bu durum 1909 yılına dek sürmüştür.
Bu tarihten itibaren adada Osmanlının varlığı yalnızca Osmanlı bayrağının
dalgalanması ile görülmüştür. Girit hukuksal olarak Osmanlı yönetiminde, fiili olarak
da Yunanistan’ın etki alnındaydı. Balkan savaşları sırasında (1912-1914) ada fiilen
Osmanlı yönetiminden çıkarak Yunanistan tarafından yönetilmiştir. Osmanlı
Devletinin I. Balkan Savaşında Balkan devletlerine mağlup olmasıyla 30 Mayıs
1913’te imzalanan Londra Barış Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti, Girit’i Yunanistan’a
teslim etti (http://giritliler.blogspot.com.tr/2012/ ... arihi.html). Bu
antlaşmadan sonra başlayan Birinci Dünya savaşı ve Türkiye’nin Bağımsızlık savaşı
sırasında Girit büyük bir karışıklık içinde yaşamıştır. 1923 yılında Türkiye ile
Yunanistan arasında yapılan anlaşmayla iki ülkede yaşayanlar zorunlu olarak
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:10

mübadeleye maruz kalmışlardır. Bu tarihsel ve uzamsal bağlamda Kritimu
“geçmişteki bir gerçekliğin”, bir yerin ürünü olarak yazın evreninde yeniden yüzeye
çıkmıştır (Maingueneau 2004: 75). Roman, geçmişteki gerçekliğin 1897 ile 1923 arası
yirmi altı yıllık gerilimli dönemini, iki halk üzerindeki etkisini ve dönüşümlerini
Müslümanların bakış açısından anlatmaktadır.
Görüldüğü gibi ada, Ege’nin Akdeniz’e açıldığı yerde tam bir paratopik uzamda
yer almaktadır. Bu uzam onun tarihsel yazgısını belirlemiştir. Bu nedenle adanın
tarihini coğrafyasından ayırmak olanaklı değil. Uzamsal olarak iki anakara, iki deniz
ve bir denizle bir kara arasında kalan Girit, tam anlamıyla iki arada bir yerdedir. İki
halkın yaşam biçimlerini adanın konumu, iklimi, coğrafyası ve anakaradakilerin siyasi
anlayışları belirlemektedir. Ayrıca, iki halk için de anakara yaşamı pek
bilinmemektedir.
Kritimu, Kuyumcu Mustafa Efendi’nin oğlu İbrahim Yarmakamakis’in bakış
açısıyla Hanya’da başlamaktadır. Son derece güzel, masalsı bir uzam betimlemesi,
“Girit’in çektikleri” (14)1
ifadesiyle olacakları haber verir gibidir. Roman 1897’de
Girit’in özerkliğinin ilân edilmesinden önce BİZ (Türkler (BEN) ile Rumlar (SEN)=
BİZ= SEN∧BEN2
) döneminde huzurludur. Müslümanlara göre “Giritlilerin hepsi aynı
sayılırdı [...] İşleri, âdetleri bile benzerdi. Mübarek ayda tas tas aşure, Paskalya zamanı
sepet sepet yumurta göndermiyorlar mıydı birbirlerine?’ (45) Bu BİZ olma anlayışı
Müslümanların büyük bir bölümünü adaya sıkı sıkıya bağlamaktadır. Örneğin Doktor
Ragıp Bey adaya özerklik verilmesinden sonra bile içselleştirdiği BİZi savunmaktadır:
“Fakat kimin toprağıdır bu, [...] Bizim değil midir? Hıristiyan-Müslüman3 hepimiz
başka başka yerlerden gelip yerleştik4 Girit’e” (100). BİZ dönemindeki bütün
anlaşmazlıklara karşın “Hıristiyan-Müslüman bütün esnaf” (24) Hanya’daki Kanavero
çarşısında birlikte çalışmaktadır: “Hıristiyanlarla Müslümanlar gergin zamanlarda
atışır, çok seyrek dövüşürler, derken topluca birbirlerini ayıplayarak yatışırlardı” (25).
Bu dönemde ada ORTAK bir uzam gibi görülmektedir.
Özerkliğin ilânı ile birlikte, o zamana dek Osmanlı koruması altındaki
Müslümanlar tehdit altındaki güçlerinin tükenmekte olduğunu ayrımsarlar. Paratopik
uzamdaki siyasal ve tarihsel sapma adada yaşayan toplumları bir kez daha
biçimlendirmeye başlar. Her iki toplum da önlerindeki günlerin kendilerine ne
getireceğini bilememektedirler. Bu bilgisizlik ve korumasızlık Müslüman toplumda
kimlik sorununu tetikleyecektir. Artık iki toplum birlikte geleceklerini, hiçbir “yaşam
projesi“ olmadan tartışırlar: Meydandaki kahve “cümle Giritlilerin gelip oturduğu, üç
masa ileride Hıristiyanlar Girit’in Yunanistan’a iltihakını tartışırken, yan masada
Türklerin, Osmanlını fesata son vermek için daha ne beklediğini konuştuğu bir yerdi”
(31). “Kahve” bu paratopik uzamda ikinci ama daha küçük bir paratopik ortamdır.
Zamanın geçirildiği paranın harcandığı, tütünün kullanıldığı yer olarak hem içeri ile
dışarıyı, hem de iki toplumu ayırır ve birleştirir. (Maingueneau 2004: 76). Görüldüğü
gibi, Girit PAYLAŞILAN bir uzama dönüşmüş, KABULLENME olarak
adlandırılabilecek gerilimin ortaya çıktığı bir dönem başlamış, BEN, ÖTEKİne
dönüşmüştür. Artık BİRLİKTE BİZ olarak değil, yan yana yaşamaktadırlar (BEN


1 Altınsay, S. (2011), Kritimu (Giritim Benim), İstanbul, Can yayınları. Bu romandan yapılacak
alıntılar parantez içinde sadece sayfa numarası ile gösterilecektir
2 ∧: Birlikte olma.
3 Yazarın Hıristiyan ve Müslümanları tire (-) işareti ile bağlanması dikkat çekicidir.
4 Tarafımızdan vurgulanmıştır.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:11

(Rum) )(5 ÖTEKİ (Müslüman)). Bu dönem romanda BEN ve SEN (ÖTEKİ) olarak
yaşanan en uzun dönemdir. Bu süreçte siyasi kararlar, savaşlar ve ada içindeki
saldırılarla BEN ve ÖTEKİ birbirlerinden giderek uzaklaşacaklardır. BEN
(Rumlar)....(6ÖTEKİ ya da SEN (Türkler)
O güne dek Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamakta da olsa desteğini hisseden
Müslümanlar sonun başlangıcını görürler: “Girit gitti be oğlum” (24) sözcesiye
Osmanlı İmparatorluğunun gücünü sorgular, ilk kez de zaafını ortaya koyarlar:
“Osmanlı ne diyordu? Neden bu hallere izin veriyordu? Âliydi madem?” (24).
Anadolu Giritli Müslümanlar için bir bilinmezdir: yaşanmamış bir yer, tanık
olunmamış bir zaman için kullanılan –miş çekim ekiyle anlatılır: “Havası suyu
benzermiş; olurmuş olmasına [...] Ben tütün bilmem ama tütün de varmış7
” (33). Bir
bölüm Müslüman bu iki arada bir yerden, yeri belli ama bilinmeyen bir göçe hazırlanır,
diğer bölümü de “toprağını”, “evini barkını”, “havasını, denizini, dağlarını” (33)
bilmediği bir yer için adasını bırakmamaya kararlıdır. Artık pek çoğu için Girit’te
ölmek (35) bile olası değildir. Adada kalanlar gidenlerin yaşadıklarını ya hiç
öğrenmezler ya da bilgi kırıntılarıyla yetinirler. “Göç sadece gideni değil kalanı da
peşinden” (35) sürükler. Göç dalgaları hem Türkler hem Hıristiyanlar içinde kanayan
“ümidi ve ümitsizliği” (42) somutlaştırır Bu ümitsizlik “Ümit” gazetesini çıkaran
Hüseyin Aziz Bey tarafından örtülü olarak dile getirilir: “Bir istikamete doğru hızla
sürükleniyoruz [...] Muhtariyet verildi mi, verildi. Bu demektir ki Osmanlının
hakimiyeti nazarî olarak son buldu” (99). 1897 yılında henüz Girit Yunanistan’a
iltihak etmediği halde, bu saptama “daha zor” (101) günler yaşanacağının habercisidir.
Balkanlarda yayılan milliyetçilik akımlarının Osmanlının hatta Anadolu’nun sonunu
getireceği endişesi duyulmaktadır. Müslüman halkın da bilinçlenmesi, Yunanistan ve
Anadolu’dan gelen çetecilerin, “milleti silaha” (129) “kışkırtması”, siyasetçilerin
durumdan faydalanması ve Müslümanların birer birer pusuya düşürülmesiyle
Müslüman toplumda eksilme başlar. Ancak Müslümanlar hem adaya bağlılıklarından
hem Osmanlıdan ümitlerini kesmediklerinden, yerli Hıristiyanların çoğunun da iyi
niyetiyle birbirlerini, bir bilinmezlik içinde KABULLENME sürecini ve Girit’i
PAYLAŞMAyı sürdürürler. Müslümanlar “muhtariyet, bir iki çatışma derken, epeydir
sakindiler [...] Kim kime düşmandı [...] Her şey birbirine karışmış anlayan anlamaz
olmuştu” (131). Bu bağlamda birbirlerinden biraz uzaklaşmalarına karşın
(Rum)...(Türk)) Rumlar Türkleri, Türkler Rumları karşılıklı saldırı ve tuzaklardan
haberdar ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Girit henüz Yunanistan’a iltihak
etmemiş olmasına karşın adadaki yöneticiler Türkleri ne yönetimde ne mecliste
görmek istememektedirler. Müslümanlar ise büyük bir gayretle hak aramakta,
Osmanlıya bağımlılıklarını dile getirmektedirler. Oysa Bektaşi Dedesi durumu çok iyi
özetler: “ Başıboş kaldık. Ne memur var ne asker [...] sahipsiziz [...] İpler koptu” (164,
165, 166). Romanın derin yapısı ikinci bir ÖTEKİleştirmeyi daha sezdirmektedir.
Adanın Müslüman halkı kendi kimliklerini oluşturan bir üst gücün de (Osmanlının)
kendilerini ÖTEKİleştirmiş olduğunu bilinçsiz olarak kabul etmiş olmaktadırlar. Artık
onlar hem Rumların hem Osmanlının ÖTEKİSİdirler (İkinci ÖTEKİ). Gerek
zorunluktan, gerek korkudan Müslümanlar birleşerek birbirlerini desteklerler ve bir
kez daha Anadolu’ya göç etmeye başlarlar. Romandan anlaşıldığı kadarıyla gene de


5 Yakınlığı gösterir
6
)....( :uzaklaşmayı gösterir
7 Tarafımızdan vurgulanmıştır
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:12

Müslümanların bir bölümü her şeye karşın dilini, coğrafyasını bildikleri adalarından
ayrılmak istemez. Bu paratopik uzam iki topluluğun da değer nesnesi olan
paylaşılamaz adalarıdır.
1913’de Osmanlıların Balkanlardan çekilmesiyle, “Osmanlının Girit’i” (232)
vermesiyle saldırılar, cinayetler, suikastlar çok etkili olmaya başlar (BEN=Rum).....
(SEN= ÖTEKİ=Türk). Ancak Birinci Dünya Savaşı ve Anadolu’da bağımsızlık
savaşının başlamasıyla Türk ve Rum toplumları farklı beklentilerle yeni bir paratopik
zamana girerler. Ama “Anadolu’da çözülmeye başlayan Yunan cephesi neferleri”
(234) Girit’e akın ederek Müslüman halka saldırırlar. Bu durum, Girit Rumları olduğu
kadar Türkleri için de yabancı bir durum olduğu için iki toplum da endişeye kapılır.
Çünkü Girit Anadolu’dan kaçanlarla, asker kaçaklarıyla iyice karışık ve karmaşık bir
paratopik uzama dönüşmüştür. Kendilerini koruyamayan Türkler evlerinden
çıkamamaya, çocuklarını okula gönderememeye ve işlerini eve taşımaya başlayarak
ortada görünmemeye çalışırlar (BEN=Rum).......... (SEN= ÖTEKİ=Türk). Osmanlının
vaz geçtiği, Giritli Müslümanların vaz geçmediği ada artık “Kanın kana karıştığı bu
cehennem, şimdi herkesin mahşeriydi” (236). Böylece iki toplum hem isteyerek hem
istemeyerek bir birlerinden uzaklaşmak zorunda kalır. 1921 Ağustos’unda Giritlilere
benzemeyenlerin işledikleri cinayetlere, hızlanan göçe karşın hâlâ Hıristiyan ve
Müslümanlar ölülerine birlikte ağlayabilmektedirler. Müslüman Giritlilerin sonunu en
iyi bir cenazede, camii avlusunda bir çocuğun söylediği türkü anlatmaktadır. Sanki
tüm Türklerin cenazesi kalkmaktadır.
“Yer bulamam gayri ben, iki âlem arasında8
Yerim yurdum diye bir mezarım kaldı bana
Bir mezarım kaldı bana” (260)
Müslüman Türkler, Yunanistan ile Anadolu, Anadolu ile Girit, ada ile deniz
arasında korumasız, geleceksiz, ne olacakları konusunda bilgisiz ve iradesiz
kalmışlardı. “Mübadele edileceklerdi” (262). Kaderlerini tayin etmekten aciz,
bilinmezlik içinde darmadağındılar: “Korku, acı, ölüm ve kıyametle beraber
yaşıyorlardı” (267).
1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak iki toplum birbirinden kopar: ( BEN=Rum) ∨
9
(SEN= ÖTEKİ=Türk ). “Müslüman dininden Yunan uyruklular” (263) Anadolu’da
nereye gideceklerini bilmemektedirler. “Oraların [...] havasının suyunun yabancılığı”
(267) hepsini eziyordu. Onlar için “toprağından ayrılmanın acısı [...] gitmek ölümdü”
(276). Şimdi bu güvensiz, iki arada bir yerde duran, artık memleketleri olmayan bu
ada her şeye karşın daha bildik bir yerdir. Bu paratopik uzamın ve geçmişin kaybı çok
zor gelse de ölülerinin mezarlarını Rum komşularına emanet ederler.
23 Kasım 1923 sabahı Müslüman dininden Yunan uyruklular paratopik uzamları
olan Girit’i sonsuza dek bilinmeyen bir Türkiye için terk etmek zorunda kalırlar.
Romanın başkahramanı İbrahim Yarmakamakis tüm zorunlu olarak mübadele
edilenlerin duygularını dile getirir: “Girit mi bizim gurbetimiz, Türkiye mi? Bilmem,
ah bilemem” (303).
Giritli Türklerin yaşadığı süreç bir zaman çizgisi üzerinde gösterilebilir.
SEN∧BEN------SEN) (ÖTEKİ-------SEN).......(ÖTEKİ-----SEN).........(ÖTEKİ
(BİRLİKTELİK) (KABULLENME) (KABULLENME)


8 Tarafımızdan vurgulanmıştır.
9 ∨ ayrılma işareti.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:14

1897 öncesi (1897)
---SEN)..........(ÖTEKİ---------SEN ∨ ÖTEKİ
(KABULLENME) (KOPMA)
1923
Paratopi ve Kimlik Sorunu
Bu romanın çözümlenmesinde tüm Müslüman halk İbrahim’in kişiliğinde Özne,
Girit de hem Müslüman hem Rum halkının Nesnesi olarak kabul edilmiştir. JeanClaude Coquet kimlik sorununu öznenin nesnesiyle kurduğu ilişki çerçevesinde
/istek/10, /güç/ ve/ bilgi/ ile donanımlarını dikkate alarak tanımlar. /İstek/+ /güç/ ve
/bilgi/ bu biçimde dizildiğinde her şeye sahip olmak isteyen bir “arzu öznesi”ni işaret
eder. Bu dizi tersine /bilgi/+ /güç/ ve /istek/ biçiminde sıralandığında “bilgi öznesi”ni
gösterir. Bu iki özne türü ÖZDEŞLEME kapsamındadır. Kimliği belirleyen
kavramlardan ilkinin olumsuzluğu diğer tüm kavramları olumsuzlaştırarak
ÖTEKİleşmeyi gösterir. /İstek/+ /güç/ ve /bilgi/nin olumsuz olması özneyi
/hiç/leştirirken, /bilgi/+ /güç/ ve /istek/in olumsuz olması /ayrılık öznesi/ni gösterir.
/İstek/ dışarıdan üstün güç bir güç tarafından benimsendiğinde ve/ya da dayatıldığında
/zorunluk/ haline gelir; bu üstün gücün kimliği özneyi “bağımlı bir özne” durumuna
getirir. (Coquet 1984: 100) Bu açıdan bakıldığında hem Müslümanlar hem Rumlar
anakaradaki güçlere bağımlı bir arzu özneleridir. Rumlar sonunda Yunanistan ile
birleşerek de hem isteklerine kavuşur, hem ÖZDEŞLİKlerini hem de arzu öznesi
konumlarını korurlar. Müslüman halkın da dışarıdaki Osmanlıyı bir koruyucu, bir
hami, bir üstün güç olarak görmesi, bu zorunluğu içselleştirmiş bile olsalar onları çok
uzun bir süre bağımlı kılar. Bu güç kimliklerini öyle oluşturucu bir öğesidir ki sonunda
bu güç ortadan kalktığında /isteksiz/, /güçsüz/ ve /bilgisiz/ bağımsız özneler olarak
hiçleşirler
Zamansal ve uzamsal açıdan paratopik bir çevrede yaşayan Müslüman ve Rumlar
birbirlerine “fazla gelmeden”, bağımlı bilgi ve arzu öznesi kimlikleriyle BİZ olarak
(Türkler (BEN) ile Rumlar (SEN)= BİZ= SEN∧BEN) olarak hayal edilmesi güç bile
olsa 1897’ye dek yaşamışlardır. BİRLEKTELİK (ORTAKLIK) olarak adlandırılan bu
dönemde iki topluluk birbirlerini özne olarak tanımıştır. Ne kendilerini birbirlerinin
insafına bırakmış, ne de birbirlerine üstünlük kurmuşlardı (Landowski 1997: 38).
Kısacası iki topluluk çekinceleriyle, kimliklerini ayıran sınırları kaldırmadan
birbirlerini tanıyarak BİRLİKTE yaşamıştır. Ancak kimliklerinin karışmaması bu
BİRLİKTEliğin koşulu ve amacıdır (Landowski 1997: 39). Roman bu döneme çok az
ve dolaylı olarak değinmektedir.
Girit’e özerkliğin verilmesiyle Müslümanlar anakaradaki Osmanlılar ile birlikte
yaşadıkları Rumlar arasında kalmışlardır. Böylece BİZ ilişkisi BEN ve SEN (ÖTEKİ)
ilişkisine döner. İlk kez kimlik sorunu dile getirilir: “bizler kimiz, onlar kim [...] Giritli
kim?” (102). Bu bilgisizlik Müslümanların kimlik yapısını olumsuz yönde etkileyerek
onları romanın derin yapısında ÖTEKİ çerçevesinde “bağımlı ayrılık öznesi”
konumuna oturtur. Osmanlının gücünün zayıflamasıyla “bilgisizlik” motifinin
romanda sıklıkla yinelendiği görülmektedir.


10 /.../ arasında kalan terimler metin yüzeyine sözcük olarak çıkmayabilen kavramları ifade eder.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:15

Rumca olan dil birliği çok önemlidir. Hüseyin Aziz Bey “Ümit” adlı gazetesini
“bir zaman ısrarla Türkçe basmış, Rumcadan başka dil bilmeyen11
Müslümanları
çileden çıkarmıştı” (36). İbrahim de sevgilisi Cemile’ye aşkını Rumca ifade eder (i
gliki mu: Gizli aşkım benim! Aşkım, ah aşkım (54)). Bu birliğe karşın farklı din, kültür
ve yaşam biçimi alışkanlıklarıyla (habitus) iki toplum birbirlerini KABULLENEREK
(PAYLAŞIM) yan yana yaşamlarını sürdürürler, hatta birbirlerini kollarlar.
Artık Giritli Müslümanlar, “ayrılık öznesi olarak hem kendi devletleri için hem
Rumlar için bir ÖTEKİ olup paratopik bir konumdadırlar. İlk adları Türkçe, soyadları
Rumca; Osmanlıdan geliyor ama Rumca konuşuyorlar. Bu çelişkiler BİRLİKTELİK
döneminde ve adayı PAYLAŞMA, KABULLENME (BEN (Rum) ve ÖTEKİ
(Müslüman)) dönemlerinin başlarında bir sorun değil bir yaşam biçimidir.
Ötekileşme
Sarsılmakta ve savrulmakta olan bir zaman ve uzamda tüm paratopik özelliklerine
karşın İbrahim merkezde düzenini korumaya çalışsa da istemeyerek
ÖTEKİleştirlmekte, “hiç”leşmektedir. “Kim kime düşmandı; kim kimin Azrail’iydi
belli değil12. Her şey birbirine karışmış, anlayan anlamaz olmuştu.” (131). Bu
düşmanlık ortamında Müslümanların tutunacakları tek yer adalarıdır: “Şu koca toprak,
hepsine birden dar geliyordu Allah kahretsin” (132). 1879-1923 arasındaki
KABULLENME döneminde ve Girit’i PAYLAŞMA sürecinde BEN ve ÖTEKİ
gerilimlerle uzaklaşmaya başlamış, ayrışmaya gidilmektedir. (BEN=Rum) ..... (SEN=
ÖTEKİ=Türk). İbrahim komşusu Melyetos ile konuşurken nasıl ÖTEKİleştirildiğini
anlar:
“ ‘Sen istersin böyle gitsin.’
[...]
‘Gitmez. Siz Türk, biz Yunanlı olmuşuz bir kere. [...] Ölürüz de dönmeyiz.
Giritliyiz biz!’
[...]
Bıyıklarını çekiştirirken, ‘sanki biz değiliz,” dedi İbrahim. Melyetos geri çekilip
şöyle bir süzdü İbrahim’i. ‘Değilsiniz!’ diye bağırdı” (144-145). Melyetos
öldürüldüğünde karısının ilk geldiği, teselli edildiği yer ise İbrahim’in evidir.
Girit Yunanistan’a bağlandıktan sonra “bağımlı arzu öznesi” Rumların karşısında
Müslümanlar “ayrılık öznesi” konumlarını bile koruyamayarak “hiç”leşmişlerdir:
“itile kakıla yaşamaya katlanmak, başka ülkenin tebaası olmaya katlanmaktan daha
zordu. [...] saklanarak yaşıyorlardı” (237). BEN ve ÖTEKİ iyice uzaklaşırlar
((BEN=Rum)..............(SEN= ÖTEKİ=Türk)). 1921 yılında “ha bire roller
değiştiğinden” (258) Müslümanlar artık bildik bir dünyada olmadıklarını iyice
anlarlar. Bundan böyle Müslümanlar hiçleşme, ötekileşme pahasına bağımsız özne
konumuna gelirler. Bu iki topluluk farklı eklemlenen yeni bir paratopik yapı oluşturur.
Bundan böyle doğal sınırlardan değil ayırıcı çizgilerden söz edilecektir.
Müslümanlar Rumlar
Bağımlı arzu öznesi Bağımlı ayrılık öznesi bağımsız
hiçleşmiş özne
Bağımlı arzu öznesi
Girit’i yitirmiş Girit’te kalan
Bilgisiz Bilgili


11 Tarafımızdan vurgulanmıştır.
12 Tarafımızdan vurgulanmıştır.
A. K
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:19

Zorunlu mübadele ile iyice zayıflayan ilişki kopmaya dönüşür: (BEN=Rum) ∨
(SEN= ÖTEKİ=Türk). Artık ikinci ÖTEKİ, BEN için bir özne, bir muhatap olmaktan
çıkar. “Yunan topraklarına yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukluların” (263)
mecburi mübadele edilmesine karar verilir. Derin yapıdaki dönüşüm aşağıdaki gibi
gösterilebilir:

Süreç
Durum
Başlangıç durumu Dönüşüm Sonuç durumu
Uzam ORTAKLIK PAYLAŞMA AYRILMA
Zaman BİRLİKTELİK KABULLENME
(Gerilim)
KOPMA
Özneler BİZ = (BEN
(Rum) ∧ (SEN
Müslüman)
BEN (Rum) )
(....ÖTEKİ Müslüman)
BEN (Rum) ∨ ÖTEKİ 1
(Müslüman)
BEN (Osmanlı ∨ ÖTEKİ
2 (Giritli Müslüman)
Öznenin
Kimliği
Bağımlı arzu
öznesi (Rumlar)
Bağımlı arzu
öznesi
(Müslümanlar)
Bağımlı arzu öznesi
(Rumlar)
Bağımlı ayrılık öznesi
(Müslümanlar)
Bağımlı arzu öznesi
(Rumlar)
Bağımsız hiçleşmiş özne
(Müslüman Türkler)
Bağımlı hiçleşmiş özne
(Müslüman Türkler)
Bağımlı ayrılık öznesi
(Müslüman Türkler)

Sondaki KOPMAyla Giritli Müslümanlar eskiden mutlu oldukları, sonra güven
içinde olmadıkları çevrelerinden kendi isteklerine karşın, istemedikleri bir serüvene
zorlanarak, adalarını ayıran denize nereye gittiklerini bilmeden açılırlar. “ ‘Nereye
gideceğiz biz? [...] Nereye [...] Girit’in Hanya’nın önünde uzanan denize bakıyor,
deryada gidecekleri yeri araştırıyordu. O yer, ufkun arkasındaydı; muammaydı. [...]
Türkçe bilmeyişleri, ‘oraların’ havasının, suyunun yabancılığı13 hepsinin omuzlarına
devasa bir yük gibi biniyor, eziyordu.” (266-267) Bu kez de hiçleşmelerine yeni bir
bağımlılık eklenmiştir. Türk ve Yunan devletlerinin dayattığı zorunlu mübadele.
Bilgisizlikten kaynaklanan güçsüzlük, yabancılık ve eziklik onları bir de bağımlı
ayrılık öznesi konumuna oturmaktadır. Bu ikinci ÖTEKİlik onları çaresizleştiriyor,
hatta birbirlerine yabancılaştırıyor, gitmenin, kopmanın acısı “ölüm acısı gibi
üzerlerine çöküyordu” (276). İçselleştirilmemiş bu iki bağımlı kimlik onları iyice
kırılganlaştırmaktadır.
Bağımsız hiçleşmiş özne bağımlı hiçleşmiş özne+bağımlı ayrılık öznesi
Girit’ten ayrılmadan önce İbrahim ve ailesi Hanya’nın en ünlü fotoğrafçısı Rum
Luludakis’e bir fotoğraf çektiriler. Ama tüm aile öylesine mutsuz ve umutsuzdur ki
sonunda fotoğrafçı onları “yaralı köpek yavrularına” (280) benzetir. Köpek yavrusu
olmasalar bile derinden yaralıdırlar. Girit’teki insanlıklarını, kimliklerini ve hatta
ÖTEKİliklerini yitirmişlerdir. “İbrahim’in bildiği her şey yok olmuş, yerini
kimsesizlik almıştı.” (284). Ayrılmakta olanlar BİZ oldukları günleri hasretle anarlar
(Landowski 1997: 32). ÖTEKİ olmak artık onlara hep BİZ ve BEN oldukları günleri
anımsatır “Hrisula ona ilk gelinin hatırlatıyordu. Herkesin mutluluğu kolay ve yanı
başında sandığı yılları. İbrahim’in henüz hiçbir şey kaybetmediği yılları.” (186).
Önce Rumlara göre Müslüman, sonra anakaradakilere göre “muhacir” olarak
ÖTEKİleşmeleriyle konumları bir kez daha değişmektedir. Bildikleri bir ÖTEKİnden


13 Tarafımızdan vurgulanmıştır.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:20

bilmedikleri bir ÖTEKİye geçmektedirler. Girit’in zorunlu olarak ÖTEKİleştirdiği
Anadolu’nun ÖTEKİsi olmaya gitmekte, kimliği belirsizleşmektedir. “Sen ne yer
içersin orada, dilini bile bilmezsin14
. Burada kim olduğun belli, ya orada kimsin?”
(36)
3 Kasım 1923 günü İbrahim kendisini Girit’li yapan kimliğini Girit’te bırakmak
zorunda kalır. Hatta kendinden geçtiği bir anda bu ruhu öldürdüğünü ve Girit’e
bıraktığı duygusuna kapılır. Bu bunalım derin yapıda onun kimliğindeki ayrışmaları
BİZden ÖTEKİne ve sonunda hiçe dönüşümünü, BİZden ve ikinci ÖTEKİden sonsuza
dek kopuşunu anlatır. O gün İbrahim gibi pek çok Giritli Türk kimliğini arada bir yerde
yitirir.
İkinci bir ÖTEKİye dönüşmüş endişeli Türkler Anadolu’da yaşayan ikinci BİZ ile
yeni bir kimlik oluşturmak zorundadırlar. Bu dönüşüm düşüncesi bile onları
yalnızlaştırmakta, dengelerini bozmaktadır. (Landowski 1997: 43-44) Toprağını,
adasını ve kimliğini yitirmiş Müslümanlara yeni bir paratopik özellik eklenmiştir:
yersizlik, yurtsuzluk. Örneğin İbrahim ve ailesi önce yalnız adını duydukları
Küçükkuyu’ya sonra Çanakkale’ye iskan edilirler.
Kritimu’nun yazarı romanının kahramanlarını tam gemilere binmek üzereyken
bırakır. Ortamlarından kendi isteklerine karşın koparılan muhacirler artık yalnız
başınadırlar. Onlara yardım eden, yol gösteren yoktur. Artık yola çıkmış oldukları için
ait oldukları adalarından arkalarına bakarak tüm bağlarını koparırlar (Landowski
1997: 34). Gittikleri yeri bilmedikleri için de bir yaşam projeleri bulunmamakta tek
düşünceleri ayakta kalabilmektir. Zorunlu mübadelenin en çarpıcı yanı yeni bir kimlik
edinme ve içselleştirme aşamasıdır. Bu süreç Girit’li Türkleri korkutmakta hatta tehdit
etmektedir.
Sonuç
Göçün isteğe bağlı olmayan yani dayatılan zorunlu mübadelenin insanları nasıl
dönüştürdüğü, olumlu bir durumdan olumsuz bir duruma getirdiği Kritimu ile açıkça
görülmektedir.
İki anakara, iki devlet arasında paratopik bir uzamda yaşayan insanların mutlu,
huzurlu olduğu ada, paratopiyi yaratan anakara politikalarıyla yeni bir paratopik
çerçeveye oturmaktadır. İki halkın BİRLİKteliği önce KABULLENME, sonra
KOPMAYA gitmektedir. Giritli Rumlar olsun, Müslümanlar olsun her iki taraf da
bağımlı özne konumundadır. Müslümanların bağımlı olduğu Osmanlı giderek güç
yitirip halkını Girit’te koruyamazken Yunanistan bağımsızlığını kazanarak halkını
hem korumuş hem de Girit’te kalmasını sağlamıştır. Toplulukların bağımlı olduğu
taraflar arasındaki bu dengesizlik hem iki taraf hem de Girit’in iki topluluğu arasında
KOPMAya giden gerilimi yaratmıştır. Kritimu’da bu durum Müslümanlar açısından
anlatılmıştır. Rumlar açısından bakıldığında, adanın yüzyıllar sonra Yunanistan’a
geçmesi ve adada Rumca konuşulmasıyla Girit’in siyasal ve tarihsel bir dengeye
oturduğu söylenebilir. Ancak adada yüzyıllarca yaşamış, adayı, komşularını ve yaşam
biçimini sevmiş Türkler için bunu söylemek olanaksız. Romanı sonunda Girit’te
doğmuş Rumca konuşan küçük Fatma “Ben, şimdi Türkçe mi rüya göreceğim anne?”
(303) diye sorar.


14 Tarafımızdan vurgulanmıştır.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar:6934
Kayıt:05 Haz 2019, 22:41
Konum:İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Öznenin Arada Bir Yerde Kayboluşu: Bilinmeyene Göç Ayşe Kıran

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2022, 19:21

Kaynakça
Altınsay, S. (2011), Kritimu (Giritim Benim), İstanbul, Can yayınları.
Coquet, J.-Cl. (1984), Le discours et son sujet I, Paris Klincksieck.
Foucauld, M. (1969), Archéologie du savoir, Paris, Gallimard.
Landowski, E. (1997) Présence de l’autre, Paris, PUF.
Maingueneau, D. (2004), Le discours littéraire, paratopie et scène d’énonciation,
Paris, Armand Colin.
https://stratejisite.wordpress.com/2016 ... sil-cikti/
(http://giritliler.blogspot.com.tr/2012/ ... arihi.html
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir