GİRİT’TEN ERDEK’E (ZEHRA YILDIRIM HAYAT HIKAYESI)

Girit anıları ve söyleşileri
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

GİRİT’TEN ERDEK’E (ZEHRA YILDIRIM HAYAT HIKAYESI)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 30 Eyl 2020, 09:54

120344779_2720946438143863_4335137671224115981_n.jpg
120344779_2720946438143863_4335137671224115981_n.jpg (22.9 KiB) 1048 kere görüntülendi
Yengin Arda AKRABAM ZEHRA YILDIRIM HAYAT HIKAYESI , Nur icinde yatsin

82 yaşındaki Girit mübadili Zehra Yıldırım
“ O günler acı ve zor günlerdi.
Barış ve kardeşlik hiç bitmesin”

GİRİT’TEN ERDEK’E

Zehra teyzenin zorunlu göç öyküsü 6 aylıkken başlar. Cumhuriyet kurulduktan 1 yıl sonra, yani 1924 yılında Zehra teyze göçü bilmez, anne kucağındadır, ama yaşı ilerledikçe ve bir şeyleri öğrendikçe ve anladıkça yüreğini hüzünler kaplamaya başlar.
Girit’te doğup, Türkiye’de ve Erdek’te yaşamanın nedenlerini ve gerekçelerini ilerleyen yıllarda çok daha iyi anlamaya başlar Zehra teyze.
Zehra teyze; babası, annesi ve 8 kardeşi, ayrıca teyzeleri ile birlikte gemiyle Erdek’e gelirler o yıllarda. Dayıları onlardan önce gelmişlerdir ama daha sonraları dayıları ve teyzeleri Mudanya, Bursa, İzmir, Bodrum bölgelerine giderek oralara yerleşirler. Göç rüzgarı ağacın dallarını kırmaya başlamıştır. Her yerde bir çaresizlik ve her insanın içinde anlatılmaz bir hüzün vardır.
Onlar artık “muhacır” kimlikleri ile Erdek’in havasını solumaktadırlar. Zehra teyze çocukluk yıllarını şöyle anlatır ;
“ Çocukluğumda sokakta mamata yani ‘sek sek ‘ oynardım. Annem ameliyatta öldü, ben 9 yaşındaydım, aklım ermiyordu. Sokakta hem annem için ağlıyor hem de sek sek oynuyordum. Komşular eve başsağlığına geliyorlardı. Ablamlar o yıllarda 15, 18 yaşlarındaydı. Atatürk İlkokulunu bitirdim. O zaman Erdek’teki tek okuldu, başka okul yoktu. Ben okul birincisiydim. Herhalde orta okul olsaydı okurdum. Öğretmenler beni çok seviyordu, geri kalmayayım diye dersimi eve getiriyorlardı, çünkü öğretmenim annemin öldüğünü biliyordu. Annemin ölümünden 3 ay sonra da ablam öldü. Ablam 23 yaşındaydı. Kardeşlerimle birlikte ablamın öksüz kalan 2 çocuğuna da babamla birlikte bakıyorduk.
Evimizde üçgen ocak ( sacayağı ) vardı. Kirli bezleri sodasını da ekleyip suya bastırıp okula giderdim. Ellerim hep soyulurdu. O güne kadar bir mendil yıkamış değildim. Ablamlar evlenip gidince mecbur kaldım. Kardeşlerimi evlatlık vermeye kalktıklarında ise kıyameti koparttım ‘vermem ‘ diye. Kardeşler olarak birbirimize çok bağlıydık. Babam ise burada Erdek’te uyum sorunu nedeniyle her hangi bir iş yapamıyordu. Bu da onu çok üzüyordu.

1930’LU YILLARDA ERDEK…

İlk geldiğimizde Erdek’te hiçbir şey yokmuş. Yunanlılar giderken arabaları denize atmışlar. Daha sonraları arabalar vinçler ile denizden çıkartılmış. Evleri, deniz kenarındaki ağaçları yakıp öyle gitmişler. Erdek harabe gibiymiş. Burası da İzmir gibi yakılmış, yıkılmış. Giderken Türk halkına çok maddi hasar vermişler.
1930’lu yıllarda yollar bozuktu, yürüyecek yol yoktu. Deniz tarafı sahildi, çakıl taşları vardı ve denize iniliyordu. Şimdiki çay bahçelerinin olduğu yerde 1904 yılında yapılan Hükümet Konağı vardı, Atatürk İlköğretim okulu vardı. Bugün Atatürk anıtının olduğu yerde minare vardı, cami yoktu. Tek bir minare vardı, küçük, küçük dükkanlar vardı. Depremde minare yılıldı. Deprem olduğında ilkokulu bitirmiştim. 1935’li yıllar olmalı. İnsanlar balıkçılık yapıyordu, balık konserve fabrikası vardı.

ORADA ÇİFTLİĞİMİZ VARDI,
BURADA SIKINTI YAŞADIK…

Babamın memlekette ( Girit ) çiftlikleri vardı ama alamadık. Allah razı olsun, eniştemiz vardı. Ablam, eniştem, onlar bize destek oldu. O zamanlar Erdek yıkıktı. Ne sokak belliydi, ne cadde.
Şimdi oturduğumuz evin ilerisinde parangalar vardı, yani küçük evler. Bu evlerden hala birkaç tane var. Bunlar Rumlardan kalma evlerdi.
Girit’te babamın çiftlikte çalışan yaverleri varmış. Yaverler babamı “hadi kalk git, balta sesleri geliyor, isyancılar yakınlarda “ diye uyarmışlar. Babam o günleri öyle anlatmıştı. Merdiven altında bir küp altın parası varmış ama paraları almaya yetişememiş. Bir kemer almış, bir de sandığın kenarındaki bir bölüme altın para doldurabilmiş. Gerisi orada kalmış. Kim bilir hangi şanslı insan o altın paraları buldu.

“19 YAŞINDA EVLENDİM,
20 YAŞINDA BEBEĞİM OLDU”


Zehra teyze 19 yaşında Hasan beyle evlenerek, 20 yaşında ilk bebeğini kucağına almış. “ 5 çocuğum oldu, biri 5 aylıkken öldü. Oğlum 27 yaşında iken faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Acısı hala içimizdedir. Allah bağışlarsa şu an 9 tane torunum var, onlar ile mutlu olmaya çalışıyorum” diye hayat hikayesini özetliyor 82 yaşındaki Zehra teyze…

“Gemi geldi, gidiyorsunuz denilince babaannem balıkları tavada yarım bırakıp yola çıkmış…”
Derya hanım, Zehra teyzenin kızlarından biri. Annesinden ve akrabalarından dinlediği göç öykülerini bizlere şöyle aktarıyor :
Babaannemler Girit adasında Yarapetra denilen yerde yaşıyorlarmış. Dedemde orada fırıncıymış, çok para kazanıyormuş, babaannemle anlaşıyor, babaannem dedeme kaçmış. Dedem babaannemin evinin önünden geçerken o gün kazandığı parayı olduğu gibi bahçesine atıyormuş. O zamanki evler bahçeliymiş. Dedem Türkiye’ye geldikleri zaman aynı mesleği yapmış. Belediyenin yan tarafında bir fırın vardı, çok eski tarihte orası dedemin yeriydi. O zaman yine burada çok para kazanıyormuş, ( gel sana bu evi alalım, şurayı alalım ) diyorlarmış, ( yok ben gidicem ) dermiş, uyum sağlayamamış buraya. Orada çalışıyormuş, fakat bir gün silahını temizlerken kaza kurşunu ile kendi kendini vurmuş. Henüz 36 yaşındaymış öldüğünde.

“ONLAR RAMAZAN AYIMIZI, BİZLER ONLARIN PASKALYA BAYRAMINI KUTLARDIK”
Babaannem şöyle anlatıyordu, “ Girit’te komşularımız vardı, bir aradaydık. Onlar bizimle ramazan ayında oruç tutarlardı, biz onlarla paskalya yapardık. Mora ayaklanmasıyla birlikte pek çok Yunanlı kendi kıyafetlerini verip Girit’ten kaçmamıza yardımcı oldu”

BALIKLAR TAVADA YARIM KALMIŞ…

zehra2Babam Girit’ten 6 yaşında iken gelmiş. Babaannem evliymiş ve 3 çocuğu varmış. Onlar anlatıyordu o zaman. Babaannem orayı bırakıp geldiğinde tavada balık kızartıyormuş. O şekilde tavayı bırakıp gelmiş buraya.

Dedem İbrahim beyin orada 2 köyde arazileri varmış. O köydeki arazileri ata binip gezermiş. Birçok yardımcısı varmış, annemleri de oradaki Yunanlı dadılar büyütmüşler. Öyle varlık içinde bir aile ama Türkiye’ye geldikleri zaman lisan bilmiyorlar, belki aylarca sürdü yolculukları, yorgun, perişan geldiler buraya ve lisanda bilmedikleri için o günün şartlarına göre belki orada 10 tane yer bıraktılarsa burada ancak 1 tanesini alabilmişler.

“ATATÜRK 1 EV, 100 AĞAÇ ZEYTİNLİK VERDİ”

Atatürk o zaman 1 ev bir de 100 ağaç zeytinlik vermiş. Kura çekilmiş dedeme şimdi oturduğumuz bu ev kalmış. Bu ev babamın babasına verilmiş. Daha önce paranga, yani 2 oda, 1 mutfak günlük ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte. Hatta ilk başta buraların metrajları büyük, devlete fazla yük gelince onları küçültmüşler. Buraları aşağı yukarı 130 metrekarelik parsel ama maliyet yükselince devlet küçültmeye başlamış. Bundan sonraki parseller daha küçük barakalar. Binaları devlet yapmış, kura ile dağıtmış, dedeme de burası düşmüş.
Ben 6 sene önce Girit’e gittim. Orada annemin bulunduğu yeri buldum. Annemin bulunduğu ev şimdi açıklık alan. Park yapılmış, evin önündeki sakız ağacı kesilmiş. O zaman MEGOLI POTA (Büyük Kapı ), TRIS KAMORES (Üç Kemer ) denilen alanı buldum.
O dönemde gelen insanların hepsi Girit kökenli, Türkçe bilmedikleri için hep Girit’çe konuşmuşlar. Benim babaannem bizimle oturuyordu, öyle olunca bağlılıkta var bütün aile, aile büyükleri bizde toplanırdı. Türkçe bilmedikleri için onlar Girit’çe konuşuyordu. Bende çok küçüktüm, bu dili öğrendim.

“YAĞHANELER RUMLARDAN KALMAYDI…”


Şükran Uysal hanımefendi, Zehra teyzenin eşinin kuzeni. O da muhacir bir ailenin kızı. Annesinin 14 yaşında Girit’ten geldiğine dikkat çekiyor. 2 kızı, 4 torunu var. 12 Haziran 1932 doğumlu. Şükran hanım, büyüklerinden duyduğu göç öyküsünden aklında kalanları şöyle özetliyor: Ben burada doğdum. Annem 14 yaşında gelmiş Girit’ten. Anneannem, dedem hepsi mübadele ile gelmişler, çok sıkıntılar çekmişler. Ben de geçen sene Girit’e gittim. Biz 7 saatte gittik, onlar 10 günde. 2 sene önce İzmir’de Giritliler Derneği kuruldu, oraya gittim, orada çok güzel beyitler söyledim. İstanbul’dan uçakla derneğin toplantısına gelip dönen insanlar vardı. Babam Erdek’in yerlisiydi, annemle babam buradatanışmışlar, annem 14 yaşındaymış geldiğinde, babam Erdek’in ilk şoförlerinden. Dedemin adı ‘hamidaki’ aslında adı Mustafa ama lakabı bu.
Gelen Giritliler yağ fabrikalarına keçi kılından torbalar yapıyorlardı. O torbalar zeytini içine alıp baskıya giriyor, sıkarak yağ çıkartılıyordu. Dedem o kıl çuvalları dokuyordu. Yağhaneler Rumlardan kalmaydı. Zeytin zamanı biz arabamızla zeytin toplamaya giderdik, arabası olmayanlar at arabaları ile ya da eşek sırtında giderdi. Zeytini elimizle sıyırıp yerde hem seçip hem topluyorduk. Kızıl ve seçmelik diye ayırırdık. Eskiden sadece sele vardı, bir de sarnıçlara salamura basardık. Yağları demir fıçılara koyardık.

Benim annem Petra’lı. Ben bu sene Girit’e gittim. Annemin ruhunu şad etmek için. Oraya yapılan bir geziye katıldım. Annemin yaşadığı toprakları gördüm, oradan su aldım, toprak aldım, zeytin dalı aldım, getirdim. Zehra ablalar Kandia’lı. Annemler Yarapetra’lı. Annemlerin geldiği yer kasaba, Kandia ise Girit adasının en büyük şehri.

Mücadelenin “Mübadele”ye dönüştüğü bir tarihi sürecin yan etkilerinden biriydi mübadiller ve mübadillerin çocukları. Ve gelecek nesillerin; tarihin tozlu sayfalarında kalan acı ve hüzün öykülerinden dersler çıkararak geleceği daha aydınlık yapmaya çalışmalarını arzu ediyoruz.

Zehra Levent DENİZASLANI'nın sayfasından alıntıdır
.
[/size][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Bing [Bot] ve 5 misafir