Behlül Kundura (İzmir)

Giritli Tanınmış şahsiyetler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
meaculpaksk
Mesajlar: 1116
Kayıt: 14 Tem 2019, 14:22
Konum: Ankara
Teşekkür etti: 9 kez
Teşekkür edildi: 1093 kez
İletişim:

Behlül Kundura (İzmir)

Mesaj gönderen meaculpaksk » 26 Ağu 2019, 12:03

İzmir’de Eşrefpaşa; Eşrefpaşa’da Behlül… 1923 yılından bu yana kalite çizgisinden asla ödün vermeyen Behlül Kundura, el işi ayakkabı yapımında hala bir numara
İzmir’in şahsına münhasır kelimeleri vardır. Örneğin, başka illerde çekirdek diye bilinen kuruyemiş bizde çiğdemdir. Sokakta dolaşan bey amcadan ‘mısır’ istersiniz ama o size ‘darı’ verir. ‘Behlül’ de kitaplarda okuduğumuz, dizide hayran olduğumuz karakter değil; delikanlıların semti Eşrefpaşa’da tarihi adım adım izlerken dimdik ayakta durmayı başaran kunduracının ismidir.

Resim

Kuruluşu, Cumhuriyet’ten bile öncelere dayanan, İzmir’de ‘Kaliteli ayakkabı nereden alınır?’ diye düşünülünce akla gelen mekanların başındaki Behlül Kundura, birçoğumuzun dedesi ve babasının gözdesi, düğün ve sünnet ayakkabısı alırken uğradıkları tek adres. Orhan Gencebay’dan tutun da İbrahim Tatlıses’e kadar birçok sanatçının tercih ettiği Behlül Kundura, aslında en çok kentin giyim kuşamına dikkat eden külhanbeylerinin onu tercih etmesiyle ön plana çıkmış. Başarılarının sırrını asla kaliteden ödün vermemeleri ve her zaman müşterilerine verdikleri sözleri tutmaları olarak açıklayan mekanın üçüncü kuşak sahibi Mustafa Güldallar ve gelecekteki halefi Eren Narin, Behlül Kundura’nın geçmişten bugüne serüvenini Ege Telgraf’a anlattı.

Resim

Resim

GİRİT’TEN GELMİŞ…
Dedesinin hatıralarını hala saklayarak Behlül Kundura’yı yaşattığını söyleyen Mustafa Güldallar, “Dedem Behlül Güldallar daha sonra da babam Cafer Güldallar burayı işletti. Dedem, Atatürk Cumhuriyet’i ilan ettiğinde Eşrefpaşa’da dükkanı olduğunu, haberi duyduğunda fener ve bayraklarla süslediği dükkanı kapatıp eğlencelere katıldığını anlatırdı. Behlül dedem, İstiklal Savaşı sırasında bir İtalyan gemisi ile kaçak olarak Girit Adası’ndan İzmir’e gelmiş. Daha önceden kayınpederi ve kayınvalidesi Ballıkuyu tarafında Abbas Tarlası civarında reçberlik (bahçevan) yapıyormuş. Dedemi İzmir’de casus sanıp sorguya çekmişler; o da kayınpederi ve validesinin ismini kullanıp kurtuluyor. O zamanlar İzmir’e geldiğinde Yunan askerlerinin daha Kordonboyu’nda yerde yattığını anlatırdı. Kısa bir dönem İkiçeşmelik Caddesi üzerinde dükkan açmış ancak Eşrefpaşa’nın daha hareketli bir yer olduğunu görünce dükkanı kapatıp buraya yerleşmiş. O zamandan beri Eşrefpaşa’dayız” dedi.

Dedesinin bir dönem ziraata merak saldığını ancak ayakkabıcılığı da aksatmadığını söyleyen Güldallar, “Babam 17 yaşına geldiğinde işler tamamen onun üzerine kalmış. 20 yaşlarında babam askerdeyken bir dönem daha dedem işinin başına dönmüş ama daha sonra işlere babam devam etmiş. Bende ortaokuldan ayrılıp dükkana çalışmaya geldim. Askere gidene kadar hep el işi çalıştık. 1977 senesinin Eylül ayında dedemi kaybettik. 1980 senesinde babam dükkanın sorumluluğunu bana verdi ama 20 sene yine beraber çalıştık. Daha sonra yaşı da ilerleyince ‘Sen benden daha güzel işler yapıyorsun artık hazırsın’ diyerek tüm sorumluluğu bana verdi. Benim en büyük şansım eşimin iki erkek kardeşi. Onlar da beni çok sevdiler ve yanıma gelip benimle birlikte çalıştık. Birlikten de kuvvet doğar derler ya, onlarla birlikte bugünlere kadar geldik” ifadelerini kullandı.

EŞREFPAŞA KÜLTÜRÜ
Eskiden Eşrefpaşa’nın şehir merkezlerinden biri olduğunu dönemin ileri gelen ailelerinin burada yaşadığını belirten Güldallar, “Eski belediye reislerinden Selahattin Akçiçek’in bölgeye çok faydası olmuş. Ben çok az hatırlıyorum ama o zaman Üçyol diye bildiğimiz çevreyolu yoktu, otogar Basmane’deydi. Şehir dışından gelen otobüsler buradan geçtiği için çok hareketli bir yerdi. Eskiden nüfusun çoğunluğunu Giritliler, Libya’dan gelen Araplar ve Tatarlar temsil ediyordu. Külhanbeylerimiz de dillere destandı. Çoğunun zihniyeti dayanışma ve yardımlaşmadan yanaydı. Kendi aralarında kabadayıvari hareketleri vardı. İngiliz kilodu, kuşaklar, yelekler ve sivri burun ayakkabı… O dönemde çok meşhurmuş. Hepsinin mazlumdan yana bir tavırları vardı. Eşrefpaşa kültürü bambaşkaydı; esnafına, komşuluğa, yardımlaşma ve dayanışmaya değer veren bir ilişki vardı. O zamanları hayal meyal hatırlıyor ve çok özlüyorum. İzmir artık değişti, eskiler de pek kalmadı…” dedi.

HEPSİ EL YAPIMI
1980’li yıllardan 2000’li yıllara kadar işlerinin çok yoğun olduğunu söyleyen Mustafa Güldallar, şu ifadeleri kullandı: “Ayakkabıya meraklı herkes bize koşuyordu. Başta Urfa, Diyarbakır, Malatya, Van, Gaziantep’ten çok müşterimiz vardı. Yaklaşık 30 sene bir nesle çok fazla ayakkabı sattık. İlk kurulduğumuz yıllardan bu yana profilimizde çok fazla değişiklik yapmadık. Şu anda en büyük sıkıntımız malzeme… Eski malzemeleri bulmak çok zor. Eskiden ağaç çividen ayakkabı yapardık, şimdi onlar kalktı. Tabana koyduğumuz kösele astarı artık yok. En büyük avantajımız eski ustalarımızdan hala sağ olanları var. Onlar el işçisi olarak çalışabiliyorlar. En az 30-35 senedir çalışan ustalarımız var. Onlarla hala devam ediyoruz. Karabağlar’da bir imalathanemiz var. Bütün ayakkabılarımızı burada yapmak gibi bir şansımız olamıyor. Ayakkabılarımız Karabağlar’da ki imalathanemizde kesilir ve sayaları dikilir. Bir kısmını orada yaparız bir kısmını da burada yaparız. Bizim asıl işimiz ise sipariş ayakkabı yapmak. Ayak tarzına göre ayakkabı yaparız. Rahmetli dedemden beridir öyle gideriz. Müşterimizin ayak ölçüsünü alır, gün veririz. Gençlik artık jurdan olarak bilinen altı lastik ayakkabıyı kösele olarak giyiyor. Kösele için kullandığımız sığır derisi Fransa’dan geliyor, bizim yerli malımız kösele olmuyor. Bizim ürünlerimiz rahmetli dedem zamanından beri hakiki deri, hakiki meşin ve hakiki köseleden oluşuyor. Suni herhangi bir şey bulamazsın. Eskisi gibi kalfa, işçi de bulmak zor oluyor. Kaliteyi bozmadık. Yani kısacası modellerimizden, kalıplarımızdan bir de kaliteden vazgeçmediğimiz için bugün ayakta durabiliyoruz.”

‘ÇİZMEYLE BAŞLADI’
İşe ilk önce çizme ile başladıklarını daha sonra bunu geliştirerek ilerlediklerini söyleyen Güldallar, “Bekçiler, polisler, çobanlar çizme giymeyi severdi. Onlar için körüklü ve kıvırcık çizme yaparlardı. Daha sonra çekme potin yapmaya başladık. Atatürk zamanında iş, iskarpin ayakkabıya döndü. Bağcıklı ayakkabıya molyer, bağcıksız ayakkabıya da makosen derdik. Eşrefpaşalılar en çok yumuşak deri, yani genelde oğlak derisinden, sivri burun ve yumurta topuk ayakkabıyı severlerdi. Ona avare veya içten lastikliyse tulumbacı denirdi. Bu neslin hepsi genç değil. Orta yaşlısı var, yaşlısı var. Biz hala o meşhur ayakkabıları yapmaya devam ediyoruz. Baya da ilgi görüyor. Fiyatlarımız da uygun. Kendimiz ürettiği için sadece işçilik parası koyup satıyoruz” dedi.

YENİ NESİL ELİ…
Güldallar’ın yanında küçük yaşta çalışmaya başladığını söyleyen Eren Narin, bu uğurda okulunu bile yarım bıraktığını söyledi. Ustalarının çok çaba sarf ettiğini ve kendisinin de buna layık olabilmek için çok çalıştığını vurgulayan Narin, “Günün şartlarına uymak için çeşitli çalışmalar yapıyoruz ama geçmişten edindiğimiz tecrübeyi asla bozmuyoruz. Hem insanların rahat ve kaliteli ayakkabı giymesi hem de bize daha kolay ulaşmaları için uğraş veriyoruz. Günümüzde sosyal medya çok aktif bir şekilde kullanılıyor. Bizim de sosyal medyada yer almamız için çok talep geldi. Hem Facebook hem de Instagram üzerinden sayfa açarak Whatsapp hattı da kurduk. Kargo yoluyla siparişlerimizi de iletiyoruz. Tarz olarak çok büyük değişikliğe gitmeyeceğiz ama müşterilerimize daha rahat ulaşabilmek adına da teknolojiyi takip etmeyi sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.

Resim

Son olarak tüm İzmirliler’e çağrıda bulunan Narin, “Bu tarz işletmeler çok az kaldı. Sanata önem veren firmalara destek olmalarını istiyoruz. İthal ürünler yerine kendi kentlerinde hayata geçen ürünleri tercih etmelerini rica ediyoruz” diye konuştu.
Resim

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Google [Bot] ve 4 misafir