Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Girit konulu Makaleler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:12

çıktım... İşte 7 yaşından sonra ev yaptırdık, 4 oda yukarıda vardı, 2 de aşağıda vardı. Saray gibiydi, ahşap binaydı ama saray yavrusu… İlkinde, oradan göçmüşler a, işte o ev… Tabi tabii eskiydi. Rum evi. İki katlıydı ama yalnız üstünde vardı 2 odası. Bir salonu vardı. Başka bir şey yoktu. Ahşaptı… Beyaz badana yaparlardı duvarlara… Tuvalet dış tarafa verilirdi, yalnız içerideydi kapısı. İlk zamanlar, küçüklüğümüz zamanlarda çok yoksuldu anacım yoksuldu, yoksuldu Allah, şimdikilere rahatlık versin…. Nasıl olacak, gavurdan ne kaldıysa o, döküntü saçıntı. Betonmuş, bir şey yoktu o zaman, hiçbir şey yok. Sonra işte, ev yapıldı, ondan sonra bir düzene girdi her taraf… Eski ev, biz içindeyken yıkıldı. Bereket ki hiç kimse yoktu içinde. Valla. Yani yeni evin birinci katını yaptıktı. Yemekteydi abimlen babam. Arkadan bir gürültü koptu, ev yıkılmış… Köyde öyle büyük ev yoktu zaten, hep küçüktü evler. İkişer odalı. Niye 3 odalı ev hiç ben hatırlamam yani o eski binalarda. Demek herhalde onların da o kadar mı bütçesi? Öyle yaşamışlar… Sonra sonra herkes yaptı evler… Yıkıp yaptılar. Zaten eskidi, bütün binalar eskiydi. Niye kazanacaklar, neyinlen ev yaptıracak? O zaman İstanbul böyle ilerleyik değildi ki. Onlar da eker diker, onunlan herhalde geçiniymişti.
İki ev karşılaştırılırken, Rum evlerinin eski sahipleriyle ilgili düşünceler de dile gelmiştir. Rum evlerinin verdiği rahatsızlıkta, buranın önceden başkaları tarafından ku- şaklarca mesken edinildiği ve tıpkı kendi büyüklerinin evleri gibi zorla boşaltıldığı bilgisi de sezilir. Butler ve Athanasiou’nun “mevcudiyet” ile “yokluk” arasında gezindiğini söyledikleri “hayalet”i burada da görür gibiyizdir. Hayalet, “[ö]tekinin yokluk halindeki tekinsiz varlığından arta kalan izdir ötekinin mevcut olan yokluğudur… “[H]ayaletten bahsettiğimizde yerinden edilmiş, parçalanmış, kuşatılmış ya da engellenmiş olsun bir tür bedensel mevcudiyetin dönüşünden bahsediyoruz” (2017: 43). Terk edilmiş bu köyde ve yıkık dökük evlerde bir zamanlar canlı bir yaşam sürül- düğü havasını hissettiren bomboşluk, Rumların Kalfaköy’deki2 mevcut yokluğudur. Kalfaköy Mahmutbey olurken, Naiplililer de Mahmutbeyli olurlar. Mahmutbeylilerin mevcudiyeti ile Kalfaköylülerin yokluğu, Naiplililerin oradaki hayaletleri ile Kalfa- köylülerin buradaki hayaletleri birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Özlemin taşıyıcısı ağaçlar ve hayvanlar
Naipli’deki yaşama dair 1. kuşaktan aktarılanlarda öne çıkan temalardan biri de insan- la insan dışı dünya arasındaki yakınlık ve bu yakınlığa duyulan özlemdir. Bahçelere, ağaçlara ve hayvanlara verilen önem, yoğun ve aktarılan bir duygulanımsal bağa işaret eder. Bu yakınlık ve özlem, mübadelenin bellek-sonrasının bir unsuru olarak görüşmecilerin kendi yaşamlarıyla ve duygulanımlarıyla ilgili anlatımlarında tekrarlanır. Ağaç- lara ve hayvanlara duyulan yakınlıkla ortak yaşamın sürdürüldüğü memlekete duyulan özlem arasındaki duygulanımsal ilişki de kuşaklar arasında aktarılmıştır.


2 Köyün mübadele öncesindeki adı Kalfaköy’dür, Naiplili mübadiller geldiklerinde 1917’ye kadar mangasıyla bölgeyi koruyan, Rum çetecilerin öldürdüğü yüzbaşı Mahmut’a atıfla köyün adını Mahmutbey olarak değiştirmişlerdir.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:15

Naipli’deki ve Mahmutbey’deki ortak yaşamı anımsatan bir imge olarak ağaç anlatılarda öne çıkar. Sıkça tekrarlanan anılardan bir tanesi, Gülsüm Ergelen’in Naipli’deki mutlu ve sade olduğu kadar müreffeh yaşamını ona hatırlatan “kızılcık ağacı”dır.
Niyazi Ergelen: Rahmetli annem anlatırdı. Onların bahçesi varmıştı, kızılcık ağacı varmıştı, “Ben kızılcık ağacına çıkmışım, uyumuşum orada” diyordu. İşte özlem duyuyordu.
Nizami Ergelen’in babaannesinin ağacından, kendisinin bahçelerinde sahiplendiği ağaçtan, köyün eski halini özleyişinden ve köyde kalan köpeğinden birlikte söz etmesi ve ağaç ile ait hissedilen coğrafyanın özlenmesi arasında kurduğu apaçık bağlantı dikkat çekicidir:
Nizami Ergelen: Her daim konuşulan bir şeydi bu ama belki de bu çocuklara hissettirilmeyen bir şeydi. Ben üç gün Şarköy’de kaldım, bu bile bana acı geldi ki insanlar tarlasını, ağacını bırakıp gelen insanlardı. Babaannem çok daha fazla bahsediyordu... Bahsettiği, evleri, küçükken çıktığı kızılcık ağacı varmıştı, öz- lemle bahsediyordu ondan, keşke gidip bir kere daha görebilseydim diye. İnsan ağacı özler mi yani? Özleyecek belki çok daha fazla obje vardır ama babaannem de onu özlüyordu...Küçük çocukluğundan bahsediyordu. Geldiğinde 8-9 yaşları civarındaydı. Onun üstünde oynadığından bahsediyordu… Genelde bahçe büyük olduğundan dolayı abimle elmaları paylaşmıştık, kayısıları paylaşmıştık, bu be- nim bu senin. Babaannem de onu derdi, kızılcık ağacım derdi… Ben Halkalı’da yaşıyorum... Mahmutbey’de evimiz var. Ben her gün gidiyorum. Özlüyorum çünkü, çocukluğumun geçtiği yer orası benim. Yarın öbür gün yıkılırsa, ben de büyük olasılıkla babaannemle dedemin yaşadığı özlemi gerçekten yaşayacağım ki ben her gün gidip geldiğim yere, gitmediğim zaman özlüyorum. Yarın öbür gün yıkılırsa, ben de büyük olasılıkla babaannemle dedemin yaşadığı özlemi gerçekten yaşayacağım, ki ben her gün gidip geldiğim yeri gitmediğim zaman özlüyorum… Yeşilliği görüyorsunuz, içinde bir tane ceviz ağacı, bir tane incir, erik ağaçları olan bir yer. Çok fazla yapılacak bir şey yok çünkü boş bir ev. Sadece köpeğim var, onu beslemeye gidiyorum. Onu da neden yapıyorum? Yoksa unutulup gidecek o da…
Mübadillerin ağaçlarının ve hayvanlarının canlarını kendi canları gibi koruma eğilimiyle ilgili anılardan biri “pırlar sorunu” üzerinedir. Esat Halil Ergelen’in Mahmut bey’deki 1. kuşaklarla sohbetlerinde sıkça anlatılan bu anıya göre, Naipli’ye mübadeleyle Samsun’dan gelen Rumlar ile mübadele edilmeyi bekleyen Naiplililer bir süre birlikte yaşamak durumunda kalırlar. Yemeklerini ve gerektikçe evlerinin bazı bölüm- lerini Rumlarla paylaşırlar. Sorun yaşadıkları tek konu pırlar ağaçlarına zarar verilme- sidir:
Esat Halil Ergelen: O yaz kış yeşildir böyle. Çalı da diyebiliriz. Çok büyük ağaç haline gelmiyor. Çok iyi kalori verir, ısısı yüksektir. Rumlar bunu ısınmak için

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:18

kesmeye başlamışlar. Bizim Türkler demiş ki “Ya biz bunları keçilere veriyoruz çünkü yaz kış yeşil olduğu için hayvanlar onlarda otluyor”. “Zaten”, demişler, “biz birkaç aya gideceğiz, siz kestikçe biz çok üzülüyoruz, o pırlarları kesmeyin” diye. Öyle aralarında bir pırlar sorunu olmuş.
1. Kuşak anlatıları arasında dikkat çekenlerden bir diğeri, Halil Ergelen’in mübadeleye dair tekrar tekrar anlattığı tek anı olan “kara gözlü kuzu”sunu kurtarma hikayesidir. Hikayede yansıtılan hayvanlara duyulan yoğun sevgi ve bağlılık bir yandan çocukluk hisleriyle ilgili olsa da, insanın insan-dışı dünyayla ilişkisine dair de bir mesaj taşır. Hayvanların taşınması yalnızca mülkiyetin taşınması değil, aynı zamanda bir coğraf- yaya aidiyetin de taşınması gibidir; hayvanlarını korumak ve yakınında tutmak, geçmişle olan bağları muhafaza etmek kadar önemlidir:
Nizami Ergelen: Yolculukla ilgili dedem şeyi söylerdi, kara gözlü bir kuzusu olduğunu bahsederdi geride. Onu vermemişler ve orada bir kavga çıktığından bahsederdi. Cafer amca diye bir amcamız vardı, onun Yunanlılara karşı çıktığından bahsederdi. Sonra kara gözlü kuzuyu almışlar ama… Dedemin kuzusu, dedem bırakmıyor, Yunanlılar hayır diyorlar, bizde kalacak… Gemiye binerken... Gemiyle kaç günde geldiler, fırtınaya mı yakalandılar, güzel mi geçti, kötü mü geçti, ondan bahsetmezdi. Sadece kuzudan bahsederdi. O da çok küçük geliyor çünkü, 7-8 yaşlarında geliyor.
Niyazi Ergelen: Bu konularda hiç konuşmazdık babamla… Yalnız işte, gelecekleri zaman bir tane kuzusu varmış babamın, bir tane çocuk almak istemiş bunun kuzusunu. Babam da vermemiş. Babama bir tane tokat atmış çocuk. Onun büyüğü amcam çocuğa bir tane tokat vuruyor… Naipli’deyken. Üç, dört gün gemide saklamışlar sonra amcamı, bir tane fıçının içine saklamışlar, üstünü de örtmüşler. Herhalde hükümet güçlerinden, şundan bundan veya o çocuğun ailesinden. Gemi hareket ediyor, sonra çıkıyor dışarı.
İnsan ile insan dışı arasındaki yakınlık, Ergelen ailesinin kuşakları arasında tarım ve hayvancılık işlerinin öğretilmesi sırasında da aktarılmıştır. Esat Halil, babaannesiyle tarlada geçirdiği uzun saatlerde ondan öğrendiği “kadim bilgiler”den söz eder:
Esat Halil Ergelen: Yine ben 7-8 yaşındayım. Bizim hayvanlarımız var. 15 tane falan ineğimiz var. Babaannemle falan alıyorduk bunları… Beraber hayvanları otlatmaya giderdik. Düşün o öğlen başlıyorsa akşama kadar, 6 saat artık gündemi o belirliyor zaten. Ne konuşulursa. Yani ama onun daha ziyade anlattıkları… Ben arkadaşlarıma da söylüyorum, hayat dersi nasıl oluyor. Bir gün yine böyle şeydeyiz, arazi. Toz toprak dönmeye başladı. Hadi oğlum, dedi, çevir dedi eve gidelim. Dedim daha yeni geldik işte şudur budur. Yok yok dedi, bu hava yağmur yapacak dedi. Bak dedi yerden karıştırıyor dedi… Şimdi bu kadim bilgiler kıymetli… buna bir bilgi vereyim diye vermiyor. O laf lafı açıyor… Işte incir yaprağı

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:20

kaz ayağı haline geldiğinde bamya ekilir diyor… Yani hayata ilişkin şeyi onlardan öğreniyorsun. Çünkü onlar gerçek anlamda üreticiydi…
İnsanın insan olmayanla arasındaki bu bağ, mülk sahibi-mülkiyet ikiliğinin ötesine, ortak yaşamı kurucu anlamıyla mülksüzleşmeye ve “birbiri için mevcut olma”ya denk düşer. Mübadele göçünde olduğu gibi, mesken edinilen Mahmutbey’de de insanlar, hayvanlar, bitkiler birbirlerini kurtarırlar ve birlikte ortak bir yaşama yerleşirler. İnsanlar hayvanlara sahipken, hayvanlar ve bitkiler de kendi canlılıklarında insanların ha- yatta kalma imkânını taşımaları bakımından insanlara sahiptirler. Bu karşılıklı mülksüzleşme, insanların mülkiyet sahipliğinden önce gelir zira doğrudan yaşamsaldır, ekonomik eşitsizliklerin öncesindeki bir ölüm kalım mücadelesine işaret eder.

Erkeklerin mülkiyeti, kadınların ev ekonomisi

Yukarıda da değinildiği gibi, mübadeleyle gelen mülksüzleşmedeki cinsiyete dayalı dengesizlik dikkat çekicidir. Mübadele sonrası iskan yerinin seçimi ve mal dağılımın- da memurlarla doğrudan görüşmeleri yapan ve köy adına kararları alanların köyün erkekleri olduğu anlatılır. Bununla birlikte, birçok ailede savaşlar sonrasında erkek bulunmaması nedeniyle 1. kuşak kadınların bir kısmı babalarından kalan mülklerin sahibi olmuşlardır:
Esat Halil Ergelen: Kadınlar da aile reisliği pozisyonunda olduğundan, kocaları olmadığından bu hayatı erkekler gibi yaşadı... Toplumda ciddi rol oynadılar. Mübadele onu birey yaptı. Hem kocasından, hem anasından, hem babasından tasfiye talepnamesi düzenlendi, tüm malları ona verildi ve o burada birey oldu… Bir ailenin yanına sığındığında bile şundan emin ol, birey olarak var olabildi. Çok kadınla erkek arasında fark yok. Erkekler ne yaptı? Biraz okur yazar olanları bu işte rol oynadı. Yerel komisyonlara girdiler. Mahmutbey’i gelip görmüşler. Erkeklerin anılarında yer seçimi tartışmaları geçer.
Ergelen ailesinde mülklerin idaresiyle ilgili eşler arasında geçen tartışmalar, tutumlu olmak, “ekonomi yapmak” görevinin kadınların üzerinde olduğuna işaret eder. Kadınlar maddi kararlarında ailenin temel ihtiyaçlarını öne koyarken, erkekler kendileri için, kendi duygulanımsal yönelimleriyle para harcayabilmektedirler. Gülsüm Ergelen hanenin mali ve idari müdürü rolünü üstlenmiş, bu nedenle zaman zaman kurmay ve patron lakaplarıyla da anılmıştır:
Esat Halil Ergelen: Babaannemi 2000 yılında kaybettik, 1999’a kadar bana so- rarsan evin sorumluluğu ondaydı yani babam hala… laylaylom moduydaydı yani. Ama buna rağmen, bu kadar hakim olmasına rağmen, bu kadar güç olmasına rağ- men babam ve dedem daha sosyal, daha kendilerine ait hayatları varken annem ve babaannem böyle bir şeyde değildi… Kömür alınacak, bunu babaannem düşünürdü. Kömürcüye söylerdi, getir bunu hallet bilmem ne… Ama mesela bize karşı

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:23

son derece eli açıktı. Ama inanılmaz malı değerliydi… Ama şey, dedem falan eli açıktı. Biraz bunu şeye bağlıyorum. O kadar çok hayatında sevdiklerini kaybetmiş ki. Kardeşlerini, şunları bunları, çok malın da o kadar önemli olmadığının farkındaydı… dünya adamıydı, hayatını yaşıyordu.
Eski Rum evlerini elde tutma veya tutmama meselesi de eşler arasında tartışma yaratmıştır. Fatma Ergelen’in anne babası, Ayşe ile Halil iyice eskimiş olan Rum evinde kalıp kalmamakla ilgili tartışırlarken, Ayşe bir duvarı çökmüş olmasına karşın orada yaşamayı sürdürmeyi, babası ise taşınmayı istemektedir. Gülsüm Ergelen de Halil Ergelen’in artık içinde yaşamadıkları Rum evini bir akrabasına bağışlama fikrine itiraz eder. Halil “ölüm evi” olarak adlandırdığı bu yapıyla birlikte kötü anılarından da kurtulmak isterken Gülsüm ise ev ekonomisi açısından bu kararı sorumsuzca bulmaktadır.
3. Kuşağın anlatılarında eli açıklık, hayatı maddi birikim hırsına kapılmadan keyfince yaşamak sürekli bir tutumluluk haline karşı olumlansa da, bireyselliği pekiştiren harcamaları mümkün kılanın da aslında hanenin birikiminin korunmasındaki titizlik olduğu söylenebilir. Bu anlamda ev ekonomisinin cinsiyetli şemasında dişil konumda- ki tasarruf, erkek bireylerin mülkiyeti bireyselleştirme eğilimlerine karşı kolektif gereklilikleri hatırlatarak yoksunlaştırıcı mülksüzleşmeleri önleyen bir denge unsurudur.

Köle gibi çalışmak

Çok çalışmak, hem 1. kuşaktan aktarılanlar hem de 2. kuşağın kendi anılarında merkezde duran, mülksüzleşmenin bellek-sonrasının bir diğer ögesidir. İnsanlıktan çıkaran, köleleştiren, hayvanlaştıran çalışma koşulları, kaybedilmiş refahın geri alınması- nın, yoksullaşmanın giderilmesinin tek yolu gibi görülür. Bu bakış, klasik liberal mülkiyet anlayışının “var olma” ile “sahip olma”yı eşleştirdiği düzlemde konumlanmıştır. Diğer yandan “çok çalıştık” vurgusu, mübadiller olarak çektikleri acıların, zorlukların ve toplumdan “yabancı”, “yarı-gavur” muamelesi görmenin yarattığı incinmeyle birlikte son derece hak edilmiş hissedilen bir tanınma talebi olarak da okunabilir: “Biz mübadiliz!”
Fatma Ergelen: Çalışırsan bulurdun anacım, çalışmazsan bir şey yoktu… Ah öküz gibi, hayvan gibi çalıştık vallahi.
Niyazi Ergelen: Biz ekonomik olarak hiçbir zorluk çekmedik. Çünkü çalışmışlar. Köle İzaura gibi çalıştık. Çalışan her şeyi buluyor.
Fatma Ergelen kendisinin ve annesinin (zorunlu) çalışkanlık ve tükenmişliğini iç içe anlatır. Bu zorunluluğu paylaşmasında vurguladığı “ancak çalışırsan yemek bulabileceğin”, “ağır da olsa çalışmaktan insana zarar gelmeyeceği” fikirlerini 1. Kuşağın çalışkanlıkla refahı eşleştiren anlatısından devraldığı gibi, annesinin bedenlenmiş pratiklerini gözlemlemesi de çok çalışma zorunluluğunun bellek-sonrasına yerleşmesinde etkili olmuştur denebilir:
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:25

Fatma Ergelen: 7 yaşında, rahmetli babacığım, annemler tarlada tarla işi yapar, hiç unutmam bir et getirdi, koydu... “Evladım, bu tencerenin altını hiç söndürmeden yak” dedi. Ben de verdim ateşi harlı harlı, kömür kömür oldu tencere. 7 yaşında çocuk neyi bilecek?... Bir evde bir kadın yemek mi yapsın, hayvana mı baksın, tarla işi mi yapsın? … Evlendiğimiz sabah, kaynatamla kaynanam bam- ya toplamaya gittiler pazartesi günü. Onlar gelecek. Bizde gelinin işi bitmez. O sabah kalktım, taze fasulye yaptım, domatesli bir pilav yaptım… Ama küçükten alışıktım, ufacıktan… Ev yeni ya, o zaman bu boyalar yoktu… tavanı silerdim be, vallahi delilik alametiymiş. Şimdi düşünürüm de niye yapardım o canım eziyeti ben?… Fundayı yumuşak yerinden kırardım, çerçeveler sarı dursun diye onlarla fırçalardım… Evde çok ezildim, biraz değil... Yoğurdundan çorbasından, pilavın- dan sebzesinden paşanın önüne yemek çıkarırdım işte. 11 yaşında çocuk şimdi salıncaklarda. Amcana gülerim, “Şuna baksana, ben bunlarken kimbilir nereler- de uğraşırdım?” derim... Bayıra ben 19-20 yaşından sonra çıktım… Annem çok çalışırdı, babaanneciğim, onlar çok çalışırdı. Anlatamam sana, sanki böyle köle İzaura gibi çalışırdı, biraz değil. Yorulmaz mıydı bu kadın? Yorulmazdı herhalde… Çalışmasınla, çarpışmasınla hiç bizi bir şeyden mahrum etmediler… O da bir evde bir çocuğa gitmiş. Her yük onun üstündemişti. Hiç durak yoktu anacım, bir gece uyurdu işte, başka yok… Hep çalışmak... Anneyi kim görecek be? Anne eve girmez ki, hep tarladaydı… Çok hastalıklar geçirdi ama çalışmayı da bırakmadı… Biz de zahmet çektik ama onlar kadar değil yavrum.

Değişen “yerlilik”, Mahmutbey’den “göçmek” ve bir aradalık direnci

Mahmutbey’deki yaşamın dönüşümüyle ilgili anlatılarda, dönüşümden önceki zamanlarda köydeki bir aradalık; insanlara yakın, mekana aşina olmak, çat kapı birbirinin evine girip çıkabilmek, herkesin selamlaşıp hal hatır sorması, imece usulü çalışarak yardımlaşmak öne çıkar.
Düğün ve cenazeler bu bir aradalığın berraklaştığı anlardır. 2. kuşakların köyde yapılan ve üç güne yayılan köy düğünleri bayram havasında geçer, tüm köylüler bu atmosfere katılır. Yöresel yemekler hazırlanır, gelin ve damat yöresel usullerle giydirilip hazırlanır. Yöresel müzikler çalan ekipler köye getirilir, yöresel danslar belirli bir sı- rayla oynanır ve gençlere, çocuklara dans figürleri bu sırada öğretilir. Anlatılarda 3. kuşakların evlilikleri sırasında köyde düğün yapmanın olanağının artık kalmadığı ve düğün salonlarına geçildiği dile getirilir. Köy düğünlerinin kendiliğindenliği bitince, geleneksel dansları çocuklara öğretmek de zorlaşmıştır:
Esat Halil Ergelen: Mesela bizim gençlerin tamamı [halk oyunlarını] biliyor, [kızı] Ezgi bile biliyor. Öğrettim yani, gel dedim buraya, baba kız bir Zigoş oynayalım. Açtık teybi, şöyle yapıcan, böyle yapıcan ve öğrettim… Bir de gençler şöyle bir şey yapıyor. İşte o davul zurnanın buraya gelmesi 1000 lira gibi bir şey.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:28

O 1000 lirayı topluyorlar kendi aralarında. Alıyorlar... piknik bölgeleri var İstanbul’un yakın çevresinde, oraya gidip bütün gün eğleniyorlar. Yani gençlik bunu yaşatmak için bir gayret gösteriyor.
Nizami Ergelen: Ama bu biraz da şey olmalı belki de, “kültürü yaşatalım” olması lazım. Yani bir folklör ekibi kurulmuş olsaydı, seven oynardı, sevmeyen oynamazdı. Ama bu senin kültürün, bunu bilmen gerekiyordu bence… Karakucak yapıyorsunuz mesela, onun bir dönmesi vardı. Onu yaşamak vardı. Bunu sen de bilmiyorsun ki çocuğuna nasıl aktarabilesin? Bunu bilenler, evet bizim halk oyunumuz budur, bu bizim kültürümüzdür, biz bunu bir terbiye içine alalım, gelecek nesillere aktaralım demesi lazım.
Köyde mübadil nüfusunun azalması, 2. kuşakların çoğunlukla okumak için ya da evlenerek köyden şehir merkezine taşınmalarıyla başlar. 1. kuşaklar çocuklarına köyde kalıp birlikte aynı evde yaşamayı sürdürmeleri için ısrar ederler. Fatma Ergelen çocuklarını evlendirip göndermenin, özellikle son giden küçük oğlu Nizami’nin yokluğunun zorluğundan söz eder. Birgül Ergelen de taşınmayı kabul ettirebilmek için anne babasının kendisini bir yıl köyde babaanne ve dedesiyle bırakmak zorunda kaldıklarını anlatır:
Birgül Ergelen: Bizim taşınmamız biraz zor oldu. Dedem hiç istemedi bizim ora- ya taşınmamızı. Hatta daha önce babam başka bir yerden ev almış, onu kabul etmemiş, Etiler tarafında bir yerdeymişti. O kadar uzağa gönderemem falan demiş. Babam işte orasını satıyor, Bakırköy’deki evi alıyor. Onda bile kavga kıyametle gidildi. Sonra dediler ki, ‘Birgül’ü en azından bir süre bırakın, öyle taşınabilir-
siniz.’ Sonra ben kaldım orada.
Ergelen ailesinin anlatılarında, Mahmutbey’deki mübadil nüfusunun erimesinde böl- genin dönüşümünün de büyük etkisi olduğu görülür. Mahmutbey Bakırköy’den koparılıp Bağcılar’a bağlanarak nahiye statüsünden mahalle statüsüne düşmesiyle şehirden kopmuştur. Mübadillerin Naipli’den miras getirdikleri geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılık devlet politikalarına bağlı olarak birer birer ellerinden gitmiş, sahip oldukları malların bir kısmını satarak harcamak zorunda kalmış ve ekonomik olarak gerilemişlerdir. Önemli dönüm noktalarından birisi 1970’lerden itibaren çevre mahallelerin iç göç alması, demografik yapının değişmesidir. Çevrenin nüfusu hızla artmış, kaçak evlere daha sonra tapu verilmesiyle yeni gelen göçmenler hızla mülk sahibi olurken, mübadil nüfusu dar bir alana sıkışmış ve toplam nüfusa oranı giderek küçülmüştür. Mübadiller politik eğilimleri açısından da azınlıkta kalmıştır.
İç göçle gelenlerle yaşanan karşılaşmalar Ergelen ailesi için yaralayıcı olmuş, iz bırakmıştır. Yeni göçmenlerin Mahmutbey’deki göçmenlere karşı kullandıkları tepeden ve suçlayıcı dilden ve mübadillerin tarlalarındaki ekinlerini ve bahçelerindeki sebze meyveleri çalmaya gelenlerin yakalandıklarında verdikleri cevapların pervasız- lığından kırgın ve sitemkar bir şekilde bahsedilir.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:31

Esat Halil Ergelen: Mesela ektiğimiz bir şeye girip toplamaya başlıyordu, “Hop napıyorsun?” falan dendiğinde, “Ya ne var, Müslümanın malı ortak değil mi? Zaten bu yerleri size Atatürk verdi” gibi söylemlerle karşılaştığımızda, babaannem, “A öyle Atatürk bize bedava bir şey vermedi, biz malımıza karşı mal aldık, biz mübadiliz”, hani “başka şeyle karşılaştırmayın” diye uyardığını çok gördüm… aradan 50 yıldan fazla geçmiş, hala göçmen vurgusu yapılıyordu, o dışlayıcı bir dil olarak kullanılıyordu. Kimler tarafından? Gelen göçmenler tarafından.
Fatma Ergelen: Şimdiye [Mahmutbey’de] kalsaydık zaten yavrucuğum bir şey bırakmazlardı… Sene sormadan koparıp giderlerdi. Kapının önünden kurtarama- dık be, kapının önündeki bahçeden… Sen o zaman mısır ekeceksin de gidip mısır kıracaksın. Allah muhafaza, bir şey bırakmazlardı. Ama o zamanlar hiç kimse kimsenin… yan gözle bile bakmaz. Kendi bildiğimiz tanıdığımız. Ama yabancılar çok şey... Herkesin malını kendi gibi yiyiler. Bir şey desen “Atatürk’ün buraları” deyiler. “Atatürk verdi size burasını” deyiler. Benim malım diyemezsin…
Nizami Ergelen: Herkes şunu görüyor: “dışarıdan gelen”. Bunda ayrım yapmıyorum, tüm etrafımıza gelenler. ‘Ya bu toprakları size Atatürk verdi’. Verdi de arkadaş ne kadarını verdi ki? Aile başına belli bir yer verdi. İnsanlar cevizini, üzümünü, elmasını, yumurtasını satarak toprak alan insanlar. Toprağı gelip löp diye, ben burasını çevirdim devlet arazisini diyen insanlar değil, satarak belli toprakları alan insanlar. Ama şu anda dışarıdan gelen insanlar öyle demiyorlar, ‘Burayı size Atatürk verdi’...
Nizami Ergelen’e göre mübadiller, “memleketlerini bırakıp, vatanlarına dönmüşlerdir”. 1. Kuşak Naipli’deki arazilerin karşılığında devletten aldıkları arazileri diğer mallarından ayırır, onlara “memleket malı” der. Bu adlandırmayla adeta “memleket” sağ salim Mahmutbey’deki tarlalara taşınıp yerleştirilmiş, orada yakınlarında ve güvende tutulmaktadır. “Memleket malı”nın hak edilmeden, “bedavaya” alındığına dair ithamlar mübadelenin acı anılarını kuşaklar aşırı biçimde geri çağırır.
Yeni gelen göçmenler kendi “yerli”liklerini ve işgal ederek yerleştikleri arazilerde kalma haklarını vurgulamak için, üç kuşaktır orada yaşayan mübadilleri yabancı, mevcudiyetlerini ve mallarını gayrimeşru kılan bir söylemi benimsemişlerdir. Bu, ironik olduğu kadar sarsıcıdır çünkü mübadeleden sonra 1. kuşağa iskan edildikleri yerlerde, aslında çoğu zaman kendileri de bir zaman önce başka yerden oraya göçmüş olan “yerliler”in söyledikleri incitici sözlerin bir tekrarıdır. Horgörülmenin belleği 1. Ku- şaktan 3. kuşağa “bu yaralayıcı karşılaşmalar sırasında göçmenlere verilen sözlü ve bedenlenmiş cevaplara” tanıklık etmeyle aktarılmıştır.
Mahmutbey’de “yerliliğin” el değiştirmesi, mübadillerin içerde azınlıklaşması mülksüzleştirilmenin yeni bir dalgasıdır. Mübadillerin gelir düzeyleri düşerken aksine iç göçle gelenlerin ilk yıllarda çektikleri büyük yoksulluğun aşıldığı, işgal edilen arsalara imar, kaçak yapılarına tapu verilmesiyle varlıklandıkları anlatılır. Yeni göçmenlerin

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:32

bölgedeki nüfusu hızla yükselir, hemşehri örgütlenmeleriyle politik güçleri de artarken mübadiller Mahmutbey’in merkezine sıkışır ve Esat Halil Ergelen’in deyimiyle “yalnız kurtlar”a dönüşürler. Eski evlerin ve dokunun kısmen hayatta kaldığı köy merkezi SİT alanı ilan edilerek korunsa da, tanışıklığın, imece usulü yaşamın ve kültürel adetlerin getirdiği güvendelik hissinin giderek yitirilmesi başka sebeplere eklenmiş, mübadil nüfusunun büyük bir kısmı artık köyü terk etmiştir.
Ergelenlerin Mahmutbey’den taşınmakla ilgili anlatılarındaki hüzün, 1. kuşağın mübadele hüznünü çağrıştırır. Mekana duyulan aidiyet kadar, mekanın artık eskisi gibi olmaması, görülenle hatırlananın birbirinden kopukluğu da vurgulanır. Mübadillerin ortak yaşamı artık ancak “anılarla yaşanır”:
Nizami Ergelen: Evimiz hala duruyor, 2 katlı. Anılarla yaşıyoruz. Ev boş ama biz devamlı oradayız. Kendi köyümüz. 1972’den 2018’e ve hala evimizi bırakmadık, devamlı gidip geliyoruz. Orada küçük bir yaşam alanımız var, bir odayı kendimize ayırdık. Boş ama devamlı oradayız... Bahçeli bir ev, … bizde elma ağacı vardı, incir, ceviz. Çocukluğumuzun geçtiği yerdi. Çok güzel, yeşillik bir yerdi…. Benim doğum büyüdüğüm yer, gençliğimin geçtiği yer, evlenip ayrıldığım yer. Köyüm yani sonuçta. Benim için her şeyi ifade ediyor. Arkadaşlıklar, ilkokul yılları, ortaokul yılları, Mahmutbey’in ben binaların içinde kalmış bir yer ama artık büyük büyük binaların olmasını istemediğim bir yer. O dokuyu korumasını istiyorum. Bizim bir çarşımız var, küçük küçük evler var. Daha öncesinde Rumlardan kalan evler vardı, artık onlardan bir tane, iki tane say. Rahatça bir kahvenin önünde oturup sohbet edebileceğiniz bir yer. Kendinizi daha emniyette hissettiğiniz bir yer diyebilirim size. Suç olmayan bir yer. Kapkaççısı, bonzaicisi, hapçısının olmadığı bir yer. Böyle olunca, aman bozulmasın bu yer diyorsunuz. Çünkü çıktığınızda görüyorsunuz… Çok fazla yapılacak bir şey yok çünkü boş bir ev… Ulaşımı zor. Rahatça nefes alabileceğiniz, artık öyle bir yer değil. Köy dediğimiz zaman aklıma gelen objelerden birisi müstakil ev, artık o da şans yok. Her taraf büyük binalar olmaya başladı.
Niyazi Ergelen ile Fatma Ergelen’in yaşlılıklarında Mahmutbey’den taşınmaları da zor olmuştur. Niyazi Ergelen arkadaşları kalmadığı için köye dönmek istemezken, Fatma Ergelen’in dönme istediği de oradaki akrabalarına yakın olmaktır. İkisi de yalnızlık hissinin zorluğunu ve geçmişte kalan ortak yaşama, yakın temasa ve aşinalığa duydukları özlemi dile getirirler:
Niyazi Ergelen: Taşınanlar oldu tabii.. Ekonomik olarak biraz güçlenenler, hepsi gitti. Şimdi Mahmutbey’de çok az insan var. Herkes yazlıkta, yazlık aldı, yazlığa gittiler. Esat’ın kardeşi bile Şarköy’den yazlık aldı, yazlıkta… Kış olunca bazıları geliyor… Bana kalış ben dönmek istemiyorum ama Fatma teyzen gidelim, kimimiz var burada diyor. Bir şey olsa benim bütün akrabalarım orada diyor… Sevmiyorum artık Mahmutbey’i. Kafa dengi arkadaşlarım hepsi taşındılar, başka yerlere gittiler.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:34

Fatma Ergelen: [eskiden] Akraba zaten hep bir yerdedir o zaman anacım, herkes bir yerdedir. O zamanlar çok mutluluk vardı. Şimdi kimse kimseye haber vermeden gitmez. O zaman vurdun kapıyı, girerdin içeri. Öyle bir tatlı zamandı o zamanlar… Şu kapıyı çalıp da gelen yoktur... [Köyde] Özleyeceğin şey yok, kal- madı ki artık. Kapı komşun, hısım akraba kimisi öldü kimisi yaşlandı benim gibi. Evinden çıkan yok. Amcan desen istemez bizim köyü… Yaşlılarımızın olduğu zamanı özlerim, başka hiçbir özentim yok. Ama yaşlılarım varken çok mutluyduk… Komşuluğu özleriz, her şeyden önce komşuluk da yok şimdi. Önce yaşlılara bakan dayılar sağken, daha gidiş geliş olurdu, çıkar bahçede otururduk. Şimdi herkes bir tarafta, kimse kimseyi görmez. Köyde de olsak aynı şey... Şimdi bir kervanın içine gittim, kaynana vardı, kaynata vardı, amca vardı, çoluğum çocuğum... vardı. Bana yalnızlık çok zor geldi, alışığım. Hani ne derler, omuz dövüldüğü yere gider, o he- sap. Yakışmadı bene. Keşke yanımda olsalardı, yanımda dursalardı. Şimdi rahatız, Allaha bin şükür ama yalnızız gene de, yalnızlık çok zor. Hır gür yaşamak başka. Bir ayak ayrı yere gitmez, insan insan ister… Rahatlık be yavrum ama o günleri gene de ararsın. O günler güzel günlerdi. Yaşlılar vardı, evlatlar yanımızdaydı.
Toplumsal ilişkilerin coğrafi zeminini kaybeden Mahmutbeyli mübadiller, İstanbul’un aynı semtinde ev tutarak, aynı yerden yazlık alarak; düğünlerde, cenazelerde, Mahmutbey Selanikliler Derneği’nin düzenlediği bayram kutlamalarında bir aradalık direncini sergilemektedirler:
Esat Halil Ergelen: Yaşlandıkça insan hep böyle bir özlem duyuyor ama hakikat Mahmutbey’de de kimse kalmadı. Şimdi öbür kardeşim de orada oturuyor [site adı], sana şunu söyleyeyim, Mahmutbeylilerin yarısı [site adı] yaşıyor… Modalar var... Mesela bir dönem Tekirdağ Değirmenaltı, bir kişi oradan bir yazlık aldı, hop hepsi oraya aktı. O 80’lerde. Sonra 90’larda Erikli tarafı yine öyle, küçük Mah- mutbey diyorum ben o lokasyonlara. Şimdi Şarköy öyle.

Sonsöz

Ergelen ailesinin 2. ve 3. kuşak üyeleriyle yapılan görüşmelerden aktarılan anlatılarda, mübadelenin bellek-sonrasının göç ve mülksüzleşmeyle ilişkili boyutları gösterilmeye çalışılmıştır. Hoffmann hayatta kalanlarla çocuklarının yani 1. ve 2. kuşağın bellekleri arasında hikayelerin, ortak yaşam sürmenin, bedenlenmiş pratiklere, nesnelerle kuru- lar ilişkilere ve kişilerarası ilişkilere tanıklık etmenin getirdiği yaşayan bağlantıdan söz eder. Ergelen ailesinde 1. kuşakla 3. kuşak arasında bu bağlantıyı aynı canlılıkla görebiliyor oluşumuz çarpıcıdır. Esat Halil Ergelen ve Nizami Ergelen çocuklukların- da babaanne ve dedeleriyle anne ve babalarından daha yakın bir ilişki kurduklarını ve daha çok vakit geçirdiklerini dile getirmişlerdir. Belleğin duygulanımsal aktarımını en yoğun biçimde özlem ve kederin tarifinde görürüz. Naipli’den ayrılmanın acısıyla Mahmutbey’den taşınmanın ve eski mübadil köyünün atmosferini kaybetmenin acı-

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir