KANDİYE (GİRİT)ADASI

Girit genel tarih
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

KANDİYE (GİRİT)ADASI

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 11 Ağu 2019, 01:48

12036552_1645131542424307_1787884827715723916_n.jpg
12036552_1645131542424307_1787884827715723916_n.jpg (195.69 KiB) 1867 kere görüntülendi
KANDİYE (GİRİT)ADASI
ve krallığının şimdiki durumu



Kandiye Adası eskiden (Türklerin bugün de kullandığı)Girit adıyla anılırdı.Önceleri Grek İmparatorluğu'na bağlıyken 27 yıl süren savaşlardan sonra Türklerin hakimiyetine geçmiştir.O yıllarda Venedikliler adayı ellerinden geldiğince savunmuşlardır.(Oysa Venediklilerin gücünü Osmanlılarınkiyle karşılaştırmak tıpkı aslanla,aslanın yelesindeki pireyi bir tutmak gibidir).İki yıl süren bir kuşatmadan sonra başta Vezir olmak üzere Osmanlı kuvvetlerinin kumandanları Venediklileri teslime zorlamak için en müsait şartları ileri sürmüşlerdir.Venedikliler toplarını ve bütün mühimmatlarını almakla kalmayacak,kilise çanlarına varıncaya kadar değerli buldukları her şeyi beraberliğinde götüreceklerdir.Vezir şehrin teslim olmasından öyle memnundur ki,Venediklilerin mallarının taşınmasına yardım etmek için Türk teknelerini bile görevlendirmiştir.Vezir verdiği barış sözüne de sadık kalmış,hatta şehre zorla girmeye çalışan iki yeniçeriyi öldürtmüştür.Bütün Avrupa,bu büyük kuşatma sırasında şehrin binlerce top ateşine tutulduğundan,kaç defa üstüne kaç defa ateş yağdığından,Türklerin cesur saldırılarına kaç defa hedef olduğundan haberdardı.Sonunda surlara öyle yaklaşılmıştır ki,kuşatılan şehirde büyük topların kullanılmasına imkan kalmamış;topa yaklaşanlar kurşun ve ok yağmuruna tutulmuştur.Türkler surların altını kazarken,
Venedikliler de yeraltında gedik açmış ve açılan siperlerde iki taraf kıyasıya döğüşmüştür.O sıralarda Venediklilerin elinde trombo di fuoco denen bir silah bulunmaktaydı.Uzun saplı,yarım kargı bayundaki bu silahın ucunda çatal biçiminde iki kadem uzunluğunda iki demir vardır.Bunlar üst üste 5 atış yapan bir şarjöre raptedilmiştir.Bir kaç kurşunu paş peşe atabilen silahın menzili tüfeğinkinden aşağı kalmaz.Baş tarafından ateşlenir,menzili uzundur.Venedikliler surların altında siper kazmaya çalışan Türkleri engellemek için başka bir çareye de başvurmuşlardır.Halatlara bağladıkları ucu kancalı 4-5 kadem uzunluğundaki zincirleri surlardan aşağı sarkıtıp Türkleri yakalamaya çalışmışlardır.Giysilerine kanca takılanlar surlardan yukarı çekilip,esir edilmiştir.Venedikliler bilhassa geceleri bu yola başvurmuşlardır.Rumlar Girit'ten ayrılırken şöyle bir hadise geçmiştir.Şehri terkedenlerin mallarının büyük bir kısmını taşıyan La Fregatta Galliera yahut Frigot adlı tekne fırtınaya tutulup,baş-kıç vururken gemide gedik açılmış ve tek bir kişi bile kurtulamamıştır.Rumların eşyalarından başka 50 büyük silah,250'den fazla yolcu ve 200 denizciyi taşıyan gemi Ovo (Yumurta Adası) ile Cerigo Limanı arasındayken bu kazaya uğramıştır.Filodaki diğer gemilerden bazıları Zante'ye,bazıları da Kefalonya,Korfu ve Venedik'e ulaşırken,isteyen Rumları dostlarının bulunduğu yerlere çıkarmıştır.Böylelikle Rumlar taşınmaz mallarını geride bırakmış,Girit'te,5-6 Rumdan başkası kalmamıştır.Zamanla onlar da hastalanınca generalden gitme müsadesi istemişlerdir.Barış anlaşmasının maddelerine göre Girit'e yakın,her birinde mazbut birer kale bulunan üç küçük adanın Venediklilerde kalması kararlaştırılmışken,Türkler bunu gülerek karşılamışlar ve ''Madem ki tavuk bizde,öyleyse civcivler de bizim olacak.Bu adamların hesabına ileride bakarız.''demişler.Girit'te 20 şehir,1.000'den fazla köy ve kasaba ile manastır varken,şimdi ancak 4 şehir ve 300 kasaba ile köy bulunuyor.Bunlardan bahsederken önce adanın doğusunu ele alacağım:Önceleri doğu kısmında Sittia (Sitia) vilayeti vardı.Adanın kuzey doğusunda 1 mil uzunluğundaki körfezden batıya uzanan kıyı şeridindeki başşehre de aynı ad verilmiştir.Şehrin kuzey batısında yükselen kale mermerdendir.Venedikliler şehrin savunmasını zor bulduklarından kaleyi ve şehri top ateşine tutmuş ve Kandiye'ye gitmiştir.Yıkıntılara bakılacak olursa şehri kuranlar akıllı davranmamış.Surlar yekpare,alt taraftaki bölmelerin ancak bazılarında kiriş var.Bazılarına da gemilerin boşalttığı mısır depo edilmekte.1680'de ben oradayken,Marsilya'dan 10 mil uzaklıktaki Cassis'den Sattee of Province'in kaptanı İseppe Bremon,getirdiklerini buraya çıkardı.Buğday paşaya aitti.Kilosunu 3 tümene satıyordu.Kandiye'den benimle gelen bir de Türk memur vardı.Şehre yaklaşırken havası değişti.Bana hükmediyor gibiydi.Bölgenin ancak 12 mil ötesinde Alona adlı köy iskan edilmişti.Denizden çeyrek mil ilerde,dağların üstünde küçük bir evle manastır göze çarpıyordu.Rum papazlar da diğerleri gibi aşar vergilerini Türklere ödüyorlardı.Ürettikleri mısırın tertılması sırasında çok titiz davranırlar,tartı işini bir denizcinin yapmasını isterlerdi.Çünkü onların düşüncesine göre Türkler mısırların üstüne iyice bastırarak ağırlığı tespit ediyorlarmış.Halbuki kaptan daha adil davranıyor,Rumlara elinden geldiğince yardım ediyormuş.Paşanın teğmeni,kıyıyı korsanlardan koruyacak 100 sipahisi ile birlikte Alona'daydı.Fakat asıl amaç galiba aşarı toplamaktı.Rumlar da bu vergileri Türklerin namına tahsil ediyordu.Sittia'nın doğusunda St.Isidoro'ya ithaf edilmişolan manastır büyük bir zenginliğe sahipti.40 Kaloyer de bu bölgedeydi.Manastırdaki birkaç gösterişli avize ile gümüş ve altından yapılmış süs eşyası göz kamaştırıcı güzellikteydi.Ziyaretçilere Meryem Ana'nın resmi mutlaka gösterilirdi (Söylediklerine göre bu resim İstanköy'deki bir mağarada bulunmuş ve oradaki melekler tarafından getirilmiş).Bazıları Rodos Adası'nda da topraklara sahipti.Çalıştırdıkları birkaç Kaloyer,mısır,yağ ve şarap üretiminde Türklere hizmet ediyordu.Türkler üretilenlerden elde edilenlerin Vakıf için toplandığını ileri sürmekle beraber,aşar vergisinden de vazgeçmiyorlardı.İşittiğim bir hikayeye göre:Manastırın nezaretçisi tam 2000 altınla,kıymetli gümüşleri alıp adadan kaçarken Girit'le Rodos'un arasındaki Scaarpante'de yakayı ele vermiş ve Paşanın emriyle idam edilmiş.Alona'nın 10 mil güneyinde her yanı denize bakan çok yüksek bir dağ vardır.Türklerin Paşa dağı dediği bu yerde Barozza ismindeki bir asilin yaptırdığı kalenin harabeleri bulunur.Kale de Barozza diye anılır.Kare biçiminde,60 kadem yüksekliğinde mazgalları olan ve teraslı,her karesi 40 kadem genişliğindeki bu yapının duvarları çok kalındır.Yerden 10 kadem yükseklikteki giriş kapısının altında kuru bir hendek vardır.Tıpkı İrlanda'dakilere benzeyen bu çeşit yapılara adanın bir kaç yerinde rastlamak mümkün.Zira Kandiyeliler önceleri aralarında sık sık çatışmalara girişmiş fakat sonradan tek bir Efendiye bağlandıklarında bu çeşit çatışmalar son bulmuştur.Adanın güneyindeki Girapetra şehri emniyetli bir limanıolmamakla beraber,gemileri kötü hava şartlarından koruyacak bir mevkiye sahiptir.Ama burası da korsanların tehdidinden uzak değildir.Ben oradayken,korsanlar İskenderiye'den gelen bir tekneye el koyup,kaçırdılar.Şehrin etrafı surlarla çevrili olup,yüksekte küçük bir kale mevcuttur.200 yeniçerinin devamlı surette hazır bulunduğu askeri garnizondan başka ticaretle meşgul olan Türkleri de sayarsak,çatışmaya hazır 500 cengaver gözardı edilemez.Sayısız zeytin ağaçlarıyla ve güzel,bakımlı bahçelerle bezenmiş olan ova çok hoş bir manzara sergiler.Sağlam taşlardan yapılan evlerin odaları geniş fakat yapılar iki kattan fazla değildir.
Şimdi size bir korsan hikayesi anlatacağım.1675 yılında ünlü bir korsan olan Mösyö Crevellier 500 adamını Spina Longa körfezine çıkarmış.Gece boyunca yol alıp,şafak vakti Türkler namaz kılarken,şehri ele geçirmiş.200 kişiyi esir alıp,silahlara da el koymuş.Kalenin güneyinde bulunan Türklerin küçük teknelere atlayıp,kaçtıkları söyleniyor.Evlerine,silahlarına sahip olmak için geri dönmeyi göze alamamışlar.Mösyö Crevellier büyük çapta ganimete sahip olmuş,adamlarıyla kendine ayırdığı 20 ata el koymuş,geri kalanları da vurmuş.Ancak 60 saatten daha kısa süren bu macera sırasında evler fazla yağmalanamamıştır.Korsanlar oradan ayrıldıktan sonra 300 kadar Türkle Rum bir araya gelip,şehrin bir iki mil dışına yürümüş,fakat nafile.Crevellier atları vurmamış olsaydı adadan asla kurtulamayacaktı.Onca adamın hiç farkedilmeden adaya gizlice çıkışı ve Türklerin bu gafleti insana garip geliyor.Saldırıdan sonra Kandiye'ye,Paşaya acele haberciler gönderilmiş ve adaya 1.500 Hıristiyanın çıktığı,askeri garnizondan 200 kişiyi esir aldıkları bildirilince Paşa haberciye sormuş:''Çıkarma sırasında Adalılar uykuda mıydı?Yoksa ölü mü?
Haberci şöyle cevaplamış:Hayır uyumuyorlarmış ama rehavet içindelermiş.Kimisi camide,kimisi kahvede .Hiç birinin aklı başında değilmiş.Üstelik atların çoğuda vurulmuş''.Paşa haberciye Crevellier!in nasıl kaçtığını sormuş.O da:''Bir çok korsan gibi.Saklanacak dirayete sahipti''demiş.Kandiye limanında Hasan Paşa'nın emrindeki 3 kadırga,Crevellier'in peşine düşmüşsede çabalar boşa çıkmış.Korsanın izini bulamadan geri dönmüşler.İşte o tarihten beri verilen bir emirle şehir kapıları gün batımından bir saat önce kapatılmakta,sabah namazından bir saat sonra açılmaktadır.Şimdi dağlarda da bir çok nöbetçi bulunduruluyor.Paşa Spinalonga'daki idareciye tehditler savurup,Venedik'e şikayette bulunmasını,korsanların bu körfeze bir daha adım atmaması için her türlü tedbirin alınmasını istemiş.Bir kaç yıl kimse bu çeşit saldırıya yeltenmemiştir.Adanın güneyi,kuzeydeki ve kuzey batıdaki kadar dağlık değildir.Geniş, güzel ovalarda eski şehirlere ait bir çok harabeye rastlanır.Girapetra'nın 10 mil doğusunda şimdi İro Dağı diye anılan dağın altındaki bir mağarayı görmeye gittim.Burada St.Paul'ün'vaaz verdiği büyük bir kilise vardı.Kayalardan oyulmuş 12 sütunu Hıristiyanların geceleri çalışarak meydana getirdiği söyleniyordu.Bazılarının dediğine bakılırsa,bu bir aydan kısa zamanda tamamlanmış.Yakındaki çeşmede de St.Paul çocukları vaftiz edermiş.Şimdi bu azizin adını taşıyan çeşmenin suları çok şifalıymış.Bilhassa göz hastalıklarına iyi geliyormuş.Girapetra'dan Bonifacio'ya güzel ovalardan geçerek,at sırtında 14 saat yolculuk ettim.Kuzeydeki yüksek dağların arasında vadiler ve selvi ağaçları,tepenin üstündeki Bonifacio'da ekseriyetle fakir fakir Rumlar yaşıyordu.bir de mevki itibariyle Girit'teki Başpiskopos'tan sonra geldiğinisanan Metropolit vazifeliydi.Bölgedeki iki İtalyan kilisesinin etrafına,koyunların girmemesi için duvar çekilmişti.Rumların da 4 küçük kilisesi vardı ama sadece biri burada yaşayanlara hizmet vermeye yeterliydi.Ahali oturdukları yeri Bonifacio (İyi yüz) yerine artık ''kötü yüz'' anlamında Malefacio diye adlandırıyorlar.Çünkü eskiye nazaran her şey öylesine değişmiş ki.Bonifacio ile Labarinth arası 10 mil tutuyor.Daha doğrusu bu ovalık araziden batıya at sırtında üç saatte gidiliyor.Buradaki yapılar hakkında da çeşitli şeyler işittik.Komşu köylerden birinde dünyaya gelen Sinyor Venetando'nun anlattığına göre Labarinth'de vaktiyle bir kral yaşarmış.Kadınlardan nefret eden kral,bu yerde bir saray yapılmasını emretmiş.Fakat kendine bağlı olanların dışında hiç kimseyi içeri almamış ve hayatını gizlilik içinde sürdürmüş.Ancak sarayın yakınındaki Zeus tapınağında ibadet etmek için dışarı çıkarmış.Kral Labarinth'de ömrünün sonuna kadar yaşamış.Kendisine muhteşem bir anıt mezar yapılmış.İşte ziyaretçilere bu mezarın kalıntıları gösterilmekte.Labarinth 2 milden geniş.Üstü toprakla örtülü mazbut bir yer.İki meşale ve fenerle içeri girdik.Düzgün yol bize istikametimizi gösteriyordu.Zemin düz,tavan kemerliydi.Kemerlerin bazıları da daha yüksekti.Yol birden kavislendi.Sütunların arasında ve yan taraflarda kiriş veya destek olup olmadığına iyice baktım.Ama sanki hepsi tek parçadan yapılmıştı.Anlatılanlara bakılırsa,kemerler çimentoyla birbirine öyle kaynaştırılmış ki,yapının tamamı bir parça gibiydi.Aynı yerde 4 kadem uzunluğunda,2 kadem enindeki bölmeler,mezar olarak hazırlanmış.Mağara da çok yarasa vardı.Bazıları çok iriydi.Küme küme tavanda başaşağı sarkıyorlardı.Kanatlarına meşaleyi tutup,korkutmaya çalıştık ama derin uykudaydılar.Kuzey rüzgarları estiği zaman hep böyle uyurlarmış.Bahar gelince de saraylarını terkederlermiş.Labarinth'deki 80 yardalık yolumuzun sonuna varıp,geri döndük.Bir saat boyunca çok hoş vakit geçirmiştik.Bölge bataklıklarla doluydu.Yağmurda sular sızarken,kuzey rüzgarları bataklıkları kurutuyormuş.Labarinth'in uç noktasında bir göl vardı.Söylenenlere göre göle girmeye kalkışanlardan bazılarını sular çekivermiş.Merakımıza rağmen,böyle bir şeyi göze alamadık.Anlatılanlar doğru olmasa bile,suyun ağır ve pis kokusu insanı tiksindirmeye yetiyordu.Güneyde,yakındaki iki kiliseli bir köye ulaştık.Sanırım vaktiyle bir tapınakmış.Güneybatıya 10 mil uzaklıkta önceleri İda denilen Psillo Vuano Dağı göze çarpıyordu.Her gün saat 4'te Labarinth'in üstüne gölgesi vuran bu dağda bir kaç güzel manastır bulunuyordu.Orman ve servilerle çevrili manastırların yakınında sayısız çeşme akıyordu.Bazılarının dediğine bakılırsa,tepeden Berberilerin kıyıları görülürmüş.
Labarinth'den Kandiye'ye at sırtında ovaların içinden geçip 10 mil yaklaştık.Sağda yolun 1 mil ötesindeki muhteşem manastırİsa peygamber'e ithafen Büyük İmparator Konstantin'in emriyle yapılmış.Bu yapı Rumların elinde kalıp,hep ihtişamını korumuşken,son savaşta bir hayli tahribata uğramıştır.Bölgede bir çok manastır varsa da bakımsızdır.Papazı olmadığı için kapalıdır.
Candia Novo (Yeni Kandiye),Kandiye şehrine takriben 6 mil uzaklıktadır.Batısında Jove Dağı yer alır.Buradaki mazbut kalede Türkler kuşatma sırasında cephane ve hazinelerini saklamışlar.Denize nazır bu yüksek tepede şimdi Rumlar yaşar.Kalede Türklere ait bir garnizon bulunmaktadır.Paşa,liman makamlarına müracaat ederek,garnizonu Kandiye'ye nakletmek istemişse de cevap alamamıştır.Paşa'nın amacı Türklere karşı mücadele eden kaleyi yıkmaktır.Kale kalıntıları ile bu yerleşim bölgesinin,
denizlerin ortasındaki en güzel şehirlerden biri olduğu muhakkaktır.Adanın kuzeyinde Canea ile Sittia'nın hemen hemen ortasında güzel bir körfezde kurulan Kandiye,kuzey rüzgarlarına karşı,200 yarda uzunluğunda dalgakıranı olan bir limanla korunur.

BERNARD RANDOLPH
EGE TAKIM ADALARI/Arşipelago
Çeviren Ümit Koçer
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir