Re: Girit ve dil Metin Özer

Girit Konulu Dergiler
Cevapla
eyuphuseyin konulu mesaj eyuphuseyin tarafından 14 Kas 2019, 23:10 tarihinde silindi.
Mesajı görüntüleyin.

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Girit ve dil Metin Özer

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Kas 2019, 23:09

Girit ve dil

Girit'in kaybında dilin önemi ve terör ile yıldırma.

Dr.Metin Özer


Girit’in kaybında dilin önemi ve terör

Tıp doktoru olmam nedeniyle halkla sürekli temasta olduğumdan, onlardan dinlediğim tarihi anıları unutulacağı kaygısıyla kişilerin de izinlerini alarak kayda geçirmekteyim. Bugün bu kaynak kişilerin birçoğu artık hayatta olmamasına karşın yazılarımda ve kitaplarımda yaşamaktadırlar. Üniversitelerin yeni yeni yapmaya başladığı sözlü tarih çalışmalarını
literatür niteliğindeki yazılı tarih belgeleriyle bir araya getirerek doğruluklarını kanıtlama yoluna gitmekteyim. Yaklaşık 10 yıldır Girit ve Giritliler benim özellikle üzerinde durduğum konulardır. Çünkü bugün ülkemizde yaşananlar geçmişte Girit’te aynen yaşanmıştı. Geçmişte yaşanmış benzer ibretlik olayları kayda alıp yeni nesillere anlatmak her aydının görevi olmalıdır.

1960’lı yıllarda anneannem ve dedemi ziyarete gittiğimizde eğimli bir arazide olan evlerinin bahçesinde oynardık. Yan tarafta yol seviyesinin altında kalan tek katlı, tek göz oda ahşap bir ev vardı. Evin güneş ışığı görebilmesi dedemin bahçesine bakan bir pencere açılmasıyla olasıydı. Dedem yan komşularına bu izni vermişti. Yaşlı bir kadın bahçeye bakan bu camdan bizi seyrederdi. Orta yaşlardaki kızı ile tek göz odada oldukça kötü şartlarda yaşıyorlardı. Onun gerçek ismini bilmiyorduk, herkes ona “Girit Nine” dediği için aramızdaki ismi de buydu. “Girit Nine”, Sayın Atilla Ulman’dan ismini yeni öğrendiğim tepeden tırnağa simsiyah “Habara” giydiği ve anlamadığımız bir dille konuştuğu için, bize sevgiyle yaklaşsa da ondan ürkerdik. “Girit” diye bir yerden gelmişlerdi. Çocuk yaştaki merakım bu kadınların “Gavur” olup olmadığıydı. Anlamını bilmediğim, ama iyi bir şey olmadığını tahmin ettiğim
bu sözü mahalledeki diğer çocuklardan öğrenmiştim. Rahmetli dedemden aynı cevabı almama rağmen ara ara aynı soruyu sorardım. Dedem; “Türkçe konuşamıyorlar, ama onlar Müslüman- Türk” derdi. Bu “Gavur” lafı bizim küçük kafalarımıza nasıl girmişti?

Girit; 25 yıl süren Osmanlı –Venedik Savaşı sonunda 1669’da Osmanlı topraklarına katılmıştı. Giritli Türklerin adadan kaçışları Ortodoksların 1770’deki ilk ayaklanmalarından itibaren başlamış, mübadele döneminde son bulmuştu. Bu insanların birçoğu Anavatana geldikten sonra “Gavur” damgasından kurtulmak için, evde bile “Giritlice” konuşmama kararları almışlardı. Özellikle “Giritlice” yazıyorum, çünkü bu Yunanca-Türkçe karışımı bir dildi. Bu konu Prof. Dr Hakkı Bilgehan’ın Girit’i ve dilini incelediği kitabı ile rahmetli Erol Ergir’in “Girit’li Mustafa” isimli kitaplarında açıklıkla ele alınmıştır.

Bugün ülkemiz üzerinde oynanan oyuna benzeyen “Bölgesel özerklik” anlamındaki ” Halepa Sözleşmesi” ile kentlerin yönetimi ada Ortodoksların eline geçmiş oluyordu. Özerklik döneminde bu durum baskıya dönmüş, Yunanca konuşmayanlar günlük yaşantıdan bile dışlanmıştı. Girit’e ilk geldikleri dönemde; Rumlardan sayıca fazla iken, Türkçe dışında bir dile ihtiyaçları olmuyordu. 1878’deki Halepa Sözleşmesi sonrasında ise postaya verilecek mektubun üzeri Yunanca yazılıp, Yunan Prens’inin fotoğrafının olduğu pul yapıştırılması gerekiyordu. Sadece çocuklar değil, Türkçe konuşan büyükler de en basit işlerini görebilmek için kendi dilleri yerine Yunanca öğrenmek zorunda kalıyorlardı. 1899 yılından sonra doğan Girit Türklerinin ana dili, Girit Yunancası olmuştu. Sadece Türkler değil adadaki herkes Yunanca konuşmaya zorlanıyordu. “Zorba” romanının yazarı Nikos Kazancakis (1883-1957) “El Greco'ya Mektuplar” adlı eserinde kendisinin Arap kökenli olduğunu söyler. Giritli
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Re: Girit ve dil Metin Özer

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Kas 2019, 23:12

Ortodokslar bugün bile kendilerinin Yunanlı olmadığını özgün bir dilleri olduğunu haykırmalarına karşın onların da asimilasyonu sürmektedir.

Anadolu’ya gelenlerin çoğunun az Türkçe bildikleri ya da hiç bilmedikleri bir gerçekti. Cumhuriyet döneminin en ünlü Türkolog ve dilcilerinden biri Kandiya doğumlu Ahmet Cevat Emre kendi anlattığına göre Türk dilini ancak 7 yaşında öğrenmişti. Ada elden giderken, onların da dillerini feda edip, Yunanlaşmaları hedefleniyordu. Tüm bu gelişmeler adada sözde Osmanlı idaresi varken gerçekleşiyordu. Sonunda 1910’da Girit Meclisi Yunanistan’la birleşme kararı almıştı. Girit bunca ödüne karşın 1913’te uçtu, gidiyordu. Hem de 25 yılda yüz binlerce kişinin kanı pahasına alınan ada, Osmanlı ordusunun bando mızıka
eşliğinde tek direniş göstermeden çekilmesiyle Yunanistan’a bırakılıyordu. Adanın Müslüman Türk nüfusu eridikçe eriyordu.

1895-1897 yılları arasında Girit’teki Osmanlı askeri birlikleri ve Türk köyleri, kasabaları çeteler tarafından kuşatılırken; Osmanlı idarecileri ateş edilmedikçe karşı konulmamasını istiyordu. Bundan cesaret alan çetelerin toplu katliamları birbiri ardına gelmeye başlamıştı. Estiye köylerinde Türkler camilere kapatılıp petrol, kükürt gibi şeylerle ateşe veriliyor veya topluca kesiliyorlardı. 15 köyde yaklaşık 2500 kişiden ancak 25 kişi canını kurtarabilmişti.

1941 doğumlu Güler Can’ın babaannesi o zamanlar ilk eşiyle yaşıyormuş. Torununa o kötü anıları şöyle anlatmış: “ Köydeki katliamda 41 erkek çeteciler tarafından kesilmişti. Köy mahşer yeri gibiydi. Gövdeler bir yanda başlar bir yandaydı. Eşimi belindeki kuşaktan tanıyabilmiştim. Kadınlar ne yapacaklarını bilmez halde bir araya toplanmışlardı. Komutan kadınları, çocukları “ Sen oraya, sen buraya” diye ayırmaya başlamıştı. Sonradan öğrendiklerine göre; amacı güzel kadınları, kızları, çocukları ve yakışıklı delikanlıları Atina’ya gönderip, onları Hıristiyanlaştırmaktı. Beni de Atina’ya gideceklerin arasına koymuşlardı. Babamın eski kahyası Yani ortaya atılıp “Bakın bu kadın 3 günlük loğusa. Götürürseniz yollarda ölür. Ben iyileşesiye kadar bakarım. İyileşsin sonra alın” dedi. Beni o
kargaşadan çekip aldı. Bu vefalı adam bana geçmiş günlerdeki gibi “Küçük hanım” anlamında “Hanumaçi” olarak hitap etmeye devam ediyordu. Bana “Evladım, Hanumaçimu, ben babanın yanında çalışıp, çok ekmeğini yedim. Seni hayatım pahasına da olsa koruyacağım” derken, sesi titriyordu. Vefakar Yani’nin karısı yaşlı Eleni beni ve bebeğimi gizledikleri şarap mahzeninde çorba içirmeye çalışırken; ben ise zehir getirmeleri için yalvarıyordum. Zehir içip ölmek daha az acı verici olacaktı. Kiria Heleni (bayan eleni) hala daha “ Pedimu (çocuğum),
iç şu tavuk çorbasını, gayret et. Pedimu insanın acıyan yeri ayrı, acıkan yeri ayrı. İç şunu, iç” diyordu. Bir süre sonra kendime gelmiştim. Yani beni ve bebeğimi buradan kurtaracağını söyledi. Bir gün tan yeri ağarmadan beni ve bebeğimi bir küfe içersinde, eşeğe bindirdi. Üzerimizi otlarla sıkıca örterek görünmemizi engelledi. Bebeğin ağlamaması, ses çıkarmaması için dua ederek bin bir sıkıntıyla yolu aştık. Bizi Estiye Limanına kadar götürüp, ablama ve enişteme ulaştırdı. Vefakar Yani’yi her zaman minnetle ve saygıyla andım”.

1926 doğumlu Fatma Özerten Resmo’lu bir aileden gelmekte. Emekli olduğu 1979 yılına kadar 20 yıl boyunca Bornova Kaymakamlığında katibe olarak görev yapmış. Babası 1866 doğumlu Hacı İbrahim Özerten polis olarak görev yaparken Resmo’dan 1891 doğumlu
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Re: Girit ve dil Metin Özer

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Kas 2019, 23:14

annesini gelin olarak getirmiş. 1911 yılında Resmo’dan Bornova’ya gelin gelmiş olması Giritlilerin evlenecekleri kişiyi ne kadar titizlikle seçtiklerine iyi bir örnektir. Bazı yazarların dediği gibi “Giritli erkeklerin çoğunlukla Ortodoks kadınlarla evlendikleri, o yüzden de çocukların Yunanca konuştukları” eksik tezine de iyi bir cevaptır. Osmanlı, Balkanlar ve Kuzey Afrika’da zor günler yaşarken, Girit’li Rumlar Halepa Sözleşmesinin hazırladığı ortamda 1910 yılında Yunanistan’la birleşme kararı almışlardı. Fatma Hanım’ın annesi Bornova’ya gelin olarak gelene kadar “Çete saldırıları nedeniyle evden hiç dışarı çıkmadığını, Girit’teki tarlalarını bile görmediğini” anlatırmış. Kuran okuyabilen, Osmanlıca yazabilen, Giritlice yanında Türkçeyi de çok iyi konuşan bir insanmış. Bu anlatı da bize ailenin Resmo’daki evinde Türkçe konuştuğunu göstermektedir.

Mübadele sırasında gelenlerin çoğu artık Türkçe bilmiyorlarmış. 1939 doğumlu Atilla Ulman’ın dedeleri mübadele ile Resmo’dan Ayvalık Cunda’ya gelmişler. Dedesi Fahrettin Efendi Resmo’da okulu olan aydın bir kişiymiş. Okulunda dersler Osmanlı alfabesiyle Türkçe verilirmiş. Fakat Halepa Sözleşmesi sonrasında giderek Türkçe konuşmaları engellendiğinden, hatta Girit Yunanistan’a bağlandığından adada Yunanca resmi dil olmuş. Giritlice bile değil de tamamen Yunanca konuşmaları gerekmiş. Fakat yine de bazı aileler çocuklarına aile içinde Türkçe öğretmeye devam etmişler. Atilla Ulman’ın ailesi hem Giritlice, hem de Türkçe konuşuyorlarmış.

Atilla Ulman’ın anlattığına göre; Derviş Ağa Resmo’da çok sevilen, fakir bir insanmış. Ramazan günü iftara davet edilmiş. Atilla Bey’in anneannesi Giritlice sormuş. “İftarda ne yedin Derviş Ağa”. O da “Giritlice söylemeyeyim. Aranızda hamile olan gençler varsa; aşerip, çocuğunu düşürmesin” demiş. “O zaman Türkçe söyle Derviş Ağa” demişler. Etli patates yemiş olan Derviş Ağa; yarı Türkçe, yarı Giritlice konuşmaya çalışırken; sadece “Patates” kelimesini Türkçe kullanabilmiş. Atilla Bey, “Halepa Sözleşmesi öncesi Türkçenin bilindiğini, fakat konuşulamadığından unutulduğunu ve gençlerin genelde Türkçe öğrenemediğini” düşünmektedir.

Terör baskısıyla yeni bir Halepa Sözleşmesine zorlandığımız bu günlerde Girit’te geçmişte tezgahlananlar unutulmamalıdır. Osmanlı terör ile Girit’te tanışmış, bu süreç Balkanlarda sürmüş, sonra yaşadığımız topraklara taşınmıştı. Cumhuriyet kurulduğu günden beri de ülkemiz insan ve maddi kaynakları terörle yok edilmektedir. Terörün bir hedefi de önemli birleştirici öğe olan Türk dili olmuş, Türk dili yerine başka diller konularak birliğinin bozulması hedeflenmiştir.

Uz. Dr. Metin ÖZER



Bu yazı İzmir İzmir dergisinin 115. Sayısında yayınlanmıştır.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir