Affedersiniz, Siz de Mübadil Misiniz?Prof.Dr.Kemal ARI

Girit konulu Makaleler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Affedersiniz, Siz de Mübadil Misiniz?Prof.Dr.Kemal ARI

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2020, 14:19

Affedersiniz, Siz de Mübadil Misiniz?
Prof. Dr. Kemal Arı

Sorun bakalım, çevrenizdekilere:
-Affedersiniz, Siz de Mübadil misiniz?
Yanıtı merak mı ediyorsunuz?
Söyleyelim:
Bu ülkede bugün, çevrenizdeki beş kişiden birisi, Mübadil bir aileden gelmektedir ve olasılıkla da “üçüncü kuşak” tır.
“Mübadil” nedir, bilmeyenler olabilir:
Mübadele, Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonunda, Lozan’da Yunanistan ile Türkiye arasında, öteki devletlerin de katılımıyla imzalanan bir sözleşme ile Yunanistan’dan Türkiye’ye, Türkiye’den de Yunanistan’a zorunlu olarak gönderilen yaklaşık iki milyon insanın hüzünlü öyküsüdür.
Bu insanların 500 bini Yunanistan’dan Türkiye’ye, 1.200 bini de Türkiye’den Yunanistan’a göç ettirilmiştir.
Bugün biz bu göçü yaşayanlara “Mübadil” diyoruz.
Yani mübadele, takas edilen, karşılıklı olarak değiştirilen insanlar anlamında.
Neden mi buna gerek duyuldu?
Türk Kurtuluş Savaşı’nda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hani o mavi gözlü “dev” adam, “Ordular İlk Hedefiniz, Akdeniz’dir!” buyruğunu verdi ya! İşte o zaman, Anadolu’da yaşayan Ortodokslar, Yunan Ordusu’nun artıkları ile birlikte, kentlerini, kasabalarını, köylerini terk ederek, Yunanistan’a doğru kaçtılar.
Türk ordusunun, yani Kemal’in Askerlerinin kendilerinden intikam alacaklarından korkuyorlardı.
Korku dağları bürüyünce, sökün etti Batı Anadolu’da Rum kitleler; kaçarak, türlü yollarla Yunanistan’a yığıldılar.
1922 yılının Eylül, Ekim aylarıydı bu olanlar daha. Devamı gelecekti elbette ama 1922 yılının Aralık ayında bu biçimde kaçıp giden insan sayısı, 8.50 bini bulmuştu çoktan.
Artık Yunanistan’da olanı siz düşünün!
O tarihte Yunanistan, üç milyonluk küçük bir ülke…
Boynundan büyük işlere karışmış elbette, Anadolu’yu işgale kalkışmış; işin mi senin be adam?
Ta, Ankara önlerine kadar gitmiş yine de…
Sonra da duvara çarpan hareketli bir cisim gibi, döküle döküle yığılmış Yunanistan’a kılıç artıkları.
Bir de bu kaçkınlara, Anadolu’dan gelen sivil Ortodokslar per-perişan eklenince, Yunanistan’da hayat durmuş; yokluk, pahalılık, evsizlik, sağlık sorunları, hatta terör dahi ortaya çıktığı için.
Gel de işte böyle bir zaman diliminde Yunanistan’da Türk ol!
İşte Yunanistan’ın sınırları içinde yaşayan, azınlık durumundaki Türk ve Müslüman Tebaaya öyle baskılar başlamış ki; “Vay! Bütün bu olan bitenin nedeni Mustafa Kemalciler… Siz de Türk olarak, onlardansınız!” deyip, kapısı penceresi kırılarak evlerin, yaka paça atılmışlar dışarılara Türkler…
Perişanlık, korku, endişe, yürek atışları, heyecanlar, hatta ölümler ve dökülen kanlar, ağlayan bebelerin, çaresiz anaların; yaşlı dede ve ninelerin iniltileri ki deme gitsin!
Velhasıl, sokaklara atılmış evlerinden insanlar, dövülmüş, öldürülmüşler.
Kan bulaşmış zalimlerin eline; suçsuzların kanı, düşünün ey dostlar!
Ne yapsın şimdi bu insanlar?
Bu kez onlar dökülmüş yollara, istemişler ki kıyı iskelelerine, limanlarına gitsinler ki, bulup bir gemi, canlarını Türkiye’ye, ana vatana atsınlar…
Kimisi kağnılarla, kimisi yaylı arabalarla; kimi zaman at, eşek, katır üzerinde, çoğu kez de yayan; ne koyabildilerse yanlarına artık, dayanmışlar iskelelere; Selanik, Kavala, Hanya, Resmo, Kandiya’ya per-perişan, vay, vay, vay!
Daha ne Mübadele sözleşmesi, ne de devletlerin aldıkları her hangi bir önlem yokken 1922 yılının Ekim, Kasım, Aralık ayında olmuş bunlar…
Soğuklar başlamış elbette bir yandan mevsim gereği, kar, yağmur, çamur ki deme gitsin!
Bir yandan da öbek öbek insanlar geliyormuş iskelelere, kırmızı beyaz canım Türk bayrağının gölgesine bir an önce sığınmak için…
Beklemiş de beklemişler, beklemiş de beklemişler!
Ancak ne gelen giden gemi varmış, ne de öylesine salıp bırakıveriyormuş Yunanisdan “hadi gidin!” diye.
Çamur, çökeğin içinde, yağmurun, karın altında ilk hareket eden bu gruplar, tam bir yıl beklemek zorunda kalmışlar iskelelerde, acıya bakar mısınız?
İşte, bu durum üzerindeyken her şey, bu kez de bu talipsiz, savunmasız insanlara saldırılar, hakaretler başlamış… Yeni gelenlerle daha da kalabalıklaşmışlar; ne yakınlarındaki kentlerin içine girmelerine izin veriliyormuş, ne de varsa paraları, doğru dürüst alışveriş yapmalarına.
Bir bölgesine tıkılmışlar kentlerin, limanların, orada denk yığınlarının, at ya da kağnı arabalarının gölgesinde, çulun çaputun üzerinde bekleyip duruyorlarmış.
Gecenin karanlığı çökünce, anaların ağıtları, bebelerin ağlayışları, yaşlı insanların iniltileri dökülüyormuş ortalığa…
Açlık başlamış bir süre sonra.
Ne yapsın mübadil anası, çalıdan çırpıdan ateş yakabiliyorsa bir yerde; içine koyacak bir parça su bulup da bir tencerecik içinde kaynatabiliyorsa Türk anası; eh yanında getirebildiği torbalarında bulabiliyorsa yarım avuç un, arpa, darı; onu kaynatıp, yemek diye sürüyormuş bebelerinin, öteki aile efradının önüne…
Elbette açlık diz boyuymuş… Sağlıklı su bulunamadığı için, bakterili suları içmek durumunda kalıyorlarmış, çukurlarda birikmiş yağmur sularından…
Ah ki ne ah, ah ki ne ah!
Bir süre sonra hastalıklar başlamış. Lekeli humma, dizanteri, kuş palazı, hatta veba bile görünmüş aralarında; yok çiçekti, kızamıktı ne ki!
Dişleri dökülmeye başlamış insanların gıda alamadıkları için yeterince…
Bekle Allah bekle, Türk gemileri gelecek de alacak göçmencikleri ve Türkiye’ye getirecek diye…
Ölen bebeler mi olmamış, yaşlılar, hastalığın pençesinden kurtulamayan her yaştan insancıklar mı; hatta deliren, bir çılgın gibi kendisini sağa sola atan!
Denize atıp intihar etmeye çalışan mı görülmemiş arasında…
Düşünün, her toplanma yerinde yirmi bine, otuz bine ulaşmış, bu perişanlık altında Türkiye’ye bir an önce gitmek isteyenlerin sayısı.
Ha! Elbette hala evlerinde oturabilenler varmış; türlü baskı ve zorluklara karşın. Ancak herkese aynı durumda değilmiş ki; büyük bir kısmı da Makedonya Türkleri’nin işte bu hal ve keyfiyet içinde, içine düştükleri kötü yazgılarının elinde, bedenleri gölgeler gibi, çamurun çökeğin içinde debelenen bu insanların dramına tanık oluyormuş daha düne kadar öz be öz Türk vatanı olan Yunanistan kıyıları…
Bu arada 30 Ocak 1923’te sözleşme imzalanmış; kimlerin mübadil sayılacağı belirlenmiş, Batı Trakya dışındaki Türkler’in zorunlu olarak göç ettirileceği duyurulmuş.
Ardından da Türkiye’de hazırlıklar başlamış; göçmenler nasıl getirilecek, nerelere yerleştirilecek, ne türlü önlemler alınacak vs. vs. diyerekten.
İlk gemi 1923 yılının Aralık ayında alıp getirmiş beş yüze yakın mübadili Yunanistan’dan İzmir kıyılarına bırakmış.
Sonra ötekiler, ötekiler, ötekiler.
Gidip gelen her gemi dram, acı, elem, korku ve şaşkınlık taşıyormuş Yunanistan’dan Türkiye’ye…
Öbek öbek kıyılara bırakılıyormuş insancıklar; sanki “Artık senin yazgın, mübadil olmak!” diyerekten…
İşte değerli dostlarım, bugünlerde, bu olayın 97. Yılını kutluyoruz.
Mübadeleyi yaşamış olanların torunları denizlere karanfiller bırakıyorlar; o günlerde yaşanmış acıları paşlaşmak istercesine.
Ölenlerin, kaybolanların, bu dramı yaşayanların yaşayıp hissettikleri dökülüyor toplantı salonlarına mübadil torunlarından.
Konferanslar veriliyor; gerekli bilgiler aktarılıyor değişik şekillerde; “Bir daha bu acılar yaşanmasın!” denilerek.
Biz de yineliyoruz, içimizden gelerek ve tam bir istekle bu sihirli sözü:
“Bir daha su acılar yaşanmasın”
O olayı yaşamış olanların sayısı bugün bir ikiyi geçmiyor; ama bu acıyı atalarından duymuş olan mübadillerin dudaklarından şu sözler dökülüyor, kendiliğinden:
Mübadil olmak zor be kardeşim.
Affedersiniz, siz de mübadil misiniz?
Prof.Dr.Kemal ARI
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Affedersiniz, Siz de Mübadil Misiniz?Prof.Dr.Kemal ARI

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2020, 14:28

Geçen yıl Ahmet Yorulmaz Günleri için akademik panele moderatör olarak katılan değerli hocamız Kemal Arı'nın bir yazısı. Hocamız panelde "Ahmet Yorulmaz'ın Türkiye'de mübadelenin romanını yazan kişi" olduğunu da burada tekrarlamış olalım...

Taylan Köken
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir