Denizci ve Tarihçi Gözüyle Girit Dr. Nejat TARAKÇI

Girit konulu Makaleler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Denizci ve Tarihçi Gözüyle Girit Dr. Nejat TARAKÇI

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 22 May 2020, 20:14

Denizci ve Tarihçi Gözüyle Girit
Dr. Nejat TARAKÇI, Jeopolitikçi Ve Stratejist
19 Tem 2017


Girit’in Türk insanı üzerindeki imajı çok farklıdır. Girit denince hemen aklınıza Yunanistan gelmez. Farklı bir ülke, farklı bir kültür, farklı bir iklim ve size daha yakın hissedeceğiniz farklı insanlar gelir....

Giriş

Girit’in Türk insanı üzerindeki imajı çok farklıdır. Girit denince hemen aklınıza Yunanistan gelmez. Farklı bir ülke, farklı bir kültür, farklı bir iklim ve size daha yakın hissedeceğiniz farklı insanlar gelir. Bu duygunun altında yatan şey Girit’in Türk tarihindeki farklı yeridir. Ancak Girit’in Türklerle olan ilişkisine geçmeden önce bu adanın dünya tarihindeki farklı ve çarpıcı özelliklerini de ortaya koymak gerekir. 22 -26 Mayıs 2017 tarihleri arasında Girit’e gezi ve inceleme amaçlı bir seyahat yapma imkânım oldu. Bu hayalimdeki adanın Kandiye (Heraklion) Resmo (Rethimnon) ve Hanya (Xhania) gibi büyük tarihi yerleşim yerlerini gezdim. Bildiklerimi, gördüklerimle harmanlayıp size elimden geldiğince Girit’i denizci ve tarihçi gözlüğü ile anlatmaya çalışacağım.


Ada Üzerinde Dünya Medeniyeti


Girit Adası, 260 km uzunluğunda ortalama 60 km. eninde Akdeniz’in beşinci büyük adasıdır. Girit Adası dünya tarihinde iz bırakmış Minos Medeniyetine ev sahipliği yapmıştır. Minos medeniyeti MÖ 2000- 1450 yılları 550 yıl varlığını sürdürmüştür. En görkemli dönemi MÖ 1700-1450 arasıdır. Bu medeniyet, Giritlilerin Anadolu, Kıbrıs, Mısır ve Yunan ana kıtası ile olan ekonomik, ticari ve kültürel ilişkileri sayesinde dünya medeniyetine dönüşmüştür. Böylece Girit toprakları insanoğlunun bugün ulaştığı medeniyetin en önemli yapıtaşlarından birini barındırmaktadır. Bu özelliği ile Girit Adası dünya tarihinde bir ada üzerindeki oluşmuş tek medeniyettir. Diğer bütün medeniyetler[1] karalar üzerinde oluşmuştur. Girit halkı önce adada yaşamanın birinci şartı olarak yüzlerce yıl süren denizle birlikte yaşamayı öğrenmiştir. Olta yapmıştır. Balık tutmuştur. Kayık yapmıştır, sandal yapmıştır, gemi yapmıştır. Denizle mücadeleyi yani denizciliği öğrenmiştir. Daha sonra denizler vasıtasıyla önce yakın adalara daha sonra Anadolu’ya, Mısır’a, Kıbrıs’a yani uzak diyarlara gitmiştir. Ticaret yapmıştır. Genişledikçe dışarıdan gelecek istilacılara karşı silahlanmıştır. Mızrak, kılıç, balta, zırhlar, miğferler gibi savaş aletleri yanında tahıl, zeytinyağı, şarap saklayacak muazzam seramik kaplar yapmışlardır. Krallar ve yöneticiler için bugün için bile hayranlık veren bir mimari ile saraylar inşa edilmiştir. Girit dört tane büyük saraya ev sahipliği yapmıştır, bunlar; Knossos, Mallia, Zakro ve Phaistos'tur. Girit sarayları iki katlıydı, çok sayıda avlulardan ve odalardan oluşan Knossos Sarayı adeta bir labirent gibiydi. Giritliler bu volkanik adadaki yüzlerce mağarada kendilerine özgü gizlemli törenler düzenlemişler ve Boğa kültünün öne çıktığı bir inancı paylaşmışlardır.

Güzel sanatlarda, takılarda, duvar ve yer süslemelerinde, seramik ve ziynet sanatında zirveye çıkılmıştır. Girit’i ve ticaret filolarını korumak için savaş filoları oluşturmuştur. Böylece Girit medeniyeti temeli denizciliğe dayanan dünyada iz bırakan bir medeniyete dönüşmüştür. Girit imparatorluğu adını en parlak dönemde krallık yapan Minos’tan alarak Minos İmparatorluğu adını almıştır. Bu özelliği ile Minos, tarihteki ilk deniz imparatorluğu olarak adlandırılabilir. Minos kültürü hem Mısır, Yakındoğu, kültür ve sanatından etkilenmiş hem de onları etkilemiştir. Ticarette şarap, zeytinyağı ve seramik kaplar satan Giritliler silah yapımında kullandıkları bakırı Kıbrıs’tan fildişini Mısır’dan alıyorlardı. Kendilerine has sembollerden oluşan yazıları vardı. Bunlardan Phaistos (Festos) sarayı bölgesinde bulunan bir diskin üzerindeki yazılar bugün bile gizemini koruyor.


Minos Barışçı Bir Medeniyetti


Minos İmparatorluğu barışçı ve savunucu karakterde bir devletti. Saldırgan, yayılmacı ve bugünkü anlamda emperyalist bir politikası olmadı. Çünkü Girit’in kaynakları nüfuslarını beslemeye yeterli idi ve aynı zamanda yayılmacı bir politika izleyecek nüfusa sahip değillerdi. Ancak MÖ 1580-1100 arasında Adaya hâkim olan Mikenlilerin daha farklı strateji izlediği görülecektir. Peleponnes Yarımadasında yerleşik Mikenlilerin Minos medeniyeti altında geliştiğini söylemek gerekir. Zaten dünya nüfusu arttıkça ve kaynaklar azaldıkça MÖ 16. Yüzyıldan itibaren saldırganlığın arttığını ve koloni kurma faaliyetlerinin başladığını görmekteyiz. Milet ve Iasos ( Kıyı Kışlacık) kentleri Miken etkisi altındaydı. Hatta bu etkinin Anadolu içlerinde Tokat’a kadar uzandığı bilinmektedir. Daha sonra Dor (MÖ 100-67), Roma (MÖ 67- MS 395) Birinci Bizans ( MS 395 – 824). Arap ( MS 824-961), İkinci Bizans (MS 961-1204) dönemleri ile Girit Adası kültürel ve sosyolojik açıdan çok kozmopolit bir hale gelmiştir. Girit'te iki tür yazı kullanılıyordu: M.Ö. 2000 yılın başlarında hiyeroglif, M.Ö.1600'lerden sonra "Linear A" yazısı kullanılmıştır. M.Ö. 8.yüzyılda Miken Uygarlığı çöküşe geçmeye başladığında kültürel ve toplumsal anlamda bilinen Antik Yunan Medeniyeti canlanmaya başlamıştır. Miken yazısı (Linear B) unutuldu ve okuryazarlık kayboldu. Fakat Yunanlılar Fenike Alfabesinden ve Girit alfabesinden esinlenerek bugünkü Yunan Alfabesini yarattılar.


Venedikliler Girit’te Sahneye Çıkıyor


Bir şehir devletinden deniz cumhuriyeti haline dönüşen Venedik aynı zamanda dünyanın ilk sömürgeci ve bu anlamda ilk emperyalist devletidir. Venedik, İstanbul’un fethinden sonra Osmanlıyı en fazla meşgul eden ve çıkarları sürekli çatışan bir düşman haline gelmiştir. Bunun yanında Venedik, sömürge düzenini devam ettirmek için Osmanlı ile en kolay anlaşan ve İstanbul’da sürekli elçi (balyos) bulunduran da bir devlet olmuştur. Osmanlı devletinin gelişmesinde ve özellikle bir imparatorluk olmasında Venedik’in rolü çok büyüktür. Çünkü Osmanlıya bir denizci devletle başa çıkmak için mutlaka güçlü bir donanmaya sahip olması gerektiğini Venedik öğretmiştir. Fatih’le başlayan ilk dönem mücadelesi tam 29 yıl sürmüş ve aralıklarla hep devam etmiştir. Güçlü mimar ve mühendisleri ile Katolik Venedik, sömürgelerinde Rönesans’ı yaşatırken aynı zamanda Osmanlıya karşı muazzam kaleler de yapmıştır. Venedik mühendisleri Rodos ve Malta şövalyelerine de tahkimat faaliyetlerinde yardım etmişlerdir. Osmanlının Rodos ve Malta kuşatmalarındaki başarısızlığının esas nedeni Venedikli mühendislerdir. Ancak Venedik’in en hatalı politikası, Kıbrıs, Girit ve diğer adalardaki Ortodoks ahaliye mezhep üzerinden sürekli baskı uygulaması olmuştur. Girit’i anlatan bu yazıda Venediklilerin ne işi var diyebilirsiniz. 1645’te başlayan Osmanlı’nın Venedik’e karşı başlattığı Girit harekâtı tam 24 yıl sürmüş ve böylece Venedik’in Girit’teki 500 yıllık hâkimiyetine son verilmiştir. Adaya yerleşen Türklerle Girit Adası tam bir kültür alaşımına sahne olmuştur. Yaklaşık 250 yıl Türk hâkimiyetinde kalan Girit Adası 1912’de resmen elden çıkmıştır. Ancak Girit’in Türk tarihindeki tarihi ve kültürel açıdan özgün yeri hiçbir zaman unutulmadı. Hala Adada kalan az sayıdaki Türk kültürüne ait eserler ve Türkiye’de yaşayan Girit kökenli Türkler ile yaşamaya devam ediyor.


Venedik Nasıl Ortaya Çıktı?


Tarihte denizci devletlerin savaşlar, ağır ekonomik ve coğrafi şartlar ve zorunlu sosyolojik faktörlerle kurulduğunu dikkate almalıyız. İnsanoğlu karadaki şartların hayatını idamede uygun olduğu durumlarda her zaman karayı tercih etmiştir. Venedikliler için de öyle oldu. Venedik, kuzeyden gelen barbarların yerli halkı Lagüne sürmesi ile 811 yılında kuruldu. Daha sonra bir deniz imparatorluğuna dönüşecek Venedik’in denizci bir devlet haline gelmesi zorunlu coğrafi ve sosyolojik şartların sonucuydu. Ama bu devlet 1797’de tarih sahnesinden silinene kadar çok büyük bir başarı hikâyesi ile yaklaşık bin (986 yıl) yıl yaşadı. 823 yılında kemikleri İskenderiye'den Venedik'e getirilen Aziz Marko, (San Marco) kanatlı aslan olarak sembolize edilerek şehrin koruyucu azizi kabul edildi. Cumhuriyet bir Doge'nin[2] hükümdarlığı altında gelişme göstermiştir. 9. Yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Venedik, hızlı bir şekilde zenginleşerek büyüdü. Venedik’in genişlemesinde ve gelişmesinde Dördüncü Haçlı Seferinin büyük rolü olmuştur. 1198 yılında Papa, Selahattin Eyyubi’nin ele geçirdiği Kudüs’ü Müslümanlardan geri almak için bir Haçlı ordusu kurmaya başlar. Hazırlanan plana göre önce Mısır, ardından Filistin ve son olarak Kudüs ele geçirilecekti. İki yıl sonra, 1200 yılında yaklaşık 35 bin kişilik bir ordu harekete geçmek için hazırdı. Ancak ilk üç seferden edinilen tecrübeler, bu yolu karadan aşmaya çalışmanın çok zahmetli olduğunu göstermişti. Bu nedenle deniz yolu tercih edilmeliydi. Ve binlerce kişilik bir kafileyi denizde organize edebilecek ve taşıyabilecek tek millet Venediklilerdi. O zamanların İtalya’sında bulunan pek çok şehir devletinden biri olan Venedik, son derece güçlü bir donanmaya sahipti. Fakat bir sorun vardı. Venediklilere ödenecek para ve lojistik destek için gereken maddi kaynak.


Doğu Roma’nın Başkenti Konstantinopolis’te Taht Krizi

Aynı yıllarda Konstantinopolis’te ise taht krizi yaşanıyordu. Angelos hanedanlığının üyeleri birbirleri ile rekabet halinde idiler. Hanedanın en genç üyesi Aleksios’un babası İkinci İsakios, kardeşi Alekios tarafından gözlerine mil çektirilerek zindana atılmıştı. Aslında genç prenste zindandaymış fakat bir şekilde kurtularak Avrupa’ya ulaşmayı başarmış. Burada Katoliklerle bir araya gelen Prens Aleksios, kendisinin tahta çıkarılması karşılığında, Venediklilere söz verilen parayı toparlayamayan Latinlere, maddi destekte bulunma ve onlara ilave paralı asker verme taahhüdünde bulunur (Mısır’a intikal, lojistik destek vb. sözler de verir). Hatta bazı tarihçilere göre Katolik Kilisesi ile Ortodoks Kilise’ sinin birleştirileceği sözünü dahi vermiştir. Tek bir şartı vardır: Amcasının tahtan indirilmesi! Böylece rota doğu Akdeniz yerine İstanbul’a çevriliyor.

Haziran 1203’te İstanbul’a gelen haçlı donanması sur dışı İstanbul’da bulunan Kadıköy ile Üsküdar çevresini istila edip yağmaladı. Prens, halkın kendisine destek vereceğini ve çok fazla kan dökülmeden İstanbul’un istila edilebileceğine inanıyordu. Ne var ki öyle olmadı. Karşısında Katolik donanmasını gören Konstantinopolis halkı, direnişe geçti. İç karışıklıklar nedeniyle donanması çürümeye terk edilen Romalılar (Bizans), çareyi Haliç’e meşhur zinciri çekmekte buldu. [3] Bu tedbir tek başına yeterli olmadı ve güçlü Venedik kadırgaları Altın Boynuza (Haliç)girmeyi başardı. Nihayetinde saldırı başladı. İlk başlarda direnen Roma (Bizans) İmparatoru Alekios, yüzlerce kilo altın ve mahiyeti ile İstanbul’u terk edince direniş kırıldı. Hükümdarsız kalan Konstantinopolis, kısa süre sonra teslim oldu. Haçlılar, prensi imparator ilan edip kendilerine vaat edilenlerin sunulması beklediler. Çok geçmeden Romalı bir soylu ve saray asilzadesi olan üst düzey bir bürokrat, olanları içine sindiremeyip yeni hükümdarı tutuklattırıp boğdurttu ve kendini Konstantinopolis’in yöneticisi ilan etti. Bu durumu bahane eden Katolikler, İstanbul’u işgal etti. 12 Nisan 1204’te İstanbul’a giren Latinler, şehri tam 3 gün boyunca yağmaladılar. Yalnız bu sıradan bir yağma değildi. Çünkü burada bir Katolik İmparatorluğu kurulacak ve yaklaşık 57 yıl sürecekti. Tam 900 yıllık tarihi birikim resmen kurutulacak, Roma’nın (Bizans’ın) tüm hazinesi boşaltılacaktı. Kiliseler, kütüphaneler, hamamlar, senato binaları ve saraylar çökme noktasına gelecek; zaten birçok mimari yapı da çökecekti. Aya Sofya’nın içindeki işlemelerden Tunç Boğa heykeline, Çemberlitaş’ın üstündeki haçtan Hipodromdaki heykellere kadar her türlü altın ve metal eritilip ya paraya çevrilecek ya da İtalya’ya yollanacaktı. [4] İlk üç günde sayısız kadına tecavüz edilirken, erkekler öldürülmüş yahut köle edilmişti. Çok sayıda insan, pazarlarda satılmıştı. İnsanlar evlerinden edilirken ellerindeki her şey de alınıyordu. Kısacası hem İstanbul tarihinin, hem insanlık tarihinin en acımasız ve utanç verici yarım asrı, bu üç günle başlamış oluyordu. Yağmaya şahit olan tarihçi Villehardouin Geoffrey; Askerler elbiselerinin üzerine işlenmiş olan haçın manasını unuttular, kasaplığa ve kundakçılığa giriştiler. Evler ateşe verildi, saraylarla resmi binalar tamamen soyuldu demektedir.

İstanbul’daki 57 yıllık Latin hükümranlığının en stratejik sonucu, bin iki yüz yıllık Ortodoks Hristiyanların Katolik bir yönetim altına girmesiydi. 1204’de Venedik Doçu Enrico Dandalo Dördüncü Haçlı Seferi Liderleriyle İstanbul’un yağmalanmasında elde edilecek hazinenin nasıl bölüşüleceği konusunda bir anlaşma yapmıştı. O zaman Dandalo kör ve 80 veya 90 yaşlarındaydı. Anlaşmaya göre Venedik, ganimetin 3/8’ini alacaktı. Ancak Venedik askerleri bütün çatışmalara katılamadılar. Bu nedenle Venedik Levant’ta (Doğu Akdeniz) kendisine ticarette kar sağlayacak üsleri ele geçirmeyi tercih etti. Girit, Venedik’in sıklıkla kullandığı Yumurtalık (Laiazzo), Tartus (Tortosa) ve Akka ( Acre) limanlarına giden yolda çok stratejik bir konumdaydı. Birinci Latin İmparatoru Baldwin Ödül olarak Girit’i Venedik’e verdi.

Ortodoks Doğu Roma (Bizans) İznik’te yeniden teşkilatlandı. İmparator M. Paleologos Cenevizlilerin yardımıyla İstanbul’u 1261’de geri aldı. Ancak geri aldığı zaman baştan aşağı yağmalanmış bir şehirle karşılaştı. Haçlılar her şeyi toparlayıp götürmüş, İtalya'da ve Fransa'da fahiş fiyatlarla satmışlardı. Yeniden toparlanmaya çalışan imparatorluk Fatih’in 1453’de İstanbul’u fethedene kadar yaklaşık iki asır devam edebildi. Yağmalanan eşyaların bir kısmı zaman içinde kaybolurken, bir kısmı da Vatikan'da ve diğer büyük dini merkezlerde koruma altına alındı. Hipodromdaki heykeller, azizlerin kemikleri, Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino'da olan heykel ile Venedik'teki San Marco Meydanı’ndaki kilisede muhafaza edilen dört adet at heykeli de gidenler arasındaydı. Bizanslılar, 1204'teki bu felaketi hiç unutmayacaklar ve sonraki asırlardaki Türk ilerleyişi karşısında Katolik dünyasından yardım istemek yerine; Ayasofya'da kardinal külahını görmektense, Müslüman sarığını tercih ederiz, diyeceklerdi.


Girit’te Venedik Hâkimiyeti


Sonuçta İstanbul’un Haçlılar tarafından işgali Venedik’e yaradı. Taşıma bedeli ve fethe sağladıkları askeri destek karşılığında Bizans yönetimindeki Girit Adası Venedik’e verildi. Böylece Cenevizliler tarafından Adriyatik’e sıkıştırılmak üzere olan Venedik hem stratejik hem de ekonomik olarak rahatladı. Bu yeni konum daha doğuya doğru genişlemenin yolunu açtı. Ama Girit, Bizans döneminde Cenevizlilere tahsisliydi. Cenevizliler Girit’in Venediklilere kolayca verilmesine karşı çıktılar. Venedik – Ceneviz çatışması 4 yıl sürdü. Sonunda Venedik Adayı ele geçirdi. 450 yıl süren Venedik işgali ve yönetimi 1669’da Türklerin Adayı işgali ile son buldu. Kandiye’yi başkent yaptılar. Burada kale ve tersane inşa ettiler. Venedik işgalinin yarısında adada Ortodoks Katolik çatışmasından ve sert Venedik yönetiminden dolayı adada çok sayıda isyan çıktı. Çünkü Venedikliler Giritlileri Katolik yapmaya çalıştılar. 1363 ayaklanmasında Venedikliler vergi ve ayrıcalıkları kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak ayaklanmalar çok kanlı bir şekilde bastırılıyordu. İstanbul’un işgali sonrasında birçok sanatçı ve eğitmen Girit’e göç etti. Burada okullar ve manastırlar açtılar. Edebiyat ve sanat yeniden canlandı. Venedik etkisine rağmen Girit geleneği devam etti. 17. Yüzyılda Girit nüfusu sosyolojik açıdan dörde bölünmüştü. Venedikli asil aileler, Giritli asil aileler, Kandiye, Resmo ve Hanya vatandaşları ve diğerleri. O dönemde Girit Kandiye Krallığı olarak biliniyordu. Venedikliler Girit’i acımasızca sömürdüler. Mezhepsel baskılarla zulüm yaptılar. Kandiye’de, Hanya’da, Resmo’da kale limanlar yaptılar. Gemi inşa, onarım tesisleri, cephanelikler ve kısaca tersaneler inşa ettiler. İtalyan mimarisine uygun çeşmeler, Katolik kiliseleri, Lodge tabir edilen yönetim merkezleri yaptılar. Avrupa Rönesans kültürünü Girit’e taşıdılar. Girit, Kıbrıs ve diğer adalar Venedik için sadece sömürü aracı değil, aynı zamanda Baharat Yolunu kontrol eden ileriüs ve limanlar yönüyle de çok stratejik önemdeydi. Girit’te zaten var olan denizcilik kültürünü de daha modern bir yöne doğru etkilediler.


Türklerden ve Venediklilerden Kalan


Türklerin Girit’te ilk adım attıkları şehir 1645 yılında Hanya oldu. Bir sene sonra 100 km. doğudaki Resmo ( Rethnmyo) ele geçirildi. Ancak Kandiye’de Venedik büyük bir direniş gösterdi. 1648 de başlayan ve 22 sene süren Kandiye kuşatması dünyanın en uzun kuşatması unvanını aldı. Avrupa bu kuşatmayı nefesini keserek izledi. Papa’nın Hristiyanlığın son kalesi Girit için yaptığı yardım çağrıları bir işe yaramadı. Venedik, ümidini kaybetmeden 22 yıl Türklere karşı direndi. Bu direniş Çanakkale Boğazı ile Girit arasındaki deniz alanında kesintisiz devam etti. Her iki taraf için de tarihin en uzun yıpratma savaşı yaşandı. 22 yıl sonra Venediklilere ve isteyen Giritlilere şerefleriyle Ada’dan ayrılma hakkı verildi. Uzun kuşatma sonucunda Türkler 118 bin, Venedikli ve müttefikleri 31 bin kişi kaybettiler. Girit’ten ayrılanların bir kısmı İyon Adalarına, Venedik’e, bugün Mora Yarımadası’nda Kalamata denilen bölgedeki Mani’ye gittiler. Daha sonra Mani’den hala Girit lehçesinin değişik bir şeklini duyabileceğiniz Korsika Adası’na gittiler.

Türkler Girit’in tamamını ele geçirmelerine rağmen, güney batı bölgesindeki Sfakia (İsfakiye) bölgesine özerklik verdiler. Çünkü bu bölge Hanya ve Resmo’nun fethedilmesinden beri sembolik bir vergi ödemeyi kabul etmişlerdi.


Venedik zulmünden olsa gerek, 22 yıl süren Kandiye kuşatması sırasında da Sfakia halkı fazla bir sorun çıkarmadı. Osmanlı’nın bu bölgenin özerkliğine göz yumması uzun kuşatma nedeniyle içine düştüğü stratejik zorluklardan kaynaklanıyordu. Ancak bu bölge ayrılıkçı ve kaçakların sığındığı bir bölge oldu. 1770 yılına kadar 150 yıl süre ile Türklerin idaresindeki Girit’te önemli bir sorun olmadı. 1770 Rus Donanmasına Mora’ya gelerek halkı Osmanlı’ya karşı isyana teşvik etmesi, 1770’de Çeşme’de Osmanlı filosunu yakması sonrasında Girit’te de hareketlenmeler başladı. İlk ve büyük ayaklanma Sfakia bölgesinde Daskalogiannis tarafından başlatıldı. 1821 Yunan İhtilali başladığında Girit de ayağa kalktı ancak büyük güçler Adanın Türklere yardıma gelen Mısır Hıdivi Mehmet Ali Paşa’ya devredilmesine göz yumdular. Türkler Girit’i 1840’da tekrar devraldılar. Giritliler ihtilalden vazgeçmediler. 1866-69 dönemindeki üç yıl çok kanlı olaylara sahne oldu.


Hiç Bitmeyen Mücadele: Venedik - Osmanlı Çekişmesi


Venedik, Osmanlının Batı yönündeki stratejik ilerlemesi önünde daima en güçlü engeli oluşturmuştur. Venedik deniz gücü olmasaydı Osmanlının Fatih dönemindeki aynı anda başlattığı Rodos ve İtalya seferi başarıya ulaşacak Avrupa’nın fethi deniz üzerinden gerçekleşecekti. Venedik, Girit’te kurduğu sömürge düzeninin semeresini gördükten sonra, gözünü Kıbrıs’a dikmişti. Kıbrıs’ın kaynakları Girit’e göre daha boldu. 1489 yılında Adaya yerleşti. Kıbrıs’ın kaynakları Girit’ten daha zengindi. 1570’de Kıbrıs Türkler tarafından fethedilince Venedik telaşlandı. Sıranın mutlaka Girit’e geleceğini biliyorlardı. Bu nedenle 1585’den itibaren Girit’te tedbir almaya başladılar. Bugün Girit’te gördüğünüz muhteşem kaleler ve istihkâmlar Osmanlı Türklerinin Kıbrıs’ı ele geçirilmesinden sonra inşa edilmiştir. Venedik’in devlet refleksinin ve uzak görüşlülüğü gerçekten takdire değer.


Girit’e Neden Gitmelisiniz


Hem bir Türk hem de bir dünya vatandaşı olarak tarihe meraklı değilseniz Girit’e gitmenize gerek yok. Ama ilgi duyuyorsanız mutlaka gidin. İlk durağınız başşehir Kandiye olmalı. Burada merkezde bulunan müzeyi gezmek için asgari 4 saat ayırmalısınız. Girerken kombine bilet almanız ve takip eden üç gün içinde yaklaşık 10 km. mesafedeki muhteşem Knossos Sarayı kalıntılarını ayrıca ücret ödemeden gezmeniz mümkün. Daha sonra şehir içindeki Venedik döneminden kalma, çeşme, yönetim binaları, Katolik yapıları ve tabii ki kaleyi ve tersaneyi görmelisiniz. Ot meze ve yemekleri ile ülkemizde ünlenen Girit’te fazla bir şey bulacağınızı zannetmeyin. Kandiye’nin en iyi balık lokantası bile gerek meze, gerek servis ve lezzet yönüyle çok zayıf. Ada demek balık demektir sözüne kesinlikle aldanmayın. Girit coğrafyası balığın bol bulunduğu bir coğrafya değil. Resmo’daki liman içindeki balık lokantaları biraz daha hallice ancak kalamarlar, karideslerin çoğu ithal. Yunan salatası üzerine konan kalıp beyaz peyniri Sakız ve Midilli ile karşılaştırdığınızda on üzerinde beşi zor verirsiniz. Lokantalarda oturduğunuzda ve ayrılırken oldukça sert yerli yapı bir uzo ikram ediyorlar. Bana göre, içseniz de olur, içmeseniz de. Türklerden kalan eserlerin en çok olduğu yer Resmo ancak cami ve türbeler çok bakımsız ve üzerinde tanıtıcı hiçbir yazı yok. Cumbalı Türk evlerini kolaylıkla fark edebiliyorsunuz. Resmo’da minare adlı bir semt var. Türkler Venedik kilisesine bir minare ilave ederek burayı cami yapmışlar. Bugün Resmo’nun en turistik mahallesi. Venediklilerden kalan çeşmeler, yönetim binaları kiliseler Resmo’da da var.

Girit’te araba kiralamak çok kolay ve çok ucuz. Arabaların modelleri yeni. Sakız ve Midilli’deki arabalara kıyasla lüks bile sayılabilir. Resmo’daki oteller Kandiye ve Hanya’ya göre daha ucuz. Kandiye’de gecesi 113 Euro olan otele Resmo’da 55 Euro ödedik. Hanya’ya araba ile gittik. Çok kalamadık. Ancak ara sokaklarının Cenova ve Napoli’den hiç farkı yok. Çok güzel bir şehir. Dünyanın halen kullanılmakta olan en eski deniz fenerinin Hanya’daki olduğu söyleniyor.

Girit’te 2 gecesi Kandiye’de iki gecesi Resmo’da olmak üzere 4 gece kaldık. Adanın doğu tarafını gezemedik. Ama Girit’i etraflıca gezmek istiyorsanız asgari 6 gece kalmanızı tavsiye edebilirim. Ayrıca deniz sefası için Girit’e gitmek isterseniz Resmo’da Alanya’nın Cleopatra plajına benzer ve oldukça uzun kumlu bir sahili var. Adaların en güzel tarafı bence ciğerlerinizi temiz hava ile doldurmak. Derin nefes aldığınızda gerçekten ciğerlerinizin bayram sesini duyabiliyorsunuz. Dostlarım her şeyin çok karıştığı bir yazı oldu. Kusura bakmayın. İsteyen istediği yerini okusun.

https://tasam.org/tr-TR/Icerik/46115/de ... uyle_girit
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 7 misafir