GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Girit ile ilgili Tezler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 18 Ağu 2019, 23:47

Girit'in özerkliğini ilan ettiler. Buna göre Girit adası Osmanlı Devleti'nin hakimiyetinde tarafsız ve muhtariyete sahip bir eyalet oluyordu. Adaya, ilgili devletlerin de onayı ile Sultan tarafından beş yıl için Hıristiyan bir vali tayin edilecekti. Türklerin de temsil edildiği seçilmiş bir yasama meclisi bulunacak, onun kararları Osmanlı Devleti'nin müdahalesi olmadan valinin onayıyla yürürlüğe girecekti. Türklerin can güvenliği ve mal emniyeti temin olunduktan sonra Türk askeri adadan çekilecekti. Girit idaresi, Osmanlı Devleti hazinesine yıllık maktu bir vergi ödeyecekti.

18 Aralık 1897'de büyük devletler Girit'in Osmanlı hakimiyetinde özerk hale getirildiğini açıkladıkları sırada adanın dağlık bölgelerinde Türk ve Rum halkları arasında çatışmalar devam ediyordu. Osmanlı Hükümeti adaya eski sadrazamlardan Cevat Paşa'yı göndererek duruma hakim olmaya çalıştı. Cevat Paşa'nın varlığı Türklerin moralini yükselttiğinden kırsal bölgelerde Rum baskısına dayanamayarak Kandiye'ye sığınan Türklerle şehrin Türk unsuru birleşerek Rumlara karşı koydular. Çıkan olaylarda İngiliz konsolosu da öldürüldü. İngiliz amirali şehrin Osmanlı komutanından, silah kullananların kendisine teslimini istedi. Evler aranarak birçok kişi tevkif edilip İngiliz gemilerinde hapsedildi.

4 Ekim 1898'de adayı işgal eden büyük devletlerin Girit'teki karışıklıklardan, Osmanlı yönetimini sorumlu tutan ortak notası, Fransız elçisi tarafından Babıâli'ye verildi. Bu notaya göre:

1- Dört devlet Girit adasında sultanın hukukunu koruyacak,
2- Osmanlı Hükûmeti adadaki kuvvetlerini bir ay içinde çekecek, 3- Ada'da çoğunluğun arzusuna uygun yönetim kurulacaktır.
Osmanlı Devleti egemenlik haklarına ters düştüğü gerekçesiyle notayı reddettiyse de dört büyük devletin isteklerini zorla yerine getirmek mecburiyetinde kaldı. 19 Ekim'den itibaren Osmanlı askerleri Ada'dan çıkarılmaya başlandı. İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan birliklerinin Osmanlı askerlerinin boşalttığı stratejik noktaları işgaliyle, Girit fiilen dört büyük devletin hakimiyetine geçti.Ada'da sözde Osmanlı egemenliğinde özerk bir yönetim kurularak başına da vali olarak Yunan Prensi Yorgi'nin getirilmesine karar verildi. Çar ortak kararı II. Abdülhamit'e bildirdi. Avusturya, Almanya ve Osmanlı Devleti'nin karşı çıkmasına rağmen savaşta yenilen Yunanlılar, Yunan Prensi Yorgi'nin adaya vali yapılması suretiyle mükâfatlandırılmış oldu. Babıâli, işgalci dört büyük devletin baskısı üzerine, Prens Yorgi'yi Girit Genel Valiliği'ne atamak zorunda kalmıştı. Yorgi'nin 21 Aralık 1898'de Girit'e giderek adanın yönetimini eline almasından sonra büyük devletlerin askeri birliklerinin ve donanmalarının büyük kısmı Girit'i terketti.

1899'da Giritli hukukçu Elefterios Venizelos tarafından hazırlanan anayasa Girit Kurucu Meclisi tarafından kabul edildi. Prense yardımcı olmak üzere dört Rumla bir Türkten meydana gelen danışma kurulu ile bir meclis kuruldu. Bu suretle Girit'in, Osmanlı Devleti ile bağları kopartılarak, adada Yunanistan'ın etkisi altında adeta bağımsız bir devlet kuruldu.

1901 yılında Prens Yorgi, Girit'i resmen Yunanistan'a bağlamak istedi, fakat Avrupa devletleri buna engel oldular. 1905'de ise Yorgi, yönetiminden memnun olmayan halkın baskısı üzerine, valilikten çekilmek zorunda kaldı. Büyük devletlerin, Yunan kralından, Girit için yeni bir vali seçmesini istemeleri üzerine, eski başbakanlardan Zaimis bu göreve atandı. Böylece, tamamen bir Yunan adası haline gelmiş bulunan Girit, görünüşte de olsa bir müddet daha Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmaya devam etti.

5 Ekim 1908'de Girit Meclisi, adanın Yunanistan'a bağlandığını ilan etti. Osmanlı Devleti bu ilhâka karşı çıktığı gibi büyük devletler de Bosna-Hersek ve Bulgaristan bunalımlarının sürmekte olduğu sırada yeni bir meselenin daha çıkmasını istemediklerinden bu oldubittiyi tanımadılar. Bununla beraber İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya, Girit adasında bulunan askerlerini geri çekmeye karar verdiler. Osmanlı Devleti ise 30 Mart ve 27 Haziran 1909'da İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya'ya başvurarak, askerlerinin tahliyesini geri bırakmalarını istedi. Bu istek kabul edilmedi.Girit'in tahliyesi demek, Yunanistan'a bırakılması demekti. Bu tahliye nihayet 27 Temmuz 1909 Salı günü tamamlanmıştı.

Devletler askerlerini tamamen çektikleri gün Hanya kalesine Yunan bayrağı çekildi. Osmanlı Devleti'nde Girit'teki gelişmelere karşı büyük bir tepki doğmuş ve mesele bir Osmanlı-Yunan anlaşmazlığı halini almıştı. Büyük devletlerin baskısıyla olayların daha fazla büyümesi önlendi. Osmanlı Devleti, 3 Kasım 1909'da büyük devletlere bir defa daha başvurarak, Girit meselesinin kesin olarak çözümlenmesini istedi, fakat bu konuda zamanın daha gelmediği cevabını aldı. Bundan sonra Girit, 1912 yılına kadar, hukuk yönünden Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmaya devam etti.





Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 18 Ağu 2019, 23:53

1.6 GÖÇLER VE NÜFUS MÜBADELESİ

Büyük zorluklarla ele geçirilen Girit adasının bir oldubittiye getirilerek Osmanlı Devletinin elinden çıkması, Avrupalı devletlerin siyasi oyunları yüzünden olmuştur. 1699 yılında Osmanlı hakimiyetine giren adada sağlanan huzur ortamı, Fransız İhtilalinin ortaya çıkardığı milliyetçilik akımları sayesinde Osmanlı tebası devletlere de sıçramış ve artan bir hızla yayılmıştır. 1821 Mora isyanı sonunda 1830 yılında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkan Yunanistan’ın, Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlarla birleşme (Enosis) hayali taşıması ve Girit’teki Rumları ayaklandırma çabaları neticesinde Müslümanlara karşı yapılmaya başlanan zulümler, Giritli Türklerin adayı terk etmeleri sonucunu doğurmuştur.

1923-1924 yılındaki Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ile kesin sonuca ulaşan bu süreci daha iyi anlamak için, 19. yy boyunca adadaki Müslüman ve Hıristiyan nüfus oranının nasıl değiştiğine bakmak faydalı olacaktır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun en küçük yerleşim birimlerine kadar yazım ve sayım işlemlerinin yapıldığı 1840 Temettuat sayımlarının, adanın temettuat vergisinden muaf olması dolayısıyla Girit’te yapılmamış olması25, çeşitli dönemlere ait salname ve 1881 nüfus sayımı gibi resmi belgelerin sonuçlarının tartışılır olması adanın herhangi bir dönemdeki kesin nüfus rakamlarına ulaşmayı imkansızlaştırmaktadır.

Ayşe Adıyeke ve Nuri Adıyeke’nin belirttiğine göre, fetihten hemen sonra Anadolu’dan çeşitli gruplar adaya yerleştirilmiş ve 18. yüzyılın ikinci yarısında ada,
300.000 nüfusa sahip olmuştur. Bu nüfus içinde Müslümanlar 2/3 oranında çoğunluğa sahiptiler 1821’den itibaren hem ada hem de adadaki Müslüman nüfusunda hızlı bir düşüş görülür. Yaklaşık 10 yıl içinde ada nüfusu 260.000’lerden 170.000’lere ve bu nüfus içinde Müslümanların sayısı 50.000-60.000 civarına düşmüştür26.



25 Adıyeke A., Adıyeke N. a.g.e, s. 163
26 a.g.e, s. 165



1880-85 yılları ile ilgili olarak karşımıza iki çelişkili rakam çıkmaktadır. Engelhart, 1882 yılında nüfusu 150.000 Hıristiyan ve 50.000 İslam olarak aktarırken; Vedat Eldem’in verdiği toplam sayı ise 1884 yılı için 294.000’dir27.

1890’ların başında adanın üçte biri Müslüman üçte ikisi Hıristiyan’dı. 1897den sonra yunan baskı ve zulümlerinde kaçan Müslümanların nüfusu azalmaya başladı. Bu yılki ada nüfusu 300.000’dir. Bu toplam nüfus içinde Müslümanlar 70.000, oran olarak %23; Hıristiyanlar ise 230.000, oran olarak %77’ye sahipti. 1900lerde nüfus sayımında bu azalma belirgin hale geldi. 1900 ile 1908 arasında Müslüman nüfustaki bu azalma hızı yavaşlamıştır. 1900 sayımında 33.496 nüfusa sahip olan Müslümanlar 1908 yılında 37.000 olarak görülmektedir. Bu artışın nedeni Osmanlı devletinin halkı adada kalmaya teşvik hareketleriydi. Ancak tüm çabalara rağmen 1911 civarında adadaki Müslüman nüfus oranı % 8’e kadar düşmüştür. Geriye kalan bu oran da 1923’teki nüfus mübadelesi ile Anadolu’ya göçmüştür. 1911 yılındaki bu nüfusun sancaklara dağılımı ise aşağıdaki gibidir28.
TEZ 1.png
TEZ 1.png (2.72 KiB) 2921 kere görüntülendi
TEZ 2.png
TEZ 2.png (4.93 KiB) 2921 kere görüntülendi
27 Ayşe Nükhet Adıyeke, “Girit’in Yunanistan’a Đlhakı Sırasındaki Girit’teki Türkler” (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk Đlkeleri ve Đnkılap Tarihi Enstitüsü, 1999), s. 38 28 Ayşe Nükhet Adıyeke “Osmanlı Đmparatorluğu ve Girit Bunalımı 1896-1908” (Basılmış Doktora Tezi,
Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk Đlkeleri ve Đnkılap tarihi Enstitüsü, 1994) s.259-260 Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:02

Sonuç olarak, 1293 yılı Girit Salnamesi dışında adanın nüfusu ile ilgili çeşitli yazarların verdiği rakamlar belirli bir kaynağa dayanmamakta ve büyük değişiklikler göstermektedir. Bu da rakamların bir ölçüde güvenilmezliklerini ortaya koymaktadır29.

1923 Yılına Kadar Girit’ten Osmanlı Vilayetlerine Yapılan Göçler:


1830 Yunan İsyanı sonrasında, adada bozulan huzur ortamını yeniden kurmak ve otoritesini sağlamlaştırmak isteyen Osmanlı Devleti’nin, 1868 yılında Girit’e gönderdiği Sadrazam Ali Paşa, Hıristiyanlara oldukça geniş haklar tanıyan bir nizamname yayımlamıştı30. Ancak verilen bu haklara rağmen halk, Yunanistan’la birleşmek için fırsat kollamaya devam ediyordu. Bu fırsat 1877–1878 Osmanlı – Rus Savaşı ile gelmiş, Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü zor durumdan yararlanmak isteyen Hıristiyanlar yeniden ayaklanmıştı.

Bu sırada Temmuz 1878’te düzenlenen Berlin Kongresinde Yunanistan, Girit’in kendisine bağlamasını istemiş ancak bu isteği kabul görmemişti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, adadaki hakimiyetini güçlendirmek için Gazi Ahmet Muhtar Paşa’yı Eylül 1878’te Girit’e gönderdi. Avrupalı devletlerin de baskısı sonucu aynı yıl “Halepa Fermanı”nı kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu ferman Hıristiyanlara verdiği geniş haklar nedeniyle, Müslüman halkın daha da kötü bir duruma düşmesine neden oldu.
Müslüman teb’anın adadan göç etmesine neden olan Müslüman olmayan teb’anın baskıları, en belirgin olarak Halepa Sözleşmesinin ada içersinde uygulanması hususunda çıkmıştı. Giritli Müslüman halk, Müslüman olmayan toplumun geniş haklara sahip olduğunu biliyor ve sözleşmeye göre Hıristiyan vali tarafından yönetilmek istemiyordu. Müslüman olmayanlar da, Osmanlı yönetiminin gönderdiği valileri kabul etmiyordu. Bu anlaşmazlıklar neticesinde, adada her iki taraftan da ölüm haberleri




29 Ayşe Nükhet Adıyeke, “Girit’in Yunanistan’a Đlhakı ..., s. 39
30 Sawsan Agha Kassab, “2. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Vilayetlerine Đskan Edilen Giritli Göçmenler”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, c. IV, Ankara 1999, s. 697

gelmeye başladı31. 1883 yılında Hanya’da çıkan Vicdan gazetesi bu ölüm haberleri üzerinde durunca, Rumların aşırı tepkisiyle karşılaştı. Rumların gerçekleştirdiği baskılar ve cinayetler, Türklerin ada içersinde köylerden güvenli olan kentlere göç etmeye başlamalarına sebep oldu32.

1885 yılından sonra, Hıristiyanlar kendilerine verilen muhtariyetin sınırlarının genişletilmesini istediler. Büyük devletlerin konsoloslarının müdahaleleri de Rum halkı iyice cesaretlendirmişti33. 1889’da Hıristiyanlar vergi vermemeye ve kurdukları silahlı çetelerle Osmanlı kuvvetlerine saldırmaya başladı. İki toplum arasında mevcut olan düşmanlık, çatışmaya dönüştü ve Girt’te bir iç savaş çıkmasına sebep oldu. Bu tarihte artan iç göçlerin hasat zamanına denk gelmesi nedeniyle Osmanlı halkı köylerine döndürebilmek için köyüne dönecek her bir Müslüman’a 3 lira verdi. Ayrıca İstanbul’a gelen sığınmacılara geri dönmeleri karşılığı 100.000 krş verildi34.

Bu sırada Osmanlı Devleti Yunanistan’a savaş ilan etti. 1897 yılındaki bu savaşı Osmanlı Devletinin kazanmasına rağmen, savaş alanında elde edilen başarı, masa başında pekiştirilemedi.

18 Aralık 1897’de büyük devletlerin Girit’i, Osmanlı hakimiyetinde özerk ve tarafsız bir bölge ilan etmeleri, adadaki Rumları iyice şımarttı. 6 Eylül 1898’te Kandiye’de çıkan bir olay neticesinde, İngiliz Başkonsolosunun öldürülmesi olayları daha da karmaşık hale getirdi. Bunun sonucunda Đngiltere, Fransa, Rusya ve Đtalya Osmanlı Devleti’ne adadaki askerlerini çekmesi yönünde bir nota verdiler. Bu notanın reddedilmesine rağmen, dört ülke 5 Kasım 1898’te Osmanlı asker ve memurlarını adadan zorla çıkardı. Böylece adanın kontrolu bu dört devletin eline geçmiş oldu35.




31 Cengiz Parlak “Girit'ten Çanakkale'ye Göçler” Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2004, s.23
32 a.g.e, s.25
33 Sawsan Agha Kassab, s.698
34 Ayşe Nükhet Adıyeke, “Girit’in Yunanistan’a Đlhakı ..., s. 41
35 Sawsan Agha Kassab, s.699



1897 yılında Yunanistan’ın adayı işgaliyle birlikte göç olayları daha da şiddetli bir şekilde yeniden başladı. Kırsal bölgedeki Müslümanlar geride tüm mal varlıklarını ve hayvanlarını bırakarak şehirlere yığılmaya başladı. Ortodokslar ise onların boşalttığı yerlere geçtiler.

1898 geçici yönetim bu duruma bir çözüm getirmeyince 25 bini bulan sığınmacı Müslüman Büyük Devletlere başvurdu. İsyancı liderler Müslümanların köylerine dönmelerine ancak Osmanlı askerleri tümüyle adadan çekilince izin vereceklerini söylüyorlardı. 1898 yılı sonlarında Osmanlı tüm asker ve memurlarıyla geri çekilince Müslümanların güvenle köylerine dönmeleri sağlandı. Ancak zaten bu zaman içinde Müslümanların büyük çoğunluğu Anadolu’ya göç etmişti36.

21 Aralık 1898’de Yunan Prensi Yorgi’nin genel valiliğe atanmasıyla büyük devletler donanma ve askerlerini adadan çektiler. Bu çekilmeyle birlikte Türkler için tehlike arttı. Kıyı şehirlerinde perişan halde yaşayan Türkler adadan ayrıldıktan sonraki en önemli yerleşim yerleri, Ege denizi kıyıları olmuştu. Aydın vilayeti, Giritli göçmenlerin tercih ettikleri yerlerin başında geliyordu. Fakat buradaki artış bölgede yeni huzursuzlukların çıkmasına neden oldu. Bu gelişme, göçmelerin yeni yerlere yönlendirilmeleri gerektirdi. 1899’da Girit’ten göçmekte olanların sayısının 30.000’i geçeceği ve gelecek bu nüfusun İzmir’de işsizliğe yol açması sonucu, aç ve işsiz olan bu göçmenlerin, şehirdeki Hıristiyan bakkal ve fırınlara saldırarak büyük bir kargaşa yaratmaları riski ortaya çıktı. Bundan dolayı İstanbul’dan para istenerek göçmenlerin ihtiyaçları karşılanarak bunların Marmaris sahili, Adana ve Beyrut gibi yerlere sevk edilmeleri istendi37.

1899’da Aydın’dan gelen şifreli bir telgrafta, İngiliz ve Yunan vapurlarıyla şimdilik gelen 458 kişi ile Girit göçmenlerinin sayısının 10.158’e yükseldiği bildirilmişti38. Aydın ve çevresi göçmenler için oldukça uygun bir yerleşim alanıydı. Göçmenler Girit’teki zeytinciliği ve bağcılığı bu topraklarda daha iyi yapabileceklerini

36 Ayşe Nükhet Adıyeke “Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı 1896-1908” s.54
37 Cengiz Parlak, a.g.e, s.25
38 a.g.e, s.32

düşünüyorlardı. Bundan dolayı Aydın ve çevresini ikinci vatan olarak gördüler39. 1899’da giderek artan göçmenlerin yerleştirilmesi ve geçimlerinin sağlanması sorunu başladı. Bu dönem göçenleri yerleştirme amacıyla çeşitli yörelerde evler yapıldı.

Diğer yandan da tüm vilayetlere gönderilen beyannamede özet olarak şu esaslar yer alıyordu:
“İzmir’e gelen Girit göçmenlerinin hiçbir yerde sefalet çekmemeleri gereklidir. Bunun için Adana, Konya, Ankara, Halep, Beyrut, Suriye vilayetleriyle Bingazi ve Karahisar-ı sahib sancakları tahsis olunmuştur. Girit göçmenlerinin buralara yerleştirilmeleri rahat ve refahlarını sağlayacaktır. Ayrıca gidecekleri yerlerde ziraata uygun araziler tahsis edilerek Zirai alet ve edevat sağlanacaktır. Tohumluk zahire verilecektir iaşeleri için gereken para buralara gönderilmiştir. Ayrıca iskanlarını hazırlamak üzere mahalli komisyonlar oluşturulmuştur”40.

Osmanlı Devleti, Giritlilerin bir kısmını da Anadolu ve diğer illere gönderdi. Bu yerler, Konya, Adana, Hama, Bingazi, Derne, Karahisar (Afyon), Suriye, Halep ve Ankara oldu41.

Adada Girit Rumları, Müslümanları göçe zorlamak amacıyla son hamle olarak Müslüman esnafın
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:12

dükkanlarından alış veriş yapmamayarak bir “boykotaj” ilan ettiler. Boykotaj kısa zamanda etkisini göstererek 1910–11 yıllarında Müslüman nüfusun 30.000’in de altına düşmesine yol açtı. 1911’de Müslüman nüfus 27.852 idi42.

39 a.g.e. s.26
40 Ayşe Nükhet Adıyeke “Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı 1896-1908” s.263
41 Cengiz Parlak, a.g.e, s.28
42 Ayşe Nükhet Adıyeke “Osmanlı İmparatorluğu ve ….” s.263



1923 Nüfus Mübadelesi ile Anadolu’ya Yapılan Göçler


Türk Hükümeti mübadillerin zor durumda kalmaması ve mübadelenin düzenli bir şekilde yapılabilmesi için “Mübadele Đmar ve İskan Vekaleti”ni kurmuştu.

Vekaletin çalışmaları sonucunda Türkiye on iskan mıntıkasına ayrılarak bu mıntıkaların sınırları belirlendi. Buna göre;

Birinci bölge: Sinop, Samsun, Ordu, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat, Çorum
Đkinci bölge: Edirne, Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise, Çanakkale
Üçüncü bölge: Balıkesir vilayeti
Dördüncü bölge: İzmir, Manisa, Aydın, Menteşe, Afyon
Beşinci bölge: Bursa
Altıncı bölge: İstanbul, Çatalca, Zonguldak
Yedinci bölge: İzmit, Bolu, Bilecik, Eskişehir, Kütahya
Sekizinci bölge: Antalya, Isparta, Burdur
Dokuzuncu bölge: Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray, Kırşehir
Onuncu bölge: Adana, Mersin, Silifke, Kozan, Ayıntab, Maraş43.

Nüfus Mübadelesi Protokolü’ne göre, mübadiller taşıyabilecekleri bütün malları yanlarında götürme hakkına sahipti ve iki devlette buna bir engel koyamazdı. Bu mallardan her iki ülkede vergi alamayacaktı. Asıl önemli konu, mübadillerin terk ettikleri ülkede bırakacakları malların değerinin tespitiydi. Protokole göre, malların değeri, “altın para ile olan değeri esas alınarak” belirlenecek ve tutanaklar hazırlandıktan sonra mübadile, belirlenen değere göre, göç ettiği ülkede “aynı nitelikte mal” verilecekti. Fakat değer belirleme ve mal bildirim işleri hakkında birçok sorun ortaya çıktı ve bu konular üzerinde tam bir netlik olmadan mübadeleye başlandı.

43 a.g.e. s.59, 60

Mübadiller vapur ücretlerini kendileri ödüyordu fakat çok fakir ve yardıma muhtaç olanların ücretleri Türk hükümeti tarafından karşılanıyordu44.

Muhtelit Mübadele Komisyonu, Selanik, Kavala, Drama, Hanya, Kandiye ve Resmo’da beşer kişiden oluşan ara komisyonlar kurarak, mübadillerin nerelere gideceğini belirliyor ve mallarının kayıtları yapıyordu. Hilal-i Ahmer Cemiyeti de bu irkab iskelelerinde görevlendirdiği “İmdad-ı Sıhhi Heyetleri” ile gemilere binecek olan mübadillerin sağlık kontrollerini ve onların çeşitli hastalıklara karşı korunması için çiçek aşısı yapıyor, tifo, sıtma gibi hastalıkların yayılmaması için de hasta kişilerin karantinaya alınmasıyla salgını engellemeye çalışıyordu45.

…Vekalet ve Hilal-i Ahmer tarafından yapılan hazırlıklar devam ederken Yunanistan ve Girit’ten mübadil ve göçmenler gelmeye başladı. Türk gazeteleri de gelecek olan mübadil ve göçmenlerin haberlerini vermeye başladılar. İzmir gazetelerinden Ahenk Aralık 1923’te verdiği haberde, Hanya’dan Bahricedit vapuruyla 1.027 muhacirin hareket ettiğini bildiriyordu. Bu kafile, emniyetli bir şekilde 4 Aralık 1923’te Đzmir’e gelerek Kılazumen’de yetkililer tarafından karşılandı.
…1924 yılının Ocak ayı içinde Bursa, Mudanya ve civarına, Kandiye’den içlerinde yağcı, zeytinci, kunduracı, dokumacı, marangoz gibi mesleklere sahip 2.800 mübadil getirilmiş ve yerleştirilmişti. Ocak ayı içinde İmar ve Mübadele Bakanlığı müsteşarı Ömer Lütfü Beyin verdiği beyanata göre, Girit içinde Kandiye, Resmo, Hanya ve Đstiya’da nakledilmeyi bekleyen 14.000 kişi bulunuyordu. Bunların içinden Darıca’ya ve Erdek’e nakledilecek olan 2.500 kişi için, Türkiye ve Trabzon vapurlarının görevlendirildiği, bundan sonra Girit’ten geleceklerin bir kısmının Ayvalık ve Edremit, bir kısmının Mudanya Gemlik, diğer bir kısmının da Erdek Güllük ve Bodrum mıntıkalarına naklolunacağı

44 Kemal Arı, Büyük Mübadele Türkiye’ye Zorunlu Göç (192-1925), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1995, s. 22
45 a.g.e. s.24

belirtilmişti. Yine aynı ay içinde Kandiye’den Mübadele, İmar ve İskan Vekaletine imzasız olarak gelen bir telgrafta, Kandiye’de 9.000, Hanya’da 4.000, Resmo’da 2.600 ve İstiya’da 633 muhacir bulunduğu bildirildi ve vekalet bu rakamların doğru olup olmadığı hakkında bilgi almak için Kandiye’de b ulunan Türk sevkıyat reisi Mustafa Beye telgraf çekti. Ocak ayı başında Girit İrkab iskelelerinde Türkiye’ye doğru vapurlar mübadil ve muhacir yüklü olarak yola çıktılar. Türkiye vapuru Ocak ayının 5’inde 1.070 kişilik bir kafile ile Bodrum’a doğru hareket etti. Trabzon vapuru da 1.245 kişilik bir kafile ile Kandiye’den Güllük’e doğru yola çıkmıştı. Bu vapurlar göçmenleri Türkiye iskelelerine bıraktıktan sonra tekrar Girit’e gidip orada bulunan 3.00 kişiyi daha Anadolu’ya taşıdılar46.

…Mübadele, imar ve İskan Vekaleti’nden, Ocak ayı sonu itibarıyla gazetelere verilen beyanata göre, Türkiye vapuru İstiya’da irkab iskelesinde Darıca’ya gitmek üzere yükleme yapıyordu. Sulh vapuru Resmo ve Hanya’dan aldığı 1.450 mübadil ile Güllük’e doğru hareket etmişti. Sakarya vapuru da Kandiye’de bulunan 3.500 mübadili alıp Mersin’e çıkmak üzere, 28 Ocak 1924’te İstanbul’dan Kandiye’ye doğru hareket ermişti. 19 Ocak 1924’te Erdek’e Trabzon vapuruyla 1.245 Kandiyeli mübadil yanlarında 7 keçi, 1 koyunla geldi. Misafirhanede bunlara yemek, çorba vs. verilmişti. Aralarında 223 ziraatçı, 4 muallim, 2 kasap, 1 saraç, 3 esab-ı emlak, 3
kahveci, 4 nalbant, 1 berber, 1 arabacı, 3 sabuncu, 3 bakkal, 1 kâtip, 1 bıçakçı, 1 kunduracı, 1 kayıkçı, 1 debbağ ve bir miktar işçi bulunuyordu. Aynı gün akşamüstüne kadar ihraç muameleleri tamamlanmıştı.

Şubat ayı içinde de Yunanistan’dan ve Girit’ten Anadolu’ya mübadil ve göçmenler gelmeye devam etti. Ocak ayı sonunda Girit’ten Darıca’ya, 150 ailesi İstiya’dan ve 93 ailesi de Hanya’dan olmak üzere 901 kişilik bir kafile hareket etmişti. Yine aynı tarihte Hanya’dan Türkiye’ye vapurla 2.500 kişilik bir kafile İstanbul’a doğru hareket etti. 901 kişilik kafile, 9 Şubat

46 a.g.e. s. 71

1924’te Darıca’ya varmış ve ahali tarafından merasimle karşılanmıştı. Şubat ayı içinde, Kandiye’den Mersin’e Sakarya vapuruyla 3.000 kişilik bir kafile geldi. Mersin ve Tarsus’ta iskan edilecek olan 1.500 kişi, Mersin’deki misafirhanede 3 gün dinlendikten sonra emval-i metruke hanelerin iskan olundular. Diğer 1.500 kişinin 500’ü, Mersin civarına, 1.000 kişi de Taşucu limanına sevk edildi47.

(…) Ada içinde az bir göçmen kalmıştı. 19 Mart 1924’te Teşfikiye vapuru Resmo’dan 1.235 ve Hanya’dan aldığı 1.265 kişi ile Çanakkale’ye doğru hareket etti ve 1.177’si Çanakkale’ye ihraç edildi. 2.500 kişi yüklü olarak yola çıkan vapurdan Çanakkale’ye 1.177 kişinin inmesi ancak, diğer kesimin başka bir ihraç indirilmesiyle açıklanabilir48.

Diğer bir gazete de ise, 15 Mayıs itibarıyla Hanya’dan İstanbul’a
1.100 göçmenin geldiği yazıyordu. Bunların bir kısmı Daraca’ya diğer kısmı da Çanakkale’ye sevk edilecek deniliyordu.

Mayısın son haftasında Yunan bandıralı taşıyan Hiyos vapuruyla Hanya’dan Ayvalık’a 50 kişilik son kafile de gelmişti


47 a.g.e, s. 71
48 a.g.e, s. 72
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:17

BİRİNCİ BÖLÜM
HALK EDEBİYATI


1.1 MENSUR TÜRLER

1.1.1. Efsaneler Efsane 1 Guguk Kuşu
Bir kızın üvey annesi, kıza çok kötü davranıyormuş. Onu, çok ağır işlerde çalıştırıyormuş. Bir gün dolu yağ ve bal tenekelerini taşıtmış ama tenekeler çok ağır olduğu için kız tenekeleri devirmiş. Bu durumu üvey annesi öğrenince ona yine kötülük yapacağından korkmuş. Allaha dua etmiş. Kuş olmak için dilek dilemiş. Dileği gerçek olunca bir kumruya dönüşmüş.

Bu yüzden, “yağ dök tüüm, bal dök tüüm” diye bağıran bir kuş olmuş.
Kırlarda yuva yapmayıp, evlerin yanından uzaklaşmaması bu yüzdenmiş. (K.36)


Efsane 2 Kumru


Bir kaynana ve bir gelin varmış. Bir gün kaynana on dokuz tane ekmek yapmış, gelin de yardım etmiş. Ancak kaynanasından saklı bir ekmek yemiş. Kaynana saymış ekmekleri on sekiz tane; ne yaptın ekmeği demiş. Gelin on sekizdi demiş kaynana on dokuz, gelin on sekiz derken gelin Allah tarafından bir kumruya dönüştürülmüş ve uçup gitmiş. Böylece kaynanasından kurtulmuş.

Giritten gelen Türkler ilk geldikleri sıra Rumca konuşuyorlardı. On sekizin Rumcası “zekohto”, on dokuzun Rumcası ise “zekanya”dır. Bu nedenle Girit Türkleri kumrunun çıkardığı sesi on sekiz anlamına gelen “zekohto”ya benzetirler. Ne zaman kumru “zekanya” derse o zaman kıyametin kopacağına inanırlar.


Hasan Yüregir, “Tarsus-Girit Folklorundan Derlemeler,” (Bitirme Tezi, Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1977), s. 148

Efsane 3 Rüzgar İle Güneş


Bir gün güneşle rüzgar kimin güçlü olduğu konusunda tartışmaya başlamışlar. O sıra bir çiftçi çift sürüyormuş. Bir de paltosu varmış. Demişler ki kim bu paltoyu üzerine alırsa o daha güçlüdür. Önce ben başlayacağım sen başlayacaksın derken rüzgar başlamış. Rüzgar esmiş esmiş, estikçe çiftçi paltosunun düğmelerini bağlamış, iyice sarınmış, üşüdüğünden paltoyu çıkarmak istemiyormuş. Rüzgar son kuvvetiyle bir daha esmiş ama paltoyu çiftçinin üzerinden çıkaramamış. Sıra güneşe gelmiş. Güneş de yavaş yavaş açmaya başlamış. Çiftçi paltosunun düğmelerini çözmeye başlamış. Ve güneş iyice parlamış. Çiftçi sıcaklayınca paltosunu çıkarmış.

Bunun için güneş daha kuvvetlidir. Çünkü güneş iyilikle, rüzgar kötülükle gider. İyilikle her iş yapılır; kötülükle, zorbalıkla hiç bir şey yapılmaz.


Hasan Yüregir, “Tarsus-Girit Folklorundan Derlemeler,” (Bitirme Tezi, Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1977), s. 137
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:23

1.1.2. Masallar Masal 1 Eşit Taksimat
Bir zamanlar bir gariban varmış, evlenemiyormuş. O çevrenin ileri gelenleri “Bu gariban adam evlenemiyor. Gelin birlik olalım da bunu evlendirelim.” demişler.

Benzer bir gariban kızcağız bulmuşlar, evlendirmişler. Evli çift, üç beş gün gelin güvey olduktan sonra evde yiyecek bir şey kalmamış. Sabah damat kalkmış, acı acı “Bugün ne olacak, ne yiyeceğiz”, diye düşünmeye
başlamış

Bu sırada komşunun tavuğu duvardan atlamış. Hemen tavuğa bir çomak atmış, tavuğu devirmiş, yakalayıp kesmiş, getirip hanımına vermiş: “Bunu temizle, pişirelim, yiyelim.” demiş. Gelin temizleyip hazırlamış ama pişireceği sıra fark etmiş ki evde yağ yok. Kocası: “Git Kazım’ın evinden yağ iste. Nasılsa biliyorlar garibanız biraz verirler.” Gelin hanım gitmiş, bir şişe yağ vermişler. Kadın tavuğu bu zeytinyağıyla bir güzel kavurmuş, tabağın içine koymuş. Yemeye başlayacaklarken bu defa da ekmeğin olmadığını fark etmişler. “Ali efendinin evinden iste. Nasılsa biliyorlar halimizi, verirler.” demiş kocası.

Kadın gitmiş Ali efendinin evine ekmek istemeye. Gariban damat da tavuğun üzerine bir tabak daha kapatmış,
almış tavuğu padişahın sarayına gitmiş. “Padişahım, size küçük bir hediye getirdim, kabul ederseniz sevinirim.” demiş. Padişah bakmış ki bir kızarmış tavuk. “Hanım gel bakalım, bu vatandaş bizi çok seviyormuş, bak bize hediye getirmiş.” Sonra garibana dönerek, “Bu tavuğu şimdi üçümüz arasında hak geçirmeden eşit taksim edeceksin, hak geçirirsen kelleni keserim.” demiş.

Gariban güç durumda kalmış. Bacağın birini padişaha vermiş, öteki bacağı da hanıma vermiş. Kanadın birini padişaha, ötekini hanıma vermiş. Gövdeyi de kendine almış. “Tamamız padişahım.” demiş.



Padişahın hoşuna gitmiş bu taksimat. Garibana bir tabak altın vermişler. Gariban da çarşıya gitmiş; yiyecekler almış, evine gelmiş. Kadın kocasını içeri almış. Oturmuşlar, yemişler, içmişler. Gariban karısını da çarsıya götürmüş, ona da takım giysiler almış.

Gariban çiftin bir Yahudi komşuları varmış. Yahudi adam karısına “Git o şapşal kadının ağzını ara bakalım, nereden bulmuşlar bu şeyleri alacak parayı.” demiş. Kadın gitmiş, sormuş bunları alacak parayı nereden bulduklarını. Gariban gelin de anlatmış “Biz padişaha bir tavuk hediye götürdük, bir tabak hediye altın aldık.”
Yahudi kadın kocasına söylemiş. Yahudi adam telaşla ben ne yapsam diye düşünmeye başlamış. Bakmış evde beş tane yumurta var, almış bu yumurtaları haşlamış, boyamış, süslemiş, bir paket yapmış, o da gitmiş padişaha

Padişah ona da “Bu yumurtaları hak geçirmeden taksim et. Yoksa kafanı keserim.” demiş. Beş tane yumurtayı üç kişi arasında nasıl taksim edeceğini bilmeyen Yahudi’yi ter kesmiş, padişahın da canı sıkılmış. “Gidin bana o garibanı çağırın, gelsin.” demiş.

Gitmişler garibanı bulmuşlar, getirmişler. Padişah, “Yahudi bu yumurtaları getirdi. Ama taksim edemedi. Sen bunları taksim edebilir misin?” diye sormuş. “Padişahım, bundan kolay ne var.” diye cevaplamış gariban adam.

Gariban, bir yumurta padişahın önüne koymuş. Bir yumurta kendi önüne, üç yumurtayı da hanımın önüne koymuş.
“Tamamız padişahım.” demiş. “Nasıl oluyor bu iş?” diye sormuş padişah. “Sende iki tane var, bir de bu üç. Bende iki tane var, bir de bu üç. Hanımda hiç
yoktu. Onda da üç tane oldu.”


Garibana bir tabak daha altın verip göndermişler. Yahudi’ye de bir güzel sopa çekmişler. (K.23)

Masal 2


Bir adamın 3 kızı varmış, evlenme çağına gelmelerine rağmen evlenememişler. Bir gün, babası büyük kızını kuyudan su getirmesi için yollamış. Kız, kuyu başına gidip kuyunun derinliğini görünce düşünmeye başlamış. “ah eğer evlenirsem, bir de çocuğum olursa, onu su doldurmaya bura yollarsam, o da kuyuya düşüp ölürse, ben naaparım”. Ağlamaya başlamış ve suyu babasına götürmeyi unutmuş. Kızının geciktiğini gören babası, ortanca kızını göndermiş bu sefer. Ortanca kız kuyunun başına gelince ablasını ağlar halde görmüş. Ne olduğunu sorunca ablası ona düşündüklerini söylemiş. O da ablasının yanına oturup aynı düşüncelere ağlamaya başlamış. Ortanca kızının da kuyudan gelmediğini gören babaları, en küçük kızını da yollamış kuyuya. O da her iki ablasını ağlıyor görünce ne olduğunu sormuş. Anlatmışlar. Küçük kız da bu düşüncelere ağlamaya başlamış. Babaları hala gelmediklerini görünce kuyuya gitmiş, bir de bakmış üç kızı da oturmuş acı içinde ağlıyor. Telaşlanmış, hemen nedenini sormuş. Kızları anlatınca, eline bir sopa almış, “sizin ne evleneceğiniz ne de çocuğunuzun olacağı yok” demiş, onları eve yollamış. (K.17)

Masal 3 Kabe’ye Yolculuk


Bir kibirli horoz Kabe’ye gitmeye karar vermiş. Yerinde duramayan tavuk ben de gelmek isterim demiş. Kibirli horozla yerinde duramayan tavuk Kabe’ye yola çıkmışlar. O sırada ıslıkçı Karatavuk’a rastlamışlar. Nereye gittiklerini sorunca “Kabe’ye gidiyoruz” demişler. Đzin istemiş, onlar da kabul etmiş. Bir kibirli horoz, bir yerinde duramayan tavuk ve bir ıslıkçı Karatavuk Kabe’ye yola çıkmışlar. Yolda anırgan eşeğe rastlamışlar. Anırgan eşek nereye gittiklerini sormuş. “Kabe’ye gidiyoruz” demişler. Ben de gelebilir miyim, demiş. Kabul etmişler. Bir kibirli horoz, bir yerinde duramayan tavuk, bir ıslıkçı Karatavuk ve bir anırgan eşek Kabe’ye yola çıkmışlar. Yolda havlayan köpeğe rastlamışlar. Havlayan köpek, nereye gittiklerini sormuş. “Kabe’ye gidiyoruz” demişler. Ben de gelebilir miyim, demiş. Kabul etmişler. Bir kibirli horoz, bir yerinde duramayan tavuk, bir ıslıkçı Karatavuk, bir anırgan eşek ve bir havlayan köpek Kabe’ye yola çıkmışlar. Yolda mırlayan kediye rastlamışlar. Mırlayan kedi nereye gittiklerini sormuş. “Kabe’ye gidiyoruz” demişler. Ben de gelebilir miyim, demiş. Kabul etmişler. Bir kibirli horoz, bir yerinde duramayan tavuk, bir ıslıkçı Karatavuk, bir anırgan eşek ve bir miyavlayan kedi Kabe’ye yola çıkmışlar. Yolda koşan ata rastlamışlar49….. (K.17)

49 Bu masal, çocuklara hoşça vakit geçirtmek, eğlendirirken aynı zamanda onlara hayvanların çeşitli özelliklerini de öğretmek için anlatılır. Anlatan kişi masalı idtediği kadar uzatabilir.

Masal 4


Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde çok uzaklarda yeşil mi yeşil vadiler içinde fakir evlerinde yaşayan yaşlı bir nine ile dede varmış. Ninenin çok sevdiği köpeği Tesero da onları hiç yalnız bırakmazmış. Nine birgün dedeye “haydi git. Çeşmeden su getir” demiş. Çeşme ise bir hayli uzaktaymış. Dede “sen git su doldur, ben kuzuyu keseceğim, karnımız bir et görsün” demiş. Nine su yolundan gelince bakmış ki sofra hazır; bir tencere dedenin önünde bir tencere kendisinin önünde, oturmuşlar yemeğe. Nine eti ısırınca şak alnına yapışmış bi ısırmış pat alnına yapışmış et. Dedeye bakmış hapur hupur yiyor etleri. Sormuş: “nasıl oluyor da sen rahatça çiğneyip yutuyorken ben yiyemiyorum her seferinde alnıma yapışıyor?” Şimdi çağıracağım Tesero’yu hepsinin ona yedireceğim” diyen nine “Tesero Tsero Tesero!” diye feryat figan ederken dede araya girerek “kadın hem Teseroyu yiyorsun hem de Teseroyu mu çağırıyorsun?” demiş. Nine bunu duyunca için için feryat etmiş, bağırmış ağlamış. Nine bütün eşyalarını bohçalayıp dağlara doğru koşmuş koşmuş, az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Hırsından Teseroya nasıl kıydığını düşündükçe koşmuş koşmuş hava kararmak üzereyken karşıda hafif bir ışık görmüş, ışığa doğru adımlamış yaklaştıkça büyümüş ve soluk soluğa durakalmış gördüklerinin karşısında. Büyük mü büyük, han mı dese saray mı, kocaman bir kapı minicik elleriyle tokmaklamış kapıyı, taa ki temiz yüzlü bekçiyi görünceye kadar. Başına gelenleri çabucak anlatmış. Bekçi “gir içeriye fakat burada devler yaşar. Devler insan kokusunu alır seni içeri aldığımı fark ederlerse seni de beni de yerler” demiş. Çaresiz içeriye almış bekçi nineyi. Saklamış hava iyice kararmış devlerin eve gelme vakti gelmiş Tak Tak Tak kapı çalınmış devler Güm Güm Güm diye eve girmişler. Biraz zaman geçmiş nineyi kokusundan bulmuşlar. Nine “beni sokağa atmayın her istediğinizi yaparım, size yemek yaparım temizlik yaparım ne olur beni o adamın yanına yollamayın” demiş. Devler neneyi çok severler, kabul edip affederler. Nine, çok mutlu şekilde, devlerin zengin ihtişamlı sarayı içinde günlerini geçirirken, bir gün aklına dede gelir. Dedeye gidip onu bir kolaçan etmeye karar verir. Yanında bir yemek çıkısı da götürür. Eve varınca gizlice dama çıkar ve etrafa bakınır. Dedeyi avluda eski bir sandalyede oturup derin derin düşünüyor bulur. Nine gene de çok üzülür dedenin bu haline. Çıkınını açar,bir parça ekmek atar, kedi kapar. Bir parça peynir atar, onu da fare kapar. Dede dayanamaz, “Allahım, ekmek attın kedi kaptı, peynir attın fare kaptı, bir parça bana da at, ölüyorum açlıktan” demiş. Nine aşağıya seslenir, “onları Allah değil ben atıyorum” diyerek, aşağıya, dedenin yanına inmiş. Dede, nineyi görünce sarılır, hüngür hüngür ağlar, yanına alması için yalvarır. “Beni yalnız bırakma” der. Nine, “benim gittiğim yerde devler vardır, seni istemezler” der. Yalvar yakar sonunda, birlikte yollara koyulurlar. Az giderler, uz giderler, serin sulardan geçerler, dere tepe düz giderler. Devlerin sarayına varırlar. Nine gizlice dedeyi saraya alır. Büyük bir kilere sokar. Bir sürü, sıra sıra yağ, bal, zeytin ve şeker, mısır küpleri gördükçe şaşkına düşer. Đnsanın bir ömür boyu bunları tüketemeyeceğini düşünür. Nine acele etmeleri gerektiğini hatırlatır ve boş bulduğu küpe dedeyi sokar. Poposuna bir darı sokar ve sessiz olmasını ister. Dede, biraz sonra gelecek devlerin korkusuyla, küpün içinde beklemektedir. Devler hava kararınca ayak sesleriyle gelirler. GÜM GÜM GÜM GÜM “burada bir insan kokusu var, burada bir insan kokusu” var deşmişler. Bekçi tir tir titremeye başlamış. Sesleri içerden duyan nene de bir o kadar korkmaya başlamış. Bekçi olanı biteni devlere anlatıp nineyi ortaya çıkarmış. Büyük bir masada oturan devlerin karşısında, nine, yalvararak affını istemiş, “lütfen yalvarırım bizi affedin” demiş. Bu sesleri duyan dede, korkudan bir gaz çıkarır ki, küpün patlamasıyla GÜÜÜMMMM diye bir ses çıkar. Devlerin ödleri kopar. Hepsi korkudan dağlara kaçar. Dede ile nene de mutlu bir şekilde yaşarlar. (K.16)

Masal 5 Balıkçı Selesi


Genç ve güzel bir balıkçı, her gün, tuttuğu balıkları bir sepetle padişaha getirirmiş. Padişah da ona bol bol altın verirmiş. Gel git derken padişah, çocuğu beğenmiş ve kızını ona vermek istemiş ama bir şartla. Padişah oğlana para vermiş ve dükkan açtırmış. Sonra dünürcü gönder kızımı iste demiş. Oğlan söyleneni yapmış, evlenmişler. Gerdeğe girdiklerinde gelinin başında elmastan tacı varmış. Oğlan gelini soyarken, tacın iğnesi kızın başına batmış.

“Dikkat et, o balıkçı sepeti değil, prenses başı” demiş, kız.


Öyle deyince damat ona sabaha kadar el sürmemiş. Gelin pişman olmuş ama damat tek kelime konuşmuyormuş. Herkes damat için samut demeye başlamış. Gelin aksini iddia ediyormuş ama damat bir türlü konuşmuyormuş. Bahsi kaybeden kız tam asılacakken, gelin damada yalvarmış: “Bak, her şeyimi kaybetmek üzereyim, konuş artık” demiş. Damat, bunun üzerine, “Kelleyi dikkatli kesin, zira o balıkçı selesi değil, prenses kellesidir,” deyince, gelin asılmaktan kurtulmuş, evlenip mutlu olmuşlar. (K.19)

Masal 6 Gün Görmemiş Kız


Bir anne bir de kızı varmış. Kızın yaşı geçmesine rağmen, evlenememişti. Gül bahçesinde otururken, padişahın oğlu oradan geçiyormuş. Yanındakilere, gün görmemiş kız aradığını söylemiş. Annesi bunu duymuş. Kızının eline diken batınca, Ahh benim güngörmemiş kızım diye seslenmiş. Padişahın oğlu bunu duymuş ve gidin kızı isteyin demiş. Kızın anası “tamam” demiş ama bir şartla. Kızımı gerdeğe kadar kimse görmeyecek. Kabul etmişler. Düğün olmuş. Padişahın oğlu duvağı açınca ne görsün, karşısında yaşlı bir kadın. Kızmış ve camdan atmış gelini aşağıya. Aşağıda bir incir ağacı varmış. Orada sabaha kadar oturmuş.

Bir annenin hiç konuşmayan bir çocuğu varmış. Her sabah çocuğunu gezmeye çıkarır, ilginç bir şey görür de çocuğu konuşur diye umuyormuş. Çocuk ağaçtaki gelini görünce, “aa incir ağacında gelin” demiş. Annesi çocuğunun konuştuğunu görünce, geline, “dile benden ne dilersen” demiş. Meğerse kadın bir peri kızıymış. Gelin, 15 yaşında bir kız olmak istiyorum demiş. Dileği hemen gerçekleşmiş.

Padişahın oğlu sabah pencereden bakmış, ayın on dördü gibi parlak bir kız. Ahh ben ne yaptım demiş, pişman olmuş ve kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. (K.18)



Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:26

Masal 7 Büyük Hırsız


Bir zamanlar birisi at çalmakla hayatını sürdürüyormuş. Bir at çalarmış, onu satarmış, o parayla bir süre geçinirmiş. Parası azalınca gündüzleri çıkar gene dolaşırmış beğendiği atı, geceleyin çalarmış ertesi gün satarak parayı devam ettirirmiş. Bir, iki, üç derken bir gün bir sakallı çıkmış önüne, gene at çalmaya giderken:

“Dur. Gittiğin yol, yol değil.”
“Ne yapayım. Ben bu yoldan geçiniyorum.”
“Olmaz. Ben sana bir görev vereyim onu yap sen. Bu yolla hayatını kazanırsın.” “Ne yapayım?”
“Bak. Ben sana bir kitap vereceğim. Bir de sarık giyeceksin kafana, gezeceksin, dolaşacaksın, ben hekimim diyeceksin. “
“Ama ben okuma yama bilmem.”
“Canım, okuma yazma bilmene gerek yok. Sen açarsın bakarsın o kitaba, hastanın ayakucunda beni görürsen dersinki bu hasta en yakın zamanda iyileşecek, bir iki ağzını kıpırdatırsın üfürürsün, paranı alır gidersin. Ama eğer beni hastanın başında görürsen, ben bunu kurtaramam, Azrail kardeşi olsa kurtulmaz dersin.”

Neticede hırsız bu şekilde başlamış hekimlik işine. Kısa zamanda rağbet görmüş. Hastalar, sakallıyı ayakucunda görünce iyileşiyorlarmış, başucunda görünce ölüyorlarmış.
Hırsız bir gün evine yatarken bir bakmış ki başucunda sakallı duruyor. “Hanım koş. Şu yatağı çevir. “Kadın çevirir yatağı; hırsız bir bakmış gene sakallı başucunda. “Olmadı olmadı. Öte tarafa çevir. Hayır. Bu tarafa çevir.”Baktı ki kurtuluş yok, oradan kaçarak yola koyulmuş, adam. Giderken kabrin kenarında iki kişi bir kabir kazıyor.

“Allah kuvvet versin.” “Allah razı olsun.” “Ne bu, Hayrola?”



“Bir kabir kazıyoruz buraya ama adamın ölçüsünü almadık.” “Ne kadar var aşağı yukarı?”
“Đşte sen boyda filan.”
“E ben bir gireyim. Şöyle bir ölçün.” Bir girmiş kabrin içine, bir uzanmış, orada kalmış. Adamlar çarçabuk onu örtmüşler. Yeni bir çukur kazmışlar. (K.23)

Masal 8 Fare İle Kurbağa


Bir zamanlar bir kurbağa ile bir fare arkadaş olmuşlar. Bir bahar zamanı kurbağa fareye “gel gezelim” demiş. Bunlar gezerken bir ırmağa rastlamışlar. Tabi kurbağa ırmağı geçebilir ama fare geçemez. Kurbağa fareye “ benim üzerime çık, kuyruğunu ayağıma bağla, seni geçireceğim” demiş. Fakat bunlar ırmağa girdikten sonra kurbağa bir şeytanlık düşünmüş. Tutmuş suyun dibine dalmış; tabi kurbağa boğulmaz ancak fare boğulmuş. Farenin kuyruğu kurbağanın ayağına bağlı olduğundan su yüzüne çıkınca kurbağa, fare de onun üzerindeymiş. Yukardan bir kartal geçerken ölmüş fareyi görmüş. Kartal yakalamış ölmüş fareyi, tabii kurbağa da beraberindeymiş. Kartal fareyle beraber kurbağayı dağın tepesine götürmüş ve ikisini de yemiş.
Demek ki kim fenalık yaparsa kendine kalır.


 Hasan Yüregir, “Tarsus-Girit Folklorundan Derlemeler,” (Bitirme Tezi, Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1977), s. 134
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:33

1.1.3. Fıkralar


İnsanları bazen güldürmek ve eğlendirmek; bazen de düşündürmek ve ders vermek amacıyla anlatılan, genellikle gerçek olaylara dayanan, kısa nesir şeklindeki halk anlatmalarımızı fıkra diye tanımlayabiliriz. Anadolu halk kültüründe Temel, Nasreddin Hoca veya Bektaşi gibi klasik tipler bulunurken Giritlilerin fıkralarında, hakim olan tek bir tip yoktur. Fıkraların kısa olması, giriş ve sonuç manilerinin unutularak yalnızca en belirgin kısımlarının kaldığını göstermektedir.

1, 2, 3 ve 6 numaralı fıkralar Girit’ten geldiklerinde ya çok az Türkçe bilen ya da hiç bilmeyen Giritlilerin iletişimde çektikleri sıkıntıları yansıtması bakımından önem taşımaktadır. Anlaşılan, bu sıkıntının boyutları oldukça büyüktü.

Fıkra 4 ve 5 Giritlilerin din konusuna bakışlarının genel ipuçlarını vermektedirler. Kaynak kişilerle yaptığımız görüşmelerde bizde uyanan izlenim de, Giritlilerin din konusunda hiçbir zaman tutucu olmadıkları şeklindedir.

8 ve 9 numaralı fıkralar, Türkiye’ye göç eden Giritlilerin, “keçinin yediği her ot yenir” şeklinde özetlenebilecek yemek kültürleriyle yerli halk üzerinde bıraktıkları şaşırtıcı etkiyi gösteriyor olmalıdır. 10 numaralı fıkra da bunu destekler mahiyettedir.

12, 13, 14 ve 15 numaralı fıkralar ise “Palavra” şeklinde değerlendirilmelidir. Birden fazla kaynak kişinin belirttiğine göre, palavra söylemek Giritliler arasında bir alışkanlıktı. Bu konuda ilginç olan husus şudur. M.Ö. 6. yy’da yaşamış olan Giritli şair ve kahin Epimenides’in söylediği ve en meşhur paradokslardan bir olan “Girit Paradoksu” ya da “Giritli Paradoksu” olarak bilinen paradoks şöyledir. “Bütün Giritliler yalancıdır ve ben bir Giritliyim.”

Giritliler hakkında bu konudaki bir başka rivayet ise şu şekildedir.



Osmanlılar zamanında, bir gün padişah sarayında sadrazamı ve vezirleriyle otururken dışarıdan gürültüler gelmeye başlar. Böyle vızır vızır konuşup duran birileri vardır. Sadrazama döner ve sorar “Ne oluyor dışarıda?” diye. Sadrazam da” Giritliler padişahım” der, “yalan söylemek için sizden izin istiyorlar”. Padişah durur, düşünür sadrazama tekrar sorar, “Bu Giritlilerin yalan söylemesinin hazineye bir zararı var mıdır?” sadrazamın “Yoktur” demesi üzerine padişah tez elden bir ferman hazırlatır “Giritliler yalan söyleyebilir”
İşte Giritlilerin dayanağı budur, bu hikaye Ege kasabalarında sık sık anlatılır50.
Değişik kaynak kişilerin belirttiği, adanın doğal kaynaklarının kısıtlı olması nedeniyle bir geçim kaynağı olarak avcılığın ada yaşamı için önemli bir rolünün olduğu bilgisinden hareketle, bu tür abartmaların, neredeyse klasikleşmiş avcı hikayeleri ile ilişkili olması akla yakındır.

Fıkra 1


Üç arkadaş Girit’ten iş kurmak için gelmişler. Kasaplık yapalım demişler. Bildikleri Türkçe kelimeler, Ben, Sahi ve Vallahi imiş. Menemen’e inek almaya giderken yorulmuşlar, bir ağacın altına oturup dinlenmeye başlamışlar. Ağacın altında bir ölü varmış, Jandarma gelmiş, ölüyü görmüşler. “Kim öldürdü?” diye sormuş. Giritlilerden biri “Ben”, öbürü “Sahi”, diğeri “Vallahi” demiş. Yaka paça içeri atmışlar bunları. (K.19)

Fıkra 2


Giritli koyununu yıkamak için denize götürmüş. Yıkarken koyunu kaybetmiş. Bir parça ot, bir parça koyun dışkısı almış. Önüne gelene, “Bunu yer, bundan çıkarır mee yapar gördün mü?” diye sormaya başlamış. (K.19)


50 http://sozluk.sourtimes.org/ Girit Paradoksu maddesi

Fıkra 3


Bir kadının incir bahçesi varmış, orada bekçilik yapıyormuş. Eşek üzerinde bir deveci yoldan geçerken, bir incir ağacına çıkarak başlamış incirleri yemeye. Yaşlı kadın, devecinin ağaçtan inmesi için. İn “Sika”mdan demiş. [Giritçe Sika, incir demektir] Deveci inip kadınla birlikte olmuş. Kadın, kala mukames era? “Şimdi iyi mi yaptın?” demiş. Deveci de kal diyor sanmış, “Kalırdım ama develer gidiyor” demiş. (K.19)

Fıkra 4


Adamın biri, benim için namaz kılarsan, sana bir lira veririm demiş. Diğeri başlamış, hemen namazı kılmaya. Diğeri sormuş, yahu abdest almadın demiş. Adam cevap vermiş: “O, sulu namazdır, bir liraya olmaz. (K.23)

Fıkra 5


Adamın biri su içmeye gelmiş, yalağın içinde bir sarı lira görünce bakmış bakmış, “Ulan Allah değilsin ama her işi gördüğüne göre Allah diyesim geliyor” demiş. (K.23)

Fıkra 6


Türkiye’de eğitim aldıktan sonra, Girit’e dönen haylaz çocuğu ne kadar Türkçe öğrendiğini anlamak için
sınava almışlar.
“Ekmeğe ne denir Türkiye’de?” “Ekmek.”
“Sıcak ekmeğe ne derler?” Cevabı bilmeyen çocuk: “Türkiye’de ekmeğin soğumasına izin vermezler.” (K.35)

Fıkra 7


Rum arkadaşları sıkıştırarak Giritli çocuk Mustafa’ya sormuşlar. “Sen Türk müsün Mustafa?” Mustafa cevap vermiş:
“Meryem Ana üzerine yemin ederim, Türküm.” (K.35)


Fıkra 8 

Kahvede oturan babasının yanına koşan çocuğu, “Baba bahçede bir Giritli bir de inek var ne yapayım?” diye sormuş. Babası da, “Giritliyi çıkar inek kalsın.” demiş. (K.23)

Fıkra 9


Bahçene bir Giritli girmesinden daha kötü olan nedir?
Đki Giritlinin girmesi. (K.35)


Fıkra 10


Giritliler kendileri için bir bayrak seçmek istediklerinde “Bir keçi bir de bakla olsun yeter” demişler. (K.17)

Fıkra 11


Padişahın birisi son günlerinde kendisini muhafaza etmesi için sarayına güçlü kuvvetli bir adam almak istemiş. Tellal bağırtmış. “Padişah bir adam alacak. Bütün kabadayılar meydana gelsin.” Yetmiş iki buçuk millet meydana gelmiş. Bunlar

 Bu fıkra ile ilgili olarak, Selçuk Erez “İstanköyaltı Bodrum” kitabında şu bilgiyi vererek, bu fıkranın Bodrum’a gelen Giritliler yüzünden çıktığını söylemektedir. “Bodrumlular, Giritlilerin karşı adalardan gelip böyle dağlarda, bahçelerde kendi kendine biten ne kadar ot varsa toplayıp yemek yapmalarına şaştılar, birbirlerine “Tarlana bir hayvan sürüsü, bir de Giritli girerse Giritliyi hemen çıkar; vallahi ot bırakmaz!” demeye başladılar.”
Selçuk Erez, İstanköyaltı Bodrum, Bilgi Yayınları, İstanbul 1996, s. 57
meydanda herkes heyecanla bekleşirken, padişah topçuya bir kuru sıkı topu üzerlerine patlatmasını söylemiş.

Topçu bir kuru sıkı yapmış, patlatmış. Millet o gürültüyle kendini yere atmış. Sadece Arnavut ayakta kalmış. Gitmişler padişaha: “Padişahım, hepsi ayaktaydı. Top patlayınca hepsi kendini yere attı. Bir tek Arnavut ayakta kaldı.” demişler. “Gidin sorun. Dilesin benden ne dilerse.” demiş padişah. Sormuşlar Arnavut’a. Sadece bir don istemiş. Çünkü saklanmaya vakit bulamamış, korkudan donuna etmiş. Donunu değiştirmek için de don istemiş. (K.23)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:36

Fıkra 12 Mehmet’in Dedesi I


Mehmet’in dedesi Girit’te başpehlivanmış. Bir oturuşta iki somun ekmek, bir çuval taze bakla, bir sepet zeytin üstüne de bir fıçı su içermiş. Günün birinde Girit’te bir pehlivanlık [yarışması] olmuş. Gelmiş bir Rum pehlivan bütün Türkleri yenmiş. O zaman Mehmet’in dedesine haber vermişler. “Bu bizi rezil etti. Gel şunun hakkından gel.” “Morası, ben bu işi bıraktım ama mademki siz istiyorsunuz ben de geleyim” demiş.

Kispetini giymiş, çıkmış meydana, gavur pehlivanın etrafında turlanıyormuş. Bir dalış dalmış Rum pehlivan Mehmet’in dedesine, Mehmet’in dedesi yetişmiş kafasından bir tutmuş limon sıkarmış gibi sıkmış. Çatır çutur kemikleri kırılmış, yere düşmüş Rum pehlivan ölmüş. (K.23)

Fıkra 13 Mehmet’in Dedesi II


Günlerden bir gün hava çok sıcakmış. Mehmet’in dedesi de yanıyormuş. “Gideyim biraz denizde serinleyeyim.” diye düşünmüş. Gitmiş, soyunmuş, denize girmiş. Deniz gayet sakin, gayet güzelmiş. Oh moh ederken ağzından bir balık kaçmış midesine, haberi olmamış. Birkaç ay sonra canı biraz şarap içmek istemiş. Girit’in o meşhur şaraplarından bir fıçı şarap içmiş. Sarhoş olmamış ama azcık midesi bulanmış. Bir kusmuş, bir ton çipura balık çıkarmış. (K.23)

Fıkra 14 Mehmet’in Dedesi III


Yine Mehmet’in dedesi günün birinde köyün birine gitmiş. Bu köyde bir aşçı dükkanı varmış . Mehmet’in dedesi bu dükkana gelmiş, az şeyle doymadığı için “Morası aşçı, var mı bana yiyecek” diye sormuş. “Kavurma var. Fasulye var. Pilav var.” “Ver more fasulye” Aşçı bir kaşıkla bir tabak fasulye getirmiş. “Ne o yaa. Biz burada oyun mu oynuyoruz. Tencereyi getir, bir de kepçe getir.” demiş Mehmet’in dedesi.

Mehmet’in dedesi fasulyeyi yemeye başlamış. Fasulyeyi bitirince “Kavurmayı getir.” diye seslenmiş aşçıya. Aşçı kavurmayı da getirmiş.

Mehmet’in dedesi kavurmayı yerken diğer müşteriler gelmiş. Aşçı bakmış ki güç durumda kalacak “Kusura bakmayın. Bu adam bugün geldi. Kuruttu burayı. Size sadece pilav kaldı.” Diye açıklamış durumu. Onlara da birer porsiyon pilav dağıtmış. Mehmet’in dedesinin gözünün pilavda olduğunu anlayan müşteriler aralarında konuşuyormuş. “ Amma da boğaz var adamda haaa…” Mehmet’in dedesi bunu duymuş ama o sanmış ki boğaz yemeği var.
“Morası, boğaz yemeği var? Onu da getir.” (K.23)


Fıkra 15 Girit’teki Zeytin Ağacı


Bizim Girit’te bir zeytin ağacı varmış. Ama bu ağaç mı? Çiftlik çiftlik. Üzerine 4o kişi çıkıp ağacı imar ediyorlarmış. Ağacın üzerinde birbirlerini görmedikleri gibi balta seslerini de duymuyorlarmış. Akşamüzeri birbirlerini görünce sormuşlar: “Nereden geliyorsun?” “Zeytin ağacından” “Bende oradaydım” Bir diğeri:”E bende oradaydım.”



Velhasıl 40 kişi aynı ağaçta karşılaşmıyorlar aşağı inince karşılaşıyorlar. Bu zeytin ağacının gölgesinde 40 koyun sürüsü barınırmış. Kolları Akdeniz üzerine uzanıyormuş. Kollarının altında gemilerle, kayıklarla zeytinleri topluyorlarmış. (K.23)



Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT GÖÇMENLERİ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Nazım ÇOKİŞLER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 19 Ağu 2019, 00:40

1.2 MANZUM TÜRLER
1.2.1 Türküler Türkü 1
Giritli Cafer Efe Türküsü


Alıverin sandığımdan kürkümü Ben ölürsem söylesinler türkümü Ana benim al entarim soldu mu? Kader kısmet böyle imiş efeler hey

Germencik ortasında toplar kuruldu Cafer zeybek öğle sonu vuruldu Anasına akşamüstü duyruldu Kader kısmet böyle imiş efeler hey

Mezarımı derin kazın dar olsun Etrafımda mor sümbüllü bağ olsun Cafer öldü vatan sağ olsun
Kader kısmet böyle imiş efeler hey 51



Türkünün hikayesi için bkz. EK. 5
51 Milli Mücadelede Söke Cephesi ve Önderleri Paneli, Aydın İli ve İlçeleri Kültür ve Eğitim Derneği, Aydın 2007, s. 55-56
Türkü 2



Gideceğim tüm yerlere Psilorit’ten toprak taşıyacağım Onu serpeyim ki her yere Tüm Dünya Girit olsun

Gideceğin tüm yerlere Toprak taşı Psilorit’ten Ah bir oluverseydi Bütün Dünya Girit’ten

Gideceğin tüm yerlere Toprak taşı Psilorit’ten Onu serp ki her bir yere Tüm Dünya Girit olsun

Düşündüğünde Tanrı Yeryüzünü yaratmayı Getirttiydi Girit’ten Taşı suyu toprağı

Çalacağım toprak ve su Yüce Psiloriti’den
Her yere serpeyim olsun Bütün Dünya Girit’ten

Opu ca pao tha vasto Homa apto Psiloriti Na to skorpizo na yeni Olos o kozmps Kriti

Opu tha pas tha kuvalas Homa apto Psiloriti Ahi çe na yenudane Olos o Kozmos Kriti

Opu tha pas na kuvalas Homa apto Psilotiti
Na to skorpizis na yeni Olos okozmos Kriti

Otan e şçeftiçe o Theos Ti ji na simatisi
Đfere petres çe nero Çe homa apo ti Kriti

Homa tha klepso çe nero Apu to Psiloriti
Na to skorpizo na yeni
Olos o Kozmos Kriti (K.17)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 13 misafir