GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Girit ile ilgili Tezler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 18:53

2.4. GÖÇÜN KÜLTÜREL ETKİLERİ

Göç olgusu yaşanılan ve geride bırakılan coğrafyayı çok farklı alanlarda etkileyebilmektedir. Özellikle kitleler halinde gerçekleşen göç sosyo ekonomik sonuçlar doğurmakta ve bireyleri özellikle kültürel anlamda etkilemektedir. Bu nedenle bu kısımda Türk Yunan zorunlu nüfus mübadelesine geçmeden önce, bu etkilerin genel hatları ile değerlendirilmesine çalışılacaktır.

2.4.1. Kültürel Değişim

Literatürde kültürleşme ve kültürel değişimin ayrımının önemine ilişkin açıklama çabaları söz konusudur. Kültürleşme genelde, kültürel değişimden daha geniş kapsamlı olarak ele alınmakta ve karşılıklılık durumuna vurgu yapılmaktadır. Yani kültürleşme karşılıklı ancak kültürel değişim tek taraflı olabilmektedir.

Kültürel değişim temelde, bir kültürün farklı nedenlere bağlı olarak yaşadığı değişimi ifade etmektedir. Kültürün tümü ya da unsurlarının bir kısmında zaman için yaşanan değişim sürecini ifade eder. Bu değişim, göreceli olarak iyi yönde olabildiği gibi olumsuz yönde de olabilmektedir. Örneğin belli bir kültürün içinde yer alan “hoşgörü kültürünün” zaman içinde “hoşgörüsüzlük” şeklinde değişmesi söz konusu olabilmektedir. Bunun yanında, kültürel değerler içinde “başlık parası” gibi kadınların toplumsal konum ve tercihlerini olumsuz etkileyen geleneklerdeki olumlu yönde değişimler de söz konusudur.

Aslında hemen her kültür zaman içinde belli bir değişime uğrar. Bu durum kültürün dinamik yapısından da kaynaklanmaktadır. Çünkü kültürler ister istemez içinde bulundukları coğrafya, dönemin koşulları ve teknoloji gibi etmenlerle değişime uğrar. Kimi zaman ikili kültürel etkileşimlerle (kültürleşme gibi) kimi zamanda tek taraflı kültürel aktarımlarla (asimilasyon politikaları ya da son yıllarda ön plana çıkan kitle Amerikan Kültür Endüstrisinin kültür aktarımı gibi) değişimler söz konusu olabilir. Önceden de belirtildiği üzere, ülkelerin kendi içsel koşulları da kültürel değişimi öngörür. Sanayileşme ve buna bağlı kentleşme, yeni teknolojilerinin kullanımı (kitle iletişim araçları ve üretim teknolojileri veya fordist üretim tarzı gibi) gibi, siyasi rejim değişiklikleri, ülke içi ve dışı göç hareketleri kültürleri kendi içinde değiştirmektedir.23Kültürel değişim deyim yerinde ise, kültür olgusunun vazgeçilmezidir. Çünkü kültürler zaman için değişir. Bu süreç içinde ise iki farklı durum yaşanabilir. Kültürel değişimin kabulü ve kültürel değişine dirençtir. Herhangi bir kültürün karşılaştığı yeni bir durum ya da maddi unsur, eğer o kültürün mensupları tarafından benimsenirse, değişim daha hızlı ve etkili olur. Ancak ilgili değişimin kabul edilmemesi, hem bir direnç hem de kültürel çatışmaları beraberinde getirir. Kültürel değişime direnç gösterilmesi, bazı kesimlerce bu sürecin benimsenmesi, bazıları için kısmen bazılarınca ise tümüyle reddi, ilgili değişimin farklı oranlarda benimsenmesini beraberinde getirir. Bu da kültürel çatışmayı yaratır.24 Örneğin, 1923 yılından sonraki Cumhuriyet devrimlerinin toplumun farklı kesimlerince farklı oranlarda benimsenmesi günümüzde bile süren siyasal ve kültürel sorunları beraberinde getirmiştir.


23 Marshall, a.g.e. s. 686–687.; Hayriye Erbaş, Küreselleşme Kapitalizm ve Toplumsal Dönüşümler, Palme Yayınları,İstanbul, 2009, s.151–153.
24 Marshall, a.g.e., s. 686–687; John J Macionis. Sociology, Prentice Hall, 1997, s.232–233.

Bunun yanında, kültürel değişim genelde iki boyutta incelenmektedir. İlk olarak, sosyal yapıda yaşanan değişimlerdir. Bunlar toplumsal yapıyı temelinden sarsmayan ve kültürün evriminde yaşanan gelişmelerdir. Örneğin yeni teknolojilerin kullanımı, giyim tarzı değişimi gibi... İkinci olarak ise, kültürün yapısını ilgilendiren değişimlerdir. Bunlar içinde yüzyıllardır benimsenen gelenekler, siyasi rejim, din gibi unsurlar ön plana çıkmıştır. Konumuz kapsamında ele aldığımız Giritli mübadil kadınlar özelinde de kültürel değişim belirgin bir şekilde yaşanmıştır. Özellikle Giritliler geldikleri bölgenin giyim ve yemek kültürüne olduğu gibi, sosyal yaşamına da değişimler getirmişlerdir. Mübadelenin gerçekleştiği yıllarda Türkiye’de kadınların toplumsal yaşama katılımı sınırlı olsa da, kadınlar özellikle akrabaları ve komşuları ile ilişkilerinde kültürel değişimlerin odak noktasında yer almışlardır.

2.4.2. Kültürleşme

Farklı kültürlerin karşılıklı iletişim ve etkileşim süreçleri neticesinde, kendi kültürel unsurlarının diğerlerine aktarım süreci kültürleşme olarak tanımlanmaktadır. Bir tür alışverişi ifade eden bu kavram, kültürler arası etkileşim sürecidir. 25 “Kültürleşme kavramı kültürel antropoloji disiplininden psikoloji kaynaklı olarak ortaya çıkmıştır. Kültürleşme; farklı kültürlere sahip bireylerden oluşan grupların, birinci elden bağlantıya geçmeleri sonucunda orijinal kültürlerinin birinde ya da her ikisinde oluşan değişiklikler kapsamında ortaya çıkar.”26 Farklı bir tanıma göre ise, kültürlerin birbirlerini etkileyerek değiştirmesidir.

Önceden de belirtildiği üzere, çeşitli unsurları ya da değerler yığınını kültür yapan bazı özellikler söz konusudur. İnançlar, yazılı ve sözlü birikim, normlar, değerler, sembollerin anlamlı bir bütün oluşturması kültürü oluşturur. Bu bağlamda, iki ya da daha fazla kültürü birbirinden etkilenmesi sonucu, kültür kavramının içinde bulunan unsurların aktarımı ve değişimi söz konusudur. Ancak burada önemli olan nokta kültürleşme sürecinin karşılıklı olmasıdır.

25 Amiran Kurktan Bilgiseven, Genel Sosyoloji, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1995, s.16.
26 Birol Gülnar ve Şükrü Balcı, “Televizyon İzleme Motivasyonları ve Kültürleşme: Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 28, 2010, s. 452.

Kültürleşme sürecinde elbette ki, bir taraf diğerinden daha fazla etkilenebilir. Örneğin, bir ülkedeki azınlıkların, hâkim ya da çoğunluğu oluşturan kültürlerden daha fazla etkilenmesi doğaldır. Ancak belirtildiği gibi bu aktarım asla tek taraflı değildir. Hatta ulus devletlerin ya da daha detay bir örnekle faşist ülkelerin asimilasyon politikalarında bile, aktarım, tüm zorlamalara rağmen, tek taraflı olmamıştır.27
Bunun yanında, kültürleşme konusunda, tanımlar genelde iki farklı kültürün etkileşimi konusuna yani dışarından bir etkiye önem verirken; bazı kültürleşme tanımları içsel etkileşime de yer vermektedir. Ülke ya da belli bir coğrafyadaki kültürler unsurlar, tek parça ya da homojen değildir.28 Her kültürün içinde alt ve karşıt kültürler söz konusudur. Bu bağlamda, kültürleşme süreci kimi zaman, ülke içindeki alt ve karşıt kültürlerin de etkileşimini kapsar. Eğer iki farklı kültürün karşılaşması ya da birbirine yakın yaşamalarından dolayı bir etkileşim varsa dışsal kültürleşme söz konusudur. Bunun yanında, eğer kültürün içindeki ya da önceki nesillerden kaynaklanan bir aktarım söz konusu ise içsel bir kültürleşme söz konusudur. İçsel kültürleşme olgusu kimi zaman, sosyalleşme olgusuna yakınlaşsa da literatürde bu şekilde bir ayrım söz konusudur. Örneğin, Türkiye ve Yunanistan’ın yüzyıllardır kültürel etkileşimleri dışsal kültürleşmeyi ifade ederken; Türkiye’de iç göç hareketleri ile örneğin Güneydoğudaki Kürt nüfusun büyük şehirlere gelmesi sonrasında oluşan kültürleşme içsel olana örnektir.

Gülnar ve Balcı ise, kültürleşme konusunu günümüzdeki dinamikleri ile değerlendirerek, bu konudaki araştırmaların genelde iki alanda toplandığını belirtmişlerdir. Gülnar ve Balcı’ya göre, “birinci araştırma alanı, genel anlamda kültürleşmeyi inceler ve bu incelemesini tüm göçmen gruplar arasında gerçekleştirir. Bazı bilim adamları ise özellikle uluslararası öğrenciler arasında gerçekleşen kültürleşme üzerine odaklanırlar. Örneğin, araştırmacılar uluslararası öğrencilerin uyum güçlüklerini incelerken bazıları da bu grubun akademik, dilbilimsel ve sosyo-kültürel sorunlarını tartışmışlardır. Hala kimi araştırmacılar “kültür şoku” ya da köksüz göçmenlerin bir tepki olarak ev sahibi ülkeye adapte olma deneyimlerini

27 Bilgiseven, a.g.e., s.112–113.
28 Gülnar ve Balcı, a.g.m., s.453–454.

tartışmaktadırlar İkinci araştırma alanında ise, bazı araştırmacılar kitle iletişim araçlarının kültürleşme üzerindeki etkisini araştırmışlardır. Günümüzde kitle iletişim araçları göçmenlerin ev sahibi kültüre adapte olmalarını kolaylaştırabilmektedir. Yabancı bir ülkeye yeni gelmiş olan kimselerin çoğu, adaptasyon süreçlerinin ilk dönemlerinde ev sahibi ülke üyeleriyle sınırlı düzeyde etkileşimde bulunurlar ve bu kimselerle bireylerarası iletişime girmeyi genellikle stresli bulurlar. Bu şartlar altında, kitle iletişim araçları ikame bir araç olarak görevini yerine getirir ve ülkeye yeni gelen insanların kültürel öğrenme, etnik süreklilik, arkadaşlık ve eğlence gibi çeşitli ihtiyaçlarını karşılama noktasında baskıdan uzak bir araç olarak hizmet eder.”29
Kültürleşme konusunda bir diğer ayrım ise, isteklilik ve istemdışı olgularla şekillenmiştir. Aslında, insanların kültürel bir varlık olarak yaşamaya başladıkları andan itibaren, farklı kültürlerin birbirlerini etkilemesi söz konusudur. Kimi zaman isteğe bağlı kimi zamanda zorunlu olarak kültürleşme olgusu yaşanmıştır.

İki ve daha fazla kültürün etkileşim sürecinde oluşan kültürleşme olgusu üçlü bir tipoloji ile incelenebilir. 30
Bunlardan birincisi, körlemesine kültürleşmedir. Bu kavram, insanların farkında olmadan geliştirdikleri etkileşim sonrasında oluşa kültürleşmedir. Kültürlerin coğrafi yakınlığı, ticari ilişkileri, karşılıklı insan hareketliliği sonrasında kendiliğinden gelişen bir kültürleşme süreci söz konusudur.

Zorla (empoze edilmiş) kültürleşme ise, bir kültürün diğerine tahakkümünü ifade etmektedir. Baskı ve güç kullanarak kendi kültürünü aktarma ve diğer kültürün mensuplarınca benimsetilmesi sürecidir.


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 18:56

Demokratik kültürleşme olgusu ise, ülkelerin hem dışsal hem de içsel kültürel unsurlarla, kendi istemleri neticesinde kültürel iletişim içinde olmalarıdır. Demokratik



29 Gülnar ve Balcı, a.g.m., s. 453.
30 Marshall, a.g.e., s. 445–446.

bir anlayışları, farklı kültürleri tanıma ve alama isteği ya da diğerine saygı gösterme neticesinde, birbirlerinin kültürel unsurlarını benimseme sürecidir.

Çalışmamızın temel inceleme alanını oluşturan Giritli mübadil kadınlar da, kültürleşme süreci içerisinde önemli bir yerde bulunmaktadır. Mübadiller başlangıçta adaptasyon süreci yaşasalar da, ilerleyen yıllarda hem gelişen sosyal ilişkiler hem de en büyük problem olan dil sorununun aşılması neticesinde, ortak bir kültür yaratılabilmiştir. Bugün bölgede kimin göçmen olduğunu ilk bakışta anlamak zorlaşmış, yaşam tarzı ve giyim konusunda benzerlikler çoğalmıştır. Kuşkusuz bu süreçte her iki kesimin de karşı tarafı kendi kültürüne büyük bir tehdit olarak görmemesi, belirleyici olmuştur.

2.4.3. Kültür Olgusu Bağlamında Kimlik Sorunu

İnsanoğlu toplumsal bir varlık olarak yaşamaya başladığı andan itibaren kavramsal olarak bugünkü toplumsal kimlik olgusuna tam olarak benzemese bile, belirli bir aidiyet duygusuna sahiptir. Günümüzde “Ben kimim?” sorusuyla kurgulanıp tartışıldığı anlamından farklı olarak, bağlı bulunulan topluluk, din, kavim, etnik köken, toplumsal statü gibi unsurlarla kendini genel olana ait hissetme güdüsü her zaman varlığını korumuştur.

Günümüzdeki anlamıyla kimlik olgusu ise varlık nedenini Batı Avrupa’da aydınlanma ile başlayan sürece borçludur.31 İnsan aklının, doğanın ve toplumun işleyişinin yasalarını ortaya çıkarabileceği ve bilimsel bilgiye dayanarak insanların kendilerine daha mutlu bir dünya kurabileceklerine ve kendisi için en iyi olanı ancak kendisinin seçebileceğine olan inanç32 kimliği aydınlanmanın bireyci ve tarihsel konusu olarak ortaya çıkarmıştır.

Berger ise kimliği, bireyin toplumsallığının bir yansıması olarak değerlendirmiş ve toplumun değerleri tarafından şekillendirilen, sürdürülen ve gerektiğinde dönüştürülen

31 Stuart Hall, David Held, Kenneth Thompson, An Introduction to Modern Societies, Open University, Polity Press, 1995, s.597.
32 İlhan Tekeli, Modernite Aşılırken Siyaset, İmge Kitabevi, Ankara, 1999, s. 43–44.

bir arayış olarak tanımlamıştır.33 Aidiyet mitinin temelinde ise, bilinçli bir bireyin kendini arayışı bulunmaktadır. Bu noktada bilinçten kasıt ise, organik toplumların bürokratik yapıları içinde yaşayan ve bireyselliğin tüm değer ve sancılarını içselleştirmiş olan modern bir kişilik yapısıdır.34

Mehmet Ali Kılıçbay, “Kimlikler Okyanusu” başlıklı çalışmasında kimlik konusunda temel yaklaşımların zenaat düzeyini bile aşamadıklarını belirtirken kavramın, hem varoluşunu borçlu olduğu, hem de bu varlığı sürekli sakatlayan tanımsal bir paradoksu açıklayarak konuyu ele almaktadır. Bu durum Kılıçbay’a göre kimliğin Latincenin idem (aynı) kökünden türetilen identite-identiy kelimesiyle özdeşliği ifade etmesiyle ilintilidir. Türkçedeki kimlik ise, “kim” yani “kimlerden(sin)?” sorusundan üremiş olup bu bağlamda zorunlu bir mensubiyetin ve birçoklukla aynılaşmanın ifadesidir.35 Bu açıdan bir ayrışma değil, bir aynılaşma göstergesidir. Kılıçbay’ın yaklaşımı birçok araştırmacının da benimsediği gibi, kimliğin bireysel bir talep olma zorunluluğunu yansıtmaktadır. Ayrıca parçanın bütünden itibaren tanımlanması ve bunun aynılık terimleri içinde yapılmak zorunda olması, bir’lere, birim’lere götürür ama burada birey olma kavramı oluşmamaktadır. Çünkü en basit tanımı içinde birey, diğerlerinden farklılaştığı ölçüde oluşmakta ve gelişmektedir. Ayrıca Kılıçbay kimlik kavramının içinde barındırdığı paradokslar nedeniyle daha uygun bir kavramın aranması gerektiğini ileri sürerek “Aidiyet” ve “Mensubiyet” kavramlarını alternatif olarak öne çıkarır. Aidiyet bir bütünün parçası olmayı ifade etmektedir, ama kimlikte olduğu gibi bir özdeşliği gerektirmemektedir. Mensubiyet ise, intisap (katılmak)tan geldiği için bireysel iradeyi içermektedir.36

33 Peter Berger, “Identity as a Problem in the Sociology Knowledge”, in Toward The Sociology Knowledge: Orijin and Development of a Sociological Thought The Style, Gunter Remmling
(ed), London, 1993.
34 Macionis, a.g.e., s. 456–457.
35 Mehmet Ali Kılıçbay, “Kimlikler Okyanusu”, Doğu- Batı: Kimlikler, Sayı. 23, Yıl. 6, Şubat-Mart- Nisan, 2003, s. 155.
36 Kılıçbay, a.g.m., s.156.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:07

Mübadele ile ilgili çalışmaların birçoğu Girit’ten gelen ilk kuşak mübadillerin bir kimlik sorunu yaşadığını göstermektedir. Bu kimlik sorunu büyük ölçüde zorunlu göçün içselleştirilememesi ve gelen kitlelerin bir gün yeniden doğdukları topraklara geri dönecekleri umudundan kaynaklanmıştır. Dil problemi de ortaya çıkan bu kimlik sorunun nedenlerinden biri olmuştur. Ancak çalışmanın genelinde de inceleyeceğimiz gibi bu kimlik sorunu bir sonraki kuşaklarda azalmış ve günümüzde tamamen ortadan kalkmıştır.2.4.4. Ötekileştirme

Kimlik hakkındaki tüm tartışmalara rağmen üzerinde büyük oranda uzlaşı sağlanan temel noktalardan biri de “öteki” olmadan kimliğin kurulamayacağı vurgusudur. “Öteki” ne ölçüde varsa ve belirginse, kimlik de o ölçüde belirginleşmektedir. “Ben” ancak öteki ile var olabilirim. Çünkü ben, o olmamalıyım. Bu durum hem bireysel hem de grupsal kimliklerde geçerlidir. Örneğin “ben erkeğim” ifadesi “kadın olmayan” olarak beni belirlemektedir.37
Öteki kavramı, kimlik için öneminin yanında paradoksal bir durumu da ifade eder. “Her özdeşlik alanının öyle olmayana, öyle tasarlanmayana, yani öteki(ler)ine nazaran oluşturulmak zorunluluğu negatif bir inşayı yaratır. Yani, ne olunduğu değil, ne olunmadığı üzerine oturtulan, plansız, programsız, ancak ekonomik ve tarihsel olabilen, toplumsallığı her zaman yapay kalmaya, kurgulanmaya muhtaç olan sakat bir mimaridir.”38Ayrıca Kılıçbay’a göre, kendini tanımlamasını sağlayan “öteki” de bir başka ötekiye göre kendini kurgulamıştır.

Kimlik kendini ötekine göre tanımlarken kendi içinde aynılaşır (ben buyum), ama aynı zamanda karşısındakinden farklılaşır (ben bu değilim). Aynı ve farklı olma ise kimliğin bünyesinde aynı anda bulunamayacak iki zıt kavramdır. Başlı başına bir


37 Ahmet Türkbağ, “Kimlik, Hukuk ve Adalet Sorunu”, Doğu Batı, Kimlikler, Sayı 23, İstanbul, 2003, s. 211.
38 Kılıçbay, a.g.m., s. 156.

inceleme alanı oluşturan kimlik konusu; çelişkileri, karmaşık yapısı, günümüzde yankı bulan tartışmaları ile güncelliği kadar önemlidir.39
Türkiye’ye göç ettirilen tüm mübadiller gibi Girit mübadilleri de başlangıçta bir ötekileştirmeye maruz kalmıştır. Bu algılama özellikle din temelinde ortaya çıkmış, yerli halk mübadilleri kendi dinlerinden kabul etmemiş, dolayısıyla bir öteki ayrımı belirginleşmiştir. Ancak zaman geçtikçe Giritlilerin de kendi dinlerinden olduğunu kabullenmiş ve zaman geçtikçe ötekileştirme duygusu ortadan kalkmıştır.
2.4.5. Toplumsal Gruplar ve Toplumsal İlişkiler Yoluyla Kültürün Kuşaklararası Aktarımı
Bireylerin kimlikle ilgili açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, insanlar kimliksiz yaşayamayacakları gibi, belli bir toplumsal gruba da mensup olmak durumundadırlar. Çünkü insanlar toplumsal varlıklardır. Bir biçimde aile, arkadaş grubu gibi unsurlar içinde yer alırlar. Toplumsal gruplar insanları iletişim içinde oldukları ve kendilerini diğerine göre tanımladıkları bir ortamdır. Aynı zamanda, kültür ve benzeri değerlerin paylaşımı, korunması ve geliştirilmesine yardımcı olur. Bunun yanında kültürün, kuşaklararası aktarım mekanizması da toplumsal gruplar aracılığı ile gerçekleşir.

Kişilerin kendi gruplarına ve karşıt gruplara ilişkin kalıp yargılarında bazı farklılıklar görülmektedir. Bu farklılıklardan bir tanesi kişilerin kendi gruplarına ilişkin kalıp yargılarının genelde daha olumlu olmasıdır. Bu durum gruplararası yanlılık (intergroup bias) olarak adlandırılmıştır. Diğer bir farklılık ise kişilerin, bazı durumlar dışında, kendi gruplarını daha değişken (heterojen), karşıt grubu ise daha türdeş (homojen) olarak algılamalarıdır. Kişilerin kendi gruplarını karşıt gruba kıyasla daha türdeş olarak gördükleri özel durumlar da vardır. Bu üç olgunun bilişsel ve güdüsel kökenli değişik açıklamaları yapılmıştır.40




39 Türkbağ, a.g.m., s. 211.
40 Nuran Hortaçsu, Grup İçi ve Gruplararası Süreçler, Ankara, İmge Yayınları, 1998, s. 267.

Toplumsal grupların ve ilişkilerinin en gözle görülür aktarım ve paylaşım mekanizması toplumsallaşma kavramıdır. Bu nedenle toplumsallaşma kavramına genel hatları ile değinmekte fayda vardır. Bu konu ayrıca, göç edenlerin yeni kültürler karşılaşma ve iletişim sürecinde de önemlidir. İnsanın fiziksel ve psikolojik gelişimi, doğuştan getirilen bazı özelliklerin ve çevre etkisi altında biçimlendirilmesiyle oluşur. Birey üzerindeki çevre etkisi ilk olarak anne-baba etkisi ile oluştuğuna göre, birey doğal olarak onların aracılığı ile yaşadığı kültürün özelliklerini, yaşam biçimlerini algılamaya başlar.

Elbette ki bu yaşam biçimi ve kültürel özellikle içinde somut ve soyut kavramlara yüklenen anlamlar ya da onları algılama biçimleri de yer almaktadır. Anne-baba etkisi yanında çocuklar çeşitli dışsal etmenler ya da araçlarla çevresindeki uyaranları anlamlandırır ve adlandırır. Daha sonraki yıllarda ruh sağlığı için psikolojik gelişim evrelerinde sergilenen çevrenin çeşitli uyaranlarına yüklenen anlamlarla ilişkilidir.

İnsanların, aile ya da birinci dereceden yakınları ile olan ilişkisi yanında, onun dış dünya ile olan ilişkilerini belirleyen en önemli unsurlardan biri toplumsallaşma olgusudur. Her insan için doğumdan itibaren hem gelişme hem de sosyalleşme süreci başlar. Çünkü insan hem gelişmeye müsait hem de sosyal bir varlıktır. Bu süreç içerisinde kişi, çevre faktörlerinin de etkisiyle çeşitli objelere karşı tutumlar geliştirir ve onlara karşı bir pozisyon alır.

Etimolojik olarak ‘toplumsal/sosyal’ (social) kelimesinin kökeni, Latince ‘socius’ ve ‘societas’ kelimeleriyle irtibatlı ‘socialis’ kelimesine dayanmaktadır. İsim olan ‘socius’, ‘dost, arkadaş, iştirakçi’; ‘societas’ ise ‘toplum, topluluk, işbirliği, diğerleriyle ilişki kurmak’ anlamlarına gelir. Sıfat olan ‘socialis’ ise, ‘toplumcul, sosyal, topluma ait’ anlamlarına gelir. Dolayısıyla, İngilizce ‘social’, ‘socialize’ kelimelerin kökeni bu Latince kelimelere dayanmaktadır.41



41 Wolfgang Brezinka, Socialization and Education; Essays in Conceptual Criticism. Trans, James Stuart Brice, Westport: Greenwood Press, 1994, s. 5.

Sosyalleşme, bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürünü ve toplumdaki rolünü öğrenerek toplumla bütünleşmesi anlamına gelen temel sosyal süreçtir42. Aile çocuğu kuşatan ilk çevre olması ve hayatın önemli bir kısmının bu çerçevede geçmesi nedeniyle önemli bir sosyalizasyon mekanizmasıdır.

Genel olarak toplumsallaşma süreci, yeni durumun bir parçası olmayı; dışarıdan biri olmaktan çıkıp içeriden biri olmayı sağlayan bir değişim sürecidir. Toplumsallaşma yeni gelenin “diğerlerinin gördüğü gibi görebilmek için” algılarını değiştirdiği bir süreç olmaktadır. Yeni gelenin, örgütün içindekilerden biri olmasını öngören örgütsel toplumsallaşma, yeni gelenleri yetiştirmenin büyük harcamalar gerektirmesi, bu sürecin başarılı olmaması halinde, yüksek düzeyde işten ayrılmanın örgüte maliyetinin yüksek olması nedeniyle önemli olmaktadır.43
Mübadele sürecinde, gelinen coğrafyadakinden farklı bir kültüre sahip olan Giritli mübadiller kendi kültürlerini bir sonraki kuşaklara aktarımı ilk olarak aile içerisinde gerçekleşmiştir. Bununla beraber özellikle anadil konusundaki aktarımlar, gerek okullaşma gerekse toplumsallaşma süreçleri ile yıllar içerisinde durmuştur. Çalışmanın bulgular kısmında da göreceğimiz gibi halen bölgede anadili Yunanca/Giritçe olan kimse kalmamış durumdadır. Bununla beraber günlük yaşama özgü bazı gelenekler sonraki kuşaklarda da uygulanmaya devam etmiş, ancak yaratılan ortak kültürün belirleyiciliği daha fazla olmuştur. Bu durum kuşkusuz sadece aileden kültür aktarımının kesilmesi ile açıklanamayacaktır. Bunda okul ve eğitim, kitle iletişim araçları, arkadaş gruplarının rolünün de etkisi bulunmaktadır. Özellikle toplumsal hareketliliğin artması ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması mübadillerin gelinen coğrafyadaki kültürü özümsemelerinde belirleyici olmuştur.
Okul ve eğitim, deyim yerinde ise insanların sosyalleşme sürecinde ikici basamak ya da adımdır. Çocukların, birincil aile ilişkilerinden çıkarak, ikincil ilişkilerde

42 Erol Göka, Ölme: Ölümün ve Geride Kalanların Psikolojisi, İstanbul, Timaş Yayınları 2009, s. 227. 43 Ali Balcı, Örgütsel Toplumsallaşma, Kuram Strateji ve Taktikler, Ankara, Pegen Yayıncılık, 2003, s. 12.

bulunduğu alan okul çevresidir. Eğitim kısaca istendik davranış değiştirme sürecidir. Genel anlamda eğitim, insan davranışlarında bilgi, beceri anlayış, ilgi ve diğer kişilik nitelikleri yönünden belli gelişimler sağlamak amacı ile yürütülen etkiler sistemidir. Eğitim bir ideale yönelir. Eğitimin değişik amaçları toplumsal gruplara ve toplum ile bireyin isteklerine göre dalgalanma göstermiştir. Zaten düşünsel yeteneklerinin, ruhsal ve ahlaksal kaynaklarının tümünü geliştirmeden, çocuğu sosyalleştirmek olanaksızdır.44Kişilerin kültürlerini bir sonraki kuşaklara aktarımı sürecinde kitle iletişim araçları da belirleyici bir unsur olmaktadır. Günümüz dünyasında, gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm toplumlardaki bireyler gündelik yaşamlarında farklı amaçlarla da olsa kitle iletişim araçlarını kullanmakta, kitle iletişim araçlarının etkisine maruz kalmaktadırlar. Kitle iletişim araçlarındaki çeşitlilik teknolojinin gelişmesine bağlı olarak artmaktadır. Toplumsal yaşamda ortaya çıkan ihtiyaçlara bağlı olarak gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçlarındaki çeşitlilik, medyanın kullanım biçimini, bireysel alışkanlıkları ve bunlara bağlı pek çok şeyi değiştirmektedir. Günümüz koşullarında bireyler bir anlamda kitle iletişim araçları vasıtasıyla yayılan bilgi bombardımanı altındadırlar.45 Girit mübadilleri özelinde değerlendirdiğimizde de mübadele sonrasında özellikle radyonun yaygınlık kazanması ile ikinci kuşak göçmenlerin Türkçe öğrenimi kolaylaşmış, bu durum göçmenlerin kültürleşme sürecini hızlandırmıştır.

İnsanların sosyalleşme süreci içerisinde arkadaş gruplarının da büyük etkisi bulunmaktadır. Özellikle ailenin etkisinden kurtulma ve kendi kişiliğini yaratma çabası, bireyleri arkadaş çevresine daha fazla yakınlaştırmaktadır. Bu dönemde, arkadaşlar, aile ve öğretmen gibi unsurlara göre daha fazla rol modeldir. Aslında arkadaş çevresi, yaşamın ergenlikten sonraki döneminde de son derece etkindir. Üniversite ortamı, iş hayatı gibi süreçlerde de arkadaş ortamı temel belirleyicilerden biridir.



44 Kemal İnal, Eğitim ve İktidar: Türkiye’de Ders Kitaplarında Demokratik ve Milliyetçi Değerler, Ankara, Ütopya Yayınları, 2004, s. 21–22.
45 Denis McQuail ve Sven Windahl, İletişim Modelleri: Kitle İletişim Çalışmalarında, İmge Yayınları,
İstanbul, 2006.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:12

Genel bir değerlendirme ile bireyin toplum içindeki yaşamı onun kim olduğunu tanımlayan gruplar içinde geçmektedir. Bu gruplar birçok bakımdan birbirinden farklı özellikler taşımaktadır. Kendi isteğimizle veya kendi isteğimiz olmaksızın içinde yer aldığımız bu gruplar yaşantımızı çok değişik şekillerde etkilemektedirler. Tüm bu etmenler ile ilgili değerlendirmeler araştırmamızın bulgular kısmında ayrı olarak değerlendirilecektir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDA NÜFUS
MÜBADELESİ

3.1. TÜRKİYE YUNANİSTAN ARASINDA NÜFUS MÜBADELESİ



Bu kısımda genel hatları ile Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Mübadele Protokolü çerçevesinde sürdürülen mübadele uygulaması ve genel etkilerine değinilecektir.

3.1.1. Lozan Barış Konferansında Mübadele Konusu


Balkanlardan zorlamalar sonunda gelen kitlesel göçlerin temelinde, Balkanlar’daki etnik ve din temelli ulusçuluk kavramı bulunuyordu. Bu ulusların gelişim süreci buralardaki Türk ve Müslüman halka düşmanlığa yönelmişti ve Müslüman halk göçe zorlanıyordu. Bu süreç Türk-Yunan savaşının bitiminden sonra da devam etmiş, savaşın şartları sebebiyle yaşanan Rum göçü, henüz bitmemiş olan bu göç olgusunun uluslararası
hukuka uygun olarak bir yasal zemine oturtulmasını gerekli kılmıştı.46

Türkiye ve Yunanistan halkların karşılıklı göçü, Lozan Antlaşması öncesinde ortaya çıkmış ve Lozan görüşmelerine kadar özellikle Rumlar, Balkan Savaşları sırasında Yunanistan’a göç etmeye başlamıştır. 1914–1915 döneminde Osmanlı yönetiminin Ege adalarını Türkleştirme politikalarının da bir sonucu olarak, Rumların Anadolu’dan göçü hızlanmış ve Yunanistan’ın Türkiye karşısında yenilgiyle sonuçlanan savaşı sonrasında da doruk noktasına ulaşmıştır. Bu döneme kadar yaklaşık bir milyon Rum Anadolu’dan ayrılmıştır.
46 Kemal Arı, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923–1925), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003, s. 15.

Mudanya Ateşkes Antlaşması sonrasında savaş durumunda bulunan Türkiye ve Yunanistan arasında barış sağlanmış ve bunun ardından iki ülke arasındaki temel sorunlar Lozan Barış Konferansında ele alınmıştır. İlk olarak 21 Kasım 1922’de başlayan görüşmeler sırasında iki ülke arasında sınırlar, Fener Rum Patrikhanesi, azınlıkların durumu ve nüfus mübadelesi gibi sorunlar tartışılmıştır.47 Lozan barış görüşleri sırasında ilk olarak Norveçli Fridtjot Nansen azınlıklıkların karşılıklı değişimi konusunu gündeme getirmiştir ve bu öneri taraflarca makul karşılanmıştır. Nansen’in daha önce Yunanistan ve Anadolu’daki karşılıklı nüfus değişimini incelemek üzere Milletler Cemiyeti (MC) tarafından görevlendirilmiş olması da bunda etkili olmuştur.48 Bununla beraber Yunan heyeti İstanbul’daki Rumların mübadele kapsamı dışında bırakılmasını ve savaş yorgunu ülkenin buradan gelecek büyük nüfusun sosyoekonomik ihtiyaçlarını karşılayamayacak olmasını savunmuştur. İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti ise olası bir mübadelenin İzmir ve İstanbul'u da içine alacak şekilde, Türkiye'nin bütün Rum nüfusunu kapsaması gerektiği ve Batı Trakya'nın değişim dışı tutulmasını istemiştir; çünkü Türk tarafının bakış açısı ile Batı Trakya’da Müslümanlar azınlık değil çoğunlukdurumundadır.49 Görüşmeler sonrasında 27 Ocak 1923’te Lord Curzon başkanlığında toplanan Ülke ve Askerlik Sorunları Komisyonu’nda 6 gün süren tartışmaların ardından mübadele taslağı kabul edilmiştir.50 Böylece 30 Ocak 1923 tarihinde “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine Dair Mukavele ve Protokol” taraflarca imzalanmış, TBMM’nin 23 Ağustos 1923’te sözleşmeyi onaylaması ardından 25 Ağustos 1923’te yürürlüğe girmiştir.

47 Esra S. Değerli, “Atatürk Dönemi Türk Yunan Siyasi İlişkileri”, Dumlupınar Üniversitesi SBE Dergisi, Sayı 15, Ağustos 2006, s. 240.
48 Bayram Akça, “Lozan Antlaşması’ndan Sonra Muğla Vilayeti’ne Gelen Balkan Muhacirlerinin İskânı
Meselesi”, Muğla Üniversitesi SBE Dergisi (İlke), Güz 2008, Sayı 21, s. 17.
49 Kemal Arı, Büyük Mübadele Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923–1925), İstanbul Tarih Vakfı Yayınları, 2003, s. 16.
50 Mesut Çapa, “Lozan’da Öngörülen Türk Ahali Mübadelesinin Uygulanmasında Türk Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti’nin Katkıları”, AÜ Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 2, 1988, s. 241.

3.1.2. Türkiye Yunanistan Arasında Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi


Tamamı 19 maddeden oluşan ve Lozan görüşmeleri sırasında, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine Dair Mukavele ve Protokol”, Lozan Antlaşması’nın bir parçası kabul edilmiştir ve Sözleşmenin ilk iki maddesi şu şekildedir:51

“Madde 1: Türk topraklarında yerleşmiş bulunan Rum Ortodoks dininden Türk uyruklular ile Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukluların 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir.

Bu kimselerin hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye ya da Yunan hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.

Madde 2: Birinci maddede öngörülen mübadele,

a.) İstanbul’da oturan Rumları,
b.) Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktır.


1913 Yasası ile sınırlandırıldığı biçimde İstanbul Büyükşehir Belediye (Şehremaneti) sınırları içinde 30 Ekim 1918 gününden önce yerleşmiş (etabli) bulunan tüm Rumlar, İstanbul’da oturan Rumlar sayılacaklardır.

1912 Bükreş Antlaşması’nın saptamış olduğu sınır çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş tüm Müslümanlar, Batı Trakya’da oturan
Müslümanlar sayılacaktır.”

Maddelerden görülebileceği gibi mübadele protokolü İstanbul’da oturan Rumlar ve Batı Trakya’daki Türk azınlığı kapsamamış ve burada 30 Ekim 1918 öncesinde


51 Rifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789–1999), İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000, s. 558–559.

yerleşmiş bulunan halkların yerleşik kalacağı kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra mübadelede dini kimlik belirleyici olmuştur.

Göçe tabi tutulanlara her iki hükümet tarafından da her türlü kolaylıklar sağlanacaktı. Mübadiller terk ettikleri ülkenin vatandaşlığından çıkarak, yeni geldiği ülkenin vatandaşlığına geçirilecekti. Protokol 5. maddesi uyarınca mübadillerin mülkiyet haklarına hiçbir sınırlama getirilmeyecekti. Göçmenler her çeşit taşınır mallarını, hiçbir vergiye tabi olmaksızın yanlarında getirebileceklerdi. Mübadillerin bırakmış oldukları taşınır, taşınmaz mallar Karma Komisyon tarafından tasfiye edilecekti. Mübadillerin geride bıraktıkları taşınır taşınmaz mallar karşılığında yeni geldikleri ülkede eş değerde mal verilecekti.52

Sözleşme’nin 11. maddesine göre iki taraf arasındaki sorunları çözmek üzere Muhtelif Mübadele Komisyonu kurulmasına da karar verilmiştir. Karma Komisyon 7 Ekim 1923’te 4’ü Türk, 4’ü Yunan ve 3 tarafsız olmak üzere 11 üye ile göreve başlamıştır.53 Ayrıca Selanik, Kandiye, Hanya, Drama ve Kavala olmak üzere bazı bölgelerde de alt komisyon kurulmasına karar verilmiştir. Bu komisyonlar tarafsız bir başkan ve biri Türk, diğeri Yunan olmak üzere iki üyeden oluşuyordu. Alt komisyonların birinci görevi azınlıkların can ve mal güvenliğini sağlamaktı.54

Zorunlu mübadelenin başlangıç tarihi 1 Mayıs 1924 öncesinde de binlerce Rum ve Müslüman doğduğu toprakları terk etmiştir. Bu durum azınlıklara karşı kötü muamelenin ortaya çıkmasından da kaynaklanmıştır.

Karma Komisyonun merkezi 8 Ekim 1923’ten 21 Haziran 1924’e dek Atina, bu tarihten sonra İstanbul olarak belirlenmiştir. 1928 Temmuz ayında Karma Komisyon’un yapısında değişikliğe gidilmiştir. Eski tip organizasyon yapısı terk edilerek her biri

52 Mihri Belli, Türkiye Yunanistan Nüfus Mübadelesi: Ekonomik Açıdan Bir Bakış, çev. Müfide Pekin, İstanbul: Belge Yayınları, 2004, s. 26–27.
53 Uçarol, a.g.e., s. 559.
54 Melike Kara, Girit Kandiye’de Müslüman Cemaati, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2006, s. 86.
mübadelenin bir konusu üzerinde uzmanlaşan beş kalıcı daire oluşturulmuştur. Bu yapılanma eskiye göre daha başarılı olmuş ve komisyon kısa bir süre sonra görevini tamamlamıştır.55
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:15

3.2. MÜBADELENİN UYGULAMA SÜRECİ


Mübadele o günün şartları içerisinde düşünüldüğünde binlerce insanın yer değiştirmesi anlamına geliyordu ve bu uygulama boyunca her iki kesimde de önemli problemler baş göstermiştir. Bu kısımda genel hatları ile yürütülen çalışmalar ve sorunlar genel hatları ile değerlendirilecektir.

3.2.1. Türkiye’nin Yürüttüğü Çalışmalar


Yunanistan’dan Türkiye’ye Müslüman nüfusun göçü ile ilgili cumhuriyetin kurulması ertesinde 8 Kasım 1923’te “Yeniden Yapılanma, Mübadele ve İskân Bakanlığı kurulmasını öneren kanun kabul edilmiş ve bakanlığa mübadillerin iskân işlerinin yürütülmesinde tam yetki verilmiştir. Her vilayete bir yönetici atanmış, mübadillerin iskânı için müfettişler görevlendirilmiştir. Ancak bu geniş yetkiler dolayısıyla yerel makamlarla ortaya çıkan sürtüşme sonucu bakanlık yerine, 11 Aralık 1924’te İçişleri Bakanlığı İskân Dairesi oluşturulmuştur. Daire iskânın büyük ölçüde tamamlandığı 1926 yılında kapatılmıştır.56

Mübadillerin göçeceği yerler, sanatları, kişilikleri ve iklim şartları dikkate alınarak seçilecekti ve Bunun için, göçmenlerin gönderilecekleri bölgelerin ekonomik ve fizikî topografyalarının çıkarılması gündeme gelmiştir. Bu hazırlıklar sonrasında mübadillerin bulunduğu coğrafyaya uyum zorluğu çekmemeleri amaçlanmıştı. İmar İskân Vekâleti’nin kuruluşundan sonra ise on yerleşim bölgesi belirlenmişti. Bu yerler 57

55 Belli, a.g.e., s. 28.
56 Belli, a.g.e., s. 90.
57 Cahide Zengin Aghatabay, Mübadelenin Mazlum Misafirleri: Mübadele ve Kamuoyu, İstanbul: Bengi Yayınları, 2007, s. 95.

1. Bölge: Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat, Çorum.
2. Bölge: Edirne, Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise, Çanakkale.
3. Bölge: Balıkesir.
4. Bölge: İzmir, Manisa, Aydın, Menteşe, Afyon.
5. Bölge: Bursa.
6. Bölge: İstanbul, Çatalca, Zonguldak.
7. Bölge: İzmit, Bolu, Bilecik, Eskişehir, Kütahya.
8. Bölge: Antalya, Isparta, Burdur.
9. Bölge: Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray, Kırşehir.
10. Bölge: Adana, Mersin, Silifke, Kozan, Cebel-i Bereket, Antep, Maraş.

Mübadele uygulamasının henüz başlamadığı günlerde, Batı Makedonya’da baskılar sonucu yollara dökülen Müslümanlar Selanik, Kavala, Hanya, Kandiye gibi limanlara yığılmıştı. O dönemde İskân Teavün Cemiyeti’ne göre Anadolu’ya geçecek Türk göçmenlerin sayısı Girit ve adalarda 50 bin kişiydi. Türkiye’den gelen Rum mübadillerin Türklerin evlerine yerleştirilmesi, evlerinden olanların kendi çabası ile ihraç iskelelerine doğru göç ettirilmesine neden olmuş, ayrıca Yunan hükümeti Müslüman tasarrufları üzerinde sınırlama getirmişti.58

Mübadelenin başlamasına az bir süre kala Anadolu'ya yakın adalardaki Müslümanlar kendi olanakları ve resmi vapurlarla özelikle Ayvalık’a çıkmaya başlamıştır. Midilli ve Girit adasındaki Müslümanlar mübadeleye ilişkin haberlerin duyulmasıyla iskelelere yığılmaya başlamış; ancak yeterli vapur ve mavna olmamasından dolayı sıkıntı yaşamışlardı. Taşıma işleminin başlaması ile 1923 yılı sonuna kadar Girit. Kavala, Drama ve Selanik'ten 60.518 göçmen gelmiş; Midilli Müslümanlarının 1400 kişilik kafilesi de Ekim 1923’te Ayvalık’a çıkmıştır.59

58 Kara, a.g.e., s. 87.
59 Kara, a.g.e., s. 88.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:20

3.2.2. Mübadelenin Uygulama Sürecinde Karşılaşılan Sorunlar


Mübadelenin uygulanma sürecinde her iki tarafın da ciddi problemleri ortaya çıkmıştır. Türkiye genç bir cumhuriyet olmasına rağmen mübadillerin sevkiyatı konusunda daha iyi örgütlense de, mübadele boyunca birçok sorun ortaya çıkmıştır. Bu kısımda genel hatları ile ortaya çıkan sorunlar değerlendirilecektir.
3.2.2.1. İskân Sorunları


Genel olarak her iki tarafta da göçün örgütlenmesinde büyük problemler vardı. Yunanistan’da çok sayıda göçmen olması dolayısıyla Türk azınlığın yola çıkarılması işlemlerine hız verilmiş; ayrılanların yerine yeni gelenleri yerleştirme yöntemi hemen uygulamaya sokulmamıştı. Türkiye’de de benzer biçimde Rumların ayrılması aceleye getirilmiş veya ertelenmiştir.60

3.2.2.2. Taşınır ve Taşınmaz Mallar
Karma Komisyon 7 Ekim 1923’ten sonra el konulan tüm malların sahiplerine iadesi kararı almış ve bu tarih sonrasında her iki hükümet el konulan malların tazmin edilmesi konusu ile karşı karşıya kalmıştır. Belli’ye göre burada Türk tarafının lehine işleyen bir durum ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni de bu tarih öncesinde Türkiye’den göç eden Rumların mallarına büyük ölçüde el konulmasını göstermektedir ve bu durum bir ölçüde savaşın galibi taraf olunmasından kaynaklanmaktadır.61

Taşınır mallar konusunda Türk tarafına Yunan hükümeti hem taşınabilir hem de taşınmaz mallar için 1.018.019.400 Drahmi ödemiştir. Bununla Karma Komisyon’un




60 Belli, a.g.e., s. 33.
61 Belli, a.g.e., s. 38.

üzerinde yer aldığı taşınmaz mülke taşınması durumunda zarar vermeyecek malların taşınabilir mal olarak tanımlandığı anlaşılmaktadır.62

Karma Komisyon karışıklıkların önüne geçebilmek için mübadillerin parasal hakları ile ilgili ise şu kararı almıştır:63

“Mübadeleye tabi olan şahısların parasal hakları, alacaklıların mübadelesinden etkilenmeyecektir ve göç tarihi ne olursa olsun mübadele edilen şahsın hak talebi, malların tasfiyesi içinde mütalaa edilmeyecektir. Şahıs alacaklı olduğu miktarı geri almak için talepte bulunabilir ve her türlü yasal yola başvurmak suretiyle parasını geri alabilir. Bunun gerçekleşmesi için Karma Komisyon ilgili şahıslara hizmet vermekle mükelleftir.”

Türkiye ve Yunanistan arasında süren mübadele konusunda en önemli sorun taşınmaz malların varlığı ile ortaya çıkmıştır. Sözleşme hükümleri gereği mübadillerin terk ettikleri yerlerdeki malları Komisyon tarafından tasfiye edilerek mal sahiplerine ödeme yapılacak, değerin belirlenmesinde de altın esas alınacaktı. Bu konuda tüm yetki Komisyon’a aitti. Tasfiye sonrasında her mal sahibine mübadilin elinden alınan malın tazminatını gösteren bir beyanname dağıtılacaktı. Bu beyanname mübadile yeni yerleştiği ülke hükümetinden aynı değerde mal talep etmesi hakkı sağlayacaktı. Ancak uygulamada bu hükümlere dikkat edilmemiştir.64

Karma Komisyon’un varılan kararlara rağmen taşınmaz malların tasfiyesi ile ilgili başarısız olması üzerine ortaya çıkan sorunlar nedeniyle; taraflar arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Karma Komisyon’un birçok yetkisinin elinden alınmasına karar verilmiştir. Antlaşmanın 1. ve 2. madde hükümlerine göre mübadeleye tabi kişilerin tüm mal varlığının mülkiyetini karşılıklı ülkelere devredilmesi kararı alınmıştır. Böylece



62 Belli, a.g.e., s. 39.
63 Belli, a.g.e., s. 40–41.
64 Belli, a.g.e., s. 42.

taraflar mübadeleye tabi kişilerin mallarına dair taleplerinden karşılıklı olarak vazgeçmiştir.65

3.2.2.3. Etabli Sorunu


Nüfus mübadelesi sözleşmenin yürürlüğe girmesi ardından uygulama ilk yıllar sorunsuz ilerlese de, zaman geçtikçe önemli problemler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Karma Komisyon önüne gelen ilk anlaşmazlık, sözleşmenin 2. maddesinde ele alınan İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya’daki Müslümanlar konusu ile ilgili ortaya çıkmıştır. Etabli sorunu olarak da adlandırılan bu tartışmalar, iki ülke arasında ciddi siyasi krizlere neden olmuştur.

Antlaşmanın Fransızca metninde geçen etablis terimi Türkçeye “sakin bulunmuş” olarak çevrilmiş ve TBMM tarafından da bu şekilde onaylanmıştır. Bu nedenle Türkiye kimlerin 30 Ekim 1918’den önce sakin bulunduklarının belirlenmesinde Türk kanunlarının esas alınması gerektiğini savunmuştur.66 Yunan tarafı ise Yunan kanunlarına atıf yapılmadığını öne sürerek maddenin sözleşmenin ruhuna uygun bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Böylece Yunanistan, İstanbul’da olabildiğince çok Rum’un kalmasını sağlamak istemiştir. Bu görüş ayrılığının çözülememesi üzerine taraflar MC’nin kararı ile konuyu Daimi Adalet Divanı’na götürmüştür.

Milletlerarası Daimi Adalet Divanı 21 Şubat 1925’de açıkladığı kararında şu sonuca varmıştır:67

1. Sakin bulunmuş (etablis) deyimi vasfını taşımakta ve bir oturma ile beliren fiili bir durumu ifade etmektedir;

65 Belli, a.g.e., s. 49.
66 Değerli, a.g.m., s. 244.
67 Mehmet Gönlübol ve diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919–1994), Ankara: Siyasal Kitabevi, 1996, s. 64.

2. “İstanbul’un Rum ahalisi” deyimi ile kastedilen şahısların antlaşma gereğince “sakin bulunmuş” sayılmaları ve mübadele dışında bırakılmaları için, İstanbul Şehrinin 1912 kanunu ile tespit edilen belediye sınırları içinde bulunmaları, ayrıya ortaya her ne şekilde olursa olsun 30 Ekim 1918 tarihinden önce gelmeleri ve orada daimi olarak oturmak niyetinde bulunmaları gerekmektedir.

Divanın bu görüşü sorunu çözmeye yetmemiş ve etabli anlaşmazlığı iki ülke siyasi ilişkilerini gerginleştirmiştir. Bunun üzerine Türkiye ve Yunanistan arasında mübadele sorunu 1 Aralık 1926 Atina Antlaşması ile çözüme kavuşturulmak istenmiş ve iki ülke arasında taşınabilir ve taşınamaz malları hakkında yeni düzenlemeler getirilmişse de; mübadele uygulamasında zorluklar devam etmiştir. Her iki tarafın görüşlerinde yumuşaması ile 10 Haziran 1930 antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun, İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türklerinin hepsi etabli deyimi kapsamına alınmıştır. Ayrıca her ülkede de azınlıklara ait mallar konusunda birçok düzenleme yapılmıştır.68 Anlaşma hükümlerine göre mübadil Müslümanların Yunanistan’da bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin tam mülkiyeti Türk hükümetine; mübadil Rumların Türkiye’de bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin mülkiyeti de Yunan hükümetine geçecektir. “Mübadele dışında bırakılmış olan İstanbul bölgesinden kaçan ve avdet hakkından mahrum bulunan Rumların Türkiye’deki bütün menkul ve gayrimenkul mallarının mülkiyeti Türk hükümetine geçecektir; aynı şekilde mübadelenin istisna tutulduğu İstanbul bölgesi dışında bulunan ve etabli Rumlara ya da avdet hakkından faydalanan şahıslara ait menkul ve gayrimenkul malların mülkiyeti de Türk hükümetine geçecektir. Öte yandan 1. Mübadele dışında bırakılmış Garbi Trakya mıntıkasını terk edip avdet hakkından mahrum bulunan Türklere ait Yunanistan’daki bütün mallar 2.) Adı geçen bölgenin





68 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1995, İstanbul: Alkım Yayınevi, 1996, s. 326.

dışında bulunan ve etabli Türklere ya da avdet hakkından faydalanan şahıslara ait menkul ve gayrimenkul mallarının tam mülkiyeti Yunan hükümetine geçecektir.”69

Mübadele her iki halkın da büyük ekonomik ve sosyal zorluklarla karşı karşıya kalmalarına da neden olmuştur. 4 Ağustos 1924’e kadar Türkiye’ye Yunanistan’dan
324.396 Müslüman mübadil ve Türkiye’den Yunanistan’a 52.144 Rum göç etmiştir. 7 Nisan 1925 itibariyle de Türkiye’ye gelen göçmen sayısı 362 bine ulaşmıştır.70 O dönemdeki nüfus rakamlarını da dikkate aldığımızda böylesi büyük bir göçün birçok sorunu da beraberinde getirmesi kaçınılmaz olmuştur.

3.2.3. Mübadelenin Sonuçları


Mübadele her iki taraf açısından da çok önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Mübadillerin doğdukları topraklardan koparak hiç alışık olmadıkları yerlere gönderilmeleri özellikle sosyal açıdan birçok sonuç ortaya çıkarsa da, bu kısımda genel hatları ile demografik ve sosyo ekonomik sonuçları değerlendirilecektir.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:29

3.2.3.1. Mübadelenin Demografik Sonuçları


1923–1926 döneminde Türkiye’den ayrılan Rumlar ile ilgili sayılar Karma Komisyon istatistiklerine göre aşağıdaki gibidir:71

İstanbul Alt Komisyonu denetiminde
1924 92.845
1925 3.165
1926 1.943



69 Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası 1919–1938, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1997, s. 63–64.
70 Uçarol, a.g.e., s. 560.
71 Belli, a.g.e., s. 31.

Samsun Alt Komitesi denetiminde
1924 58.164
Mersin Alt Komitesi denetiminde

1924 49.943
1925 181
Toplam 50.124


Komisyon’un müdahalesi olmaksızın İzmir’den
1923.1924 2.500
Kırklareli’den
1924 1177


Genel Toplam 189.916


Karma Komisyon raporlarına göre Yunanistan’dan Anadolu’ya taşınan Türkler ile ilgili istatistikler ise şu şekildedir:72

Selanik Alt Komisyonu’ndan
1923 18.044
1924 91.533
Resmo
(Hanya) alt Komisyonu’ndan

1923 3.270
1924 4.872
Toplam 8.142
Drama Alt Komisyonu’ndan
1923
69
1924 75.987



72 Belli,a.g.e., s. 32.

Toplam 76.047


Kavala Alt Komisyonu’ndan

1923 2.184
1924 43.343
Toplam 45.527


Kozana Alt Komisyonu’ndan

1923 13
1924 26.610
Toplam 26.623


Kayalar Alt Komisyonu’ndan

1923 10
1924 30.770
Toplam 30.780


Kozana ve Kayalar’dan
1923 34.653

Gumenitza (Epir) Alt Komisyonu’ndan


1924 2032
1925 957
Toplam 2989


Karma Komisyon müdahalesi olmadan Midilli Adasından 7500
Gelen tüm Türklerin toplamı 355.635

Bu sayılar içerisinde Karma Komisyon’un tahsis ettiği ulaşım olanakları dışında gelen birkaç bin kişi dâhil değildir.

3.2.3.2. Mübadelenin Sosyo-Ekonomik Sonuçları

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin mübadillerin iskânı için mali kaynaklarının yetersiz olması ve yabancı kaynaklardan kredi elde edilemeyecek olması dolayısıyla, mevcut kaynaklardan mübadillere pay ayırmak durumunda kalınmıştır. Ayrıca Türk göçmenlerin büyük oranda Yunanistan’ı Karma Komisyon denetiminde terk etmesi, yüzölçümünün Yunanistan’dan daha büyük oluşu ve Türk hükümetinin gelecek göçmenler için iskân yerleri belirlemiş olması dolayısıyla, Yunanistan ile karşılaştırıldığında iskân sorunları daha az yaşanmıştır.73

Türk Hükümeti’nin 1923–1928 arasında Türk mübadillerin yerleştirilmesi için yaptığı harcamalar aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Tablo 1: Türk Hükümetinin 1923–1928 Yılları Arasında Türk Mübadillerin Yerleştirilmesi İçin Yaptığı Harcamalar


tez 1.png
tez 1.png (4.78 KiB) 4173 kere görüntülendi
Kaynak: Mihri Belli, Türkiye Yunanistan Nüfus Mübadelesi: Ekonomik Açıdan Bir Bakış, çev. Müfide Pekin, İstanbul: Belge Yayınları, 2004, s. 94.



73 Belli, a.g.e. s. 91–92.

Belli’nin tespiti ile bu rakamlar kişi başına ortalama harcamanın Yunanistan’daki göçmenlerin iskânı için harcanan miktardan daha az olduğunu belirtmektedir. Bu durumun nedenleri ile ilgili Belli şu tespitler yapmaktadır:74

“Rum çoğunluğun Anadolu’dan ayrılışı birkaç hafta içinde tamamlanmıştır. Bu insanlar aşağı yukarı her şeylerini geride bırakıp gitmişlerdir. Oysa Türkler, genel olarak taşınabilir mallarının hiç olmazsa bir kısmını yanlarında getirebilme şansına sahiptiler. Bunun sonucu olarak Rum göçmenlerin ihtiyaçları Türk göçmenlerin ihtiyaçlarından doğal olarak fazla olmuştur. Ayrıca Yunan azınlığın ayrılmasından sonra çok daha az sayıda olan Türk göçmenlerin topluma kazandırılması Türkiye için zor olmayacaktı. Hâlbuki Yunanistan’da bir nüfus fazlası sorunu yaşandığından Yunanlı göçmenlerin üretken tarımsal ya da kentsel faaliyete geçebilmeleri için daha fazla ekonomik desteğe ihtiyaç duyulmuştu”
74 Belli, a.g.e. s. 95.

[/size][/color][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:39

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. MÜBADELE ÖNCESİ VE SONRASI GİRİT VE TİRİLYE’DE SOSYOKÜLTÜREL YAŞAM

4.1. GİRİT VE GİRİTLİ GÖÇMENLER


Türkiye Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonrasında en fazla göç veren bölgelerden biri de Girit olmuştur. Bu nedenle Tirilye örneğinde göçmenlerin kültürleşme sürecini incelemeden önce Girit ve Giritli göçmenler hakkında bazı değerlendirmeler yapılacaktır.

4.1.1. Girit’in Fethi ve Girit’te Türkler


Yunanca (Krete) veya (Kriti), Araplar taralından (Ekritiş) veya (İkritiş), İtalyanlar taralından (Candia) ve Türkler tarafından (Girit) olarak isimlendirilen bu ada, Doğu Akdeniz'in ve özelikle Adalar Denizi'nin en büyüğüdür ve 25, 20 ve 23, 31 boylam derecesi ile 34, 55 ve 35, 41 enlem dereceleri arasında ve 8618 km- büyüklüğündedir. Batıdan doğuya doğru 260 km’lik bir uzunluğu ile ada Yunanistan ve Güney Anadolu Sıradağları arasında bir bağ meydana getirmektedir. 75

Girit adası; Günümüzde Akdeniz'de, Yunanistan'a bağlı olan ada, Muğla Deveboyunu Burnu'ndan 180 km uzaktadır. Ege Denizi'nin güneyinde, batıdan doğuya 140 km. uzunlukta ve 8,379 km²'lik oldukça dağlık olan adanın nüfusu genelde Kandiye, Hanya ve Resmo isimli kentlerde yoğunlaşmıştır. Adadaki kalkerli sıradağlar yer yer 2500 metre yüksekliğe yaklaşırlar. Kışları yağışlı, yazları kurak geçen, tipik Akdeniz iklim kuşağındadır. Adanın başlıca zenginlik kaynağı zeytinlikler, bağlar ve




75 N. Ahmet Banoğlu, Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi, İstanbul: Kırmızı Beyaz Yayınları, 2005, s. 11.




şarapçılıktır. Adanın asıl önemi konumuyla ilgilidir ve Akdeniz’e hâkim bir noktada ve Mısır, Süveyş Kanalı’nı kontrol edecek durumdadır.76


Harita 1: Girit Adası
tez 2.png
tez 2.png (93.75 KiB) 4172 kere görüntülendi
25 Ağustos 1896 tarihinde Girit Adliye teşkilatının düzeltilmesi kararlaştırılarak, 1897 yılı Ocak ayında komisyon çalışmaları başlamıştı. Girit'teki işgal kuvvetlerinin amiraller adi suçlara ve cinayetlere bakmak üzere bir karma komisyonlar oluşturmuştu. Karma komisyonun cinayet iddiasıyla Müslümanlara idam cezası uygulaması tepki yaratıyordu. Hıristiyanlar İtalya’dan gelen avukatlar tarafından savunurken Müslüman zanlılar kendilerini savunma hakkı dahi tanınmadan şiddetli cezalara çarptırılıyorlardı.77



76 Metin Özer, Unutulan Girit, İzmir: Umay Yayınları, 2007, s. 13.
77 Özer, a.g.e., s. 21.

Çok eski zamanlardan itibaren, Akdeniz’de bir ticaret merkezi olan Girit, önce Bizans egemenliğine geçmiş, 823 yılında Müslüman Araplar tarafından fethedilmiş, İspanya’dan sürülen 10.000 Endülüslü Arap bir süre Mısır ve İskenderiye’de kalmışlar, 825 yılında Ebu Hafd Ömer komutasında gemi ile Girit'e geçerek zamanla yerleşmişlerdi. Ada 961 yılında yeniden Bizans egemenliğine girmiş, 1204 yılında 15 kilo altın karşılığında satılmasından sonra 400 yıla yakın bir süre Venediklilerin yönetiminde kalmıştır.78

Girit meselesinin yol açtığı masraflar Osmanlı maliyesi için önemli bir yük oluşturuyordu. 1866 yılı sonunda hükümet bütçesinin açığı 40 milyon franga (1 milyon 760 bin Osmanlı lirasına) erişiyordu. Yıllar içersinde bütçe açığı sürekli büyümüş, 1909–1910 bütçesinde devletin ihtiyacı 32 milyon lirayken, gelir 26 milyon lira olarak bağlanmış, aradaki 6 milyonluk açığın borçlanarak sağlanması düşünülmüştü.79

Girit’in fethedilmek istenmesinin birçok nedeni olsa da, adanın stratejik konumu belirleyici etkili olmuştur. Girit’in Osmanlı Devleti açısından doğu Akdeniz egemenliği yanı sıra; Ege Denizi ve Çanakkale Boğazı’nın dolaylı olarak da İstanbul’un güvenliği açısından büyük öneme sahiptir. Ege’ye bağlanan ticaret ve hac yollarının kilit noktasında bulunan Girit’in 17. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı için artık mutlak olarak sınırlara dâhil edilmesi gerekliydi.80

1645’te başlayan Girit seferi ile başlayan fetih sürecinde ilk olarak Hanya ele geçirilmiş, Kandiye şehrinin alınması ise çok daha uzun sürmüştür. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın sadrazam olması ve onun Girit sorununa ciddiyetle eğilmesi adanın fethedilmesi açısından bir dönüm noktası olmuştur. 1666’da Sadrazam Girit’in tamamen




78 Özer, a.g.e., s. 165.
79 Özer, a.g.e., s. 169.
80 Ayşe Nükhet Adıyeke ve Nuri Adıyeke, Fethinden Kaybına Girit, İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2006, s. 15.

fethedilmesi ile görevlendirilmiş ve 6 Eylül 1669’da imzalanan antlaşma ile Kandiye
şehri teslim olmuştur. 81

4.1.2. Girit’te Ekonomik Yaşam


Osmanlı Devleti Girit’in alınması öncesinde Resmo’da oluşturduğu ilk yönetim birimlerinden başlayarak iktisadi düzeni adaya taşımış, bunun öncesinde genel bir tahrir ile nesnel bir biçimde üretim kaynaklarının belirlenmesi, ardından herkese uygulanacak yazılı kanunname oluşturulması ve insanların mülkiyet hakkının korunması öncelikli olmuştur.82 Adanın Osmanlı egemenliğine geçmesi sonrasında ticari faaliyetler sürmüş ve Girit Müslümanları da ticaretle uğraşmıştır.83

Adanın 19. yüzyıl sonunda ada nüfusu 200 bin kişiydi ve nüfusun beşte üçü Hıristiyanlar ve beşte ikisi Müslümanlardan oluşuyordu. Toprakların üçte ikisine sahip olan Müslümanların Hıristiyanlardan alacaklarının toplamı 90 milyon kuruştu.84 Bu durum özellikle adanın Yunanistan’a bırakılması ile sorun oluşturmaya başlamıştır.
4.1.3. Girit’te Sosyo Kültürel Yaşam


Fethi sonrasında imparatorluğun ayrıcalıklı vilayetlerinden biri olarak Girit, hem yönetimsel hem de ekonomik anlamda ayrıcalıklara sahip olmuş, bu durumun sosyal yapıda da etkileri görülmüştür. Tukin’in şu tespiti de bu bakımdan önemlidir:85

“Türkler Girit’e girdikleri günden itibaren yerli halkın din ve mezhep işlerine karışmamış, ana dillerini kullanmalarına izin vermiştir. Ayrıca ihtida eden Rum kadınlarıyla yapılan evlilikler sonrası doğan çocuklar, annelerinden dolayı

81 Adıyeke ve Adıyeke, a.g.e., s. 252.
82 Fulya Düvenci Karakoç ve Funda Düvenci Tunçdöken, Mudanya’nın Akdenizli Konukları Giritliler, Bursa: Gaye Kitabevi, 2008, s. 37.
83 Karakoç ve Tunçdöken, a.g.e. s. 49. 84 Karakoç ve Tunçdöken, a.g.e. s. 66. 85 Kara, a.g.e. s. II.

Rumca eğitim ve terbiye aldıklarından dolayı adada konuşulan yaygın dil Türkçe değil, Rumca olmuştur.”

Tablo 2: Livalara Göre Girit’te Nüfus (1911)
tez3.png
tez3.png (5.76 KiB) 4172 kere görüntülendi
Kaynak: Ayşe Nükhet Adıyeke ve Nuri Adıyeke, Fethinden Kaybına Girit, İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2006, s. 265.

Yukarıdaki tablodan görülebileceği gibi adada Türkler özellikle Resmo, Hanya ve Kandiye bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Bununla beraber ada üzerinde Rum ve Türk halkı ortak bir yaşam sürdürmüştür. Bu nedenle Rum köyü/bölgesi ya da Türk köyü/bölgesi gibi bir ayrım ortaya çıkmamış,

Girit'teki Hıristiyan ve Müslüman toplum arasında dinsel farklılıklar dışında yaşam tarzında belirgin bir fark yoktu. Dilleri, gelenek ve görenekleri, mutfak alışkanlıkları, giyim ve kuşamları, hatta yürüyüş tarzları ve davranışları büyük oranda aynıydı. Sadece kıyafetler açısından farklılıkta Müslümanlar başlık olarak genellikle fes giyer, bazı hallerde başlarına beyaz mendil bağlarlardı. Hıristiyanlar ise başlık olarak ya küçük siyah bir kep giymekte veya oyalı siyah mendil bağlamaktaydılar. Adaya dışarıdan gelen yabancıların bu küçük ayrıntıyı fark etmeleri mümkün değildi.86


86 Ali Ekrem Erkal, Geleneksel Kültürü ile Türk Girit, 3. Kitap: Toplum, İzmir: Nurdaş Yayını, 2008, s. 16.


Evlilik işlemleri açısından Girit’in o dönemde belirleyici özelliği de ortaya çıkmıştır. Anadolu’da nikâh işlemleri izinnameler aracılığıyla imamlar tarafından yapılırken, Girit’te nikâh işlemleri doğrudan naipler aracılığıyla yapılıyordu. Bu açıdan Anadolu’da evlilikler geleneksel bir biçimde yapılırken, Girit’te daha resmi bir biçim ortaya çıkmıştır ve bu durum nikâh kayıtlarında da kendisini göstermektedir. Nuri Adıkeye’ye göre bu durumun temel nedeni evliliklerin adada Müslümanlaştırma politikası olarak görülmesidir. Dolayısıyla Müslümanlaştırma politikasına paralel olarak gayrimüslim kadınlarla evlilikler neticesinde sonraki nesillerde Müslüman nüfusu çoğaltmak istenilmiştir.87

Evliliklerde İslam hukukundaki dinsel karışıma da uyulduğu görülmektedir. Bunun anlamı Müslüman bir erkek ile gayrimüslim bir kadın evlenebilmekte, ancak gayrimüslim bir erkek Müslüman bir kadın ile evlenememektedir. Böyle bir evlilik varsa da kayıtlara yazılmamıştır. Adada Müslüman erkeklerin hem ihtida eden, hem de Ortodoks kadınlarla evlendikleri görülmüştür.88

Kara’ya göre Osmanlı Devleti’nin klasik iskân politikası Girit’te uygulamaması karışık evlilikler gibi özellikler, Müslüman cemaati sadece Osmanlı toplum yapısı ya da İslam fıkhına göre açıklamayı olanaksız kılmaktadır. Osmanlı devleti adayı fethettiği dönem itibariyle klasik iskân politikasını Girit’te uygulamamış, adaya Anadolu’dan Müslüman halk göç ettirilmemiştir. Dışarıdan herhangi bir göç olmadığı için yerli halkın bir kısmı Müslümanlaşmış ve Müslüman olan halk ile Ortodoks halk arasında evlilikler yapılmıştır. Topluluklar arasında belirgin farklılaşma ise 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Buna verilebilecek en önemli örnek ise Müslüman cemaatin anadilinin Türkçe olmasıdır.89 Konuşma dilleri Rumca olan çocuk ve gençlerin Rum okullarına devamında bir sorun yaşamamaları onlar için bir avantaj olmuştur.90



87 Adıyeke ve Adıyeke, s. 67–68.
88 Adıyeke ve Adıyeke, s. 68.
89 Kara, a.g.e. s. 71.
90 Kara, a.g.e. s. 78.

[/size][/color][/i][/b][/size][/color][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:45

Girit’in toplumsal yapısı hakkında önemli bir ipucu olabilecek Müslümanlaştırma politikası hakkında Adıyeke şu ifadelerle, bunun üç temel yolla sağlandığını ifade etmektedir. Buna göre;91

“Girit adasının alınması ve buranın Müslümanlaşması, başka yerlere göre bir hayli farklı ve olağanüstü olmuştur. Ada alındıktan sonra birçok yerde yapıldığı gibi Girit’e Anadolu’dan sürgünler yapılmamış veya yapılamamıştır. Bu çerçevede adada Müslüman bir kitle oluşturabilmek için Osmanlı genelinde uygulamanın pek de yaşanmadığı üç yöntem çokça kullanılmıştır. Bunlardan ilki adada kitlesel ihtidalara müsaade edilmesi olmuştur. Osmanlı’nın genel bir uygulama olarak kitlesel ihtidalara olumlu bakmadığı bilinmektedir. Girit’te böylesine geniş ihtidaya müsaade etmesinin sebebi ise adada bir nüfus dengesi oluşturma isteğidir. Daha eski dönemlerde olduğu gibi adaya başka bir coğrafyadan göçürme yapılamadığı için, nüfus dengesi ancak adanın yerli ahalisinden bir dönüşüm ile gerçekleştirilebilmiştir. İkincisi yerli yeniçerilik olmuştur. Girit’teki Osmanlı askeri gücü, yeniçerilerin iki bölümünden oluşuyordu. İmparatorluk merkez yeniçerileri, kapıkulları ve yerli yeniçeriler. İkincileri Giritli Müslümanlardan oluşuyordu. Kapıkullarının reisi Yeniçeri ağası, yerli yeniçerilerin yöneticisi ise Yerli ağası idi. Yerli yeniçerilik Müslümanlığa geçişte özendirici bir kurum olmuştur. Üçüncüsü ise cemaatler arası evliliktir.

Girit’te Müslüman ve Ortodokslar arasında bütünleşmiş toplumsal doku 1830 yılından sonra Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ile ortadan kalkmaya başlamış ve cemaatler arası ilişkiler bozulmaya başlamıştır.

Girit Osmanlı topraklarına en son katılan bölgelerden biri olarak Osmanlı egemenliğinin en gevşek örüldüğü coğrafyalardan biri durumundadır. Bu örgü hem adanın Osmanlı tarafından oluşturulan idari yapısı hem de toplumsal yapı dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Adadaki Müslümanlar ve Rum Ortodokslar o kadar karışmıştır ki, belgelerde görüleceği üzere Yanni Osman, Hasan Nikolai, Molla Mehmetaki gibi

91 Adıyeke ve Adıyeke, a.g.e. s. 72.

isimlere rastlanılmaktadır. Bazen sadece Rumca isimle anılan Müslümanların olduğu da görülmektedir.92

Girit adası Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilişinden itibaren hep ayrıcalıklı bir yapıya sahip olmuştur. İmparatorluğun diğer birçok bölgesinden farklı olarak belli başlı vergilerin ada halkından alınmaması, yönetsel açıdan özel bir kurumlaşmaya sahip olması hep bu ayrıcalıklı yapının bir uzantısı olarak Girit’in siyasal ve ekonomik yapısını etkilemiştir.93

Girit’te Müslüman aile yapısının en önemli özelliği tek eşliliğin yaygın olmasıdır. Bununla beraber aile yapısı ataerkil nitelikler göstermekte ve kadının rolü erkeğe göre ikinci planda kalmaktadır. Ancak kız çocukların da eğitimine büyük önem verildiği göz önüne alınırsa; Müslüman cemaat içerisinde kadınların da yerinin olduğunu ortaya çıkarmaktadır.94

Girit toplumsal yaşamında her genç kızın çeyizinde Girit şamdanları mutlak olarak bulunurdu ve aydınlatmaiçin başka araçların kullanılmaya başlaması ile beraber konsol lambaları şamdanların yerini alsa da; mübadeleye dek geleneksel Girit şamdanları geleneği devam ettirilmiştir. 95

Girit’te özellikle güneydoğu tarafında eğlenceye çok önem verilmiş, her fırsat değerlendirilerek, bayram ve yortularda her iki cemaat de ortak bir eğlence kültürü oluşturmuştur. Erkal’ın deyimiyle bu eğlenceler bekârların evlenecekleri kişiyi seçmeleri için de bir ortam oluşturuyordu ve erkekler manilerle serenat anlamına gelen Kandatha söylerek genç kızları etkilemeye çalışıyorlardı.96



92 Adıyeke ve Adıyeke, a.g.e., s. 125. 93 Adıyeke ve Adıyeke, a.g.e., s. 147. 94 Kara, a.g.e., s. 72.
95 Erkal, a.g.e., s. 3.
96 Erkal, a.g.e., s. 70.

Girit Halk Edebiyatına Rumların ve Türklerin yanı sıra, 1669’a kadar adanın hâkimi olan Venediklilerin de önemli katkıları olmuştur. Roma döneminden kalma ve her ayın ilk günü kutlanan "Kalenderlerde gençler ve çocuklar evleri dolaşarak her kapının önünde şarkı ve ilâhiler söyler, bahşiş toplarlardı. Bu âdet Osmanlı döneminde de devam ettirilmiş, ancak önceleri Latince ve Hıristiyan ilahileri çağrıştıracak tarzda söylenen Kalendes" şarkıları zamanla Giritlice ve Madinadhes tarzında seslendirilir hale gelmiştir.97

Girit’te 1900’lü yıllarda, şehirlerde yaşamakta olan Türk toplumunun çağdaş yaşama uyum sağladığı belirgin bir şekilde görülmektedir. Bu dönemde eğitime önem verilmeye başlanmış, giyimde yerel giysiler yavaş yavaş terk edilerek çağdaş giyim tarzı benimsenmeye başlamıştır. Kız çocukları da mahalle mektepleri dışında çağdaş öğretim veren okullara gitmeye başlamıştır. Bu dönemle beraber Türk doktor ve eczacıları yetişmeye başlamıştır.98

Girit’te Müslüman ve Ortodoksların ayrı okulları ve eğitim programları vardı ve adada eğitim-öğretim işlerini yürütmekle görevli olan ayrı maarif meclisi de bulunuyordu.99 Girit’te genel olarak okuryazarlık oranı düşük seviyede olmuştur. Az sayıda Hıristiyan ve Müslüman genç Atina ve İstanbul’daki okullarda eğitim görüyordu ve halk bunun dışında yerel basını izleyebilecek okuryazarlık seviyesine dahi ulaşamıyordu. Bununla beraber Rumlar eğitimi daha bilinçli bir şekilde kullanmış, iyi eğitim gören gençler adada önemli görevlere getirilmiştir.100

Kollektif biçimde yaşayan bir toplumda çocukların bakımı ve geleceklerine ilişkin düzenlemeler çok önemliydi. Ölüm, cemaati harekete geçiren, bireyin kaçınılmaz sonuydu. Yetim kalan çocuklar için akraba meclisleri devreye girmekteydi. Yetimlere vasi tayini konusunda cemaat idaresinin oldukça titiz davranmıştır. Özellikle aileden

97 Erkal, a.g.e., s. 71.
98 Erkal, a.g.e., s. 292.
99 Adıyeke ve Adıyeke, a.g.e., s. 255.
100 Adıyeke ve Adıyeke, a.g.e. s. 176.

kalan mal varlıklarının, reşit olana kadar çocukların geçimini sağlayacak şekilde korunması vasilerin sorumluluğun olmuştur.101

Girit’e ordu ile beraber giren ve kolayca yayılan Bektaşi tarikatının yanında bazı tarikatların da varlığı göze çarpar. Halveti ve Mevlevi tarikatlarının, Rufai, Kadiriye ve Nakşibendî tarikatlarının da etkin olduğu anlaşılmakladır.

Tarikatlar ve tekkeler Osmanlı devleti içerisinde birer eğitim kurumu gibi çalışmış ve yeterli eğitim aldıklarını düşündükleri müritleri toplum içerisine göndermişlerdir. Devlet bu sayede tarikatlar aracılığıyla toplumsal yapı içerisindeki egemenliğini saha sağlam hale getiriyordu. Adanın fethi sırasında yönetici askeri sınıfla beraber dervişlerin de fethe katılmaları ve fetih sonrasında buraya yerleşmeleri Girit’te İslamiyet’e geçişlerin yolunu açmıştır.102 Girit’in Yunanistan’a bağlanmasından sonra Girit Müslümanları için din, azınlık psikolojisi içerisinde tam anlamıyla birleştirici bir unsur haline gelmiştir. Yunanistan sınırları, dâhilinde yaşayan tüm Müslümanlar gibi Giritliler de kendilerini din temelinde ifade etmiştir.103

Adada 1924 yılına dek ortak kültürün en önemli unsurlarından birisini maniler oluşturmaktadır. Bu nedenle sadece şiir ve manilerinde değil, konuşma dillerinde de yüzlerce Türkçe kelime bulunmaklaydı. Zorunlu mübadele sonrası adada Giritçe’nin hâkimiyeti sona ermiş, bu dilin yerini modern Yunanca almıştır.104

Girit kültüründe yemeklere çok önem verilmiş ve özellikle otlar yemeklerde sıklıkla kullanılmıştır. “Girit mutfağı, adanın dağlık olması dolayısıyla genelde doğal, sağlıklı ve ekonomik bir beslenme özelliğine sahiptir. Ana gıda malzemelerini sırasıyla zeytinyağı, zeytin çeşitleri, doğada kendiliğinden yetişen otlar, sebzeler, başta bakla olmak üzere kuru bakliyat, süt, süt ürünleri, en son olarak da et teşkil eder. Genel olarak

101 Kara, a.g.e. s. 72.
102 Kara, a.g.e. s. 78.
103 Kara, a.g.e. s. 78.
104 Erkal, a.g.e., s. 17.




yemekler zeytinyağı kullanılarak pişirilir. Börek, pilav, dolma ve sarma gibi yemeklerde olduğu gibi hamur tatlılarında da zeytinyağı kullanılır. Az tüketilen et yemeklerinin çeşitleri oldukça sınırlı sayıdadır. Kuzu, oğlak ve tavşan etinden yapılan bu yemekler birkaç çeşitten ibarettir. Elbastı tavası, fırında patatesli et, soğanlı, domatesli et yahnileri bu birkaç çeşit arasındadır.”105

Girit mutfak kültüründe sebze ve bakliyat yemekleri genelde sade olarak ve etsiz pişirilir. Yemeğine göre baharat çeşitleri kullanılır. Genelde bir öğünde bir kap yemekle yelindir; ikinci yemek olarak, haşlanmış veya çiğ yenen otlar, bunlardan yapılan salatalar ve yemeğine göre salamura balık türleri ve turplar gelebilir. Giritlilerin sahillerde yaşayanları bol balık ve diğer deniz ürünlerini de yerler. Adanın iç kısımlarına, o çağca taze deniz ürünlerinin ulaştırılması zor olduğundan buralarda (kıyıdaki Giritlilerin ele yediği) kurutulmuş bakalaro, frisa, salamura kolyos, sardalya, lakerda gibi tütsülenmiş veya salamura balık türleri yenmekteydi.106

Genellikle doğadan toplanan ve sofradan eksik edilmeyen otların belli başlıları
şunlardır:107

Rodhiço (Radika, hindiba) Vruves (Turp otu)
Sinavri (Yabani hardal) Tsohuz (Helvacık) Vlida (Sirken otu) Madilidhes (İti papatya) Stifno (Bambul)





105 Erkal, a.g.e., s. 323.
106 Erkal, a.g.e., s. 323.
107 Erkal, a.g.e., s. 324.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: GİRİT KÖKENLİ MÜBADİL KADINLAR ÜZERİNE SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR ARAŞTIRMA” (BURSA/TİRİLYE ÖRNEĞİ)

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Ağu 2019, 19:51

4.2. MÜBADELE GÖÇMENLERİ ÖNCESİNDE TİRİLYE


1899’da Mudanya deniz kenarındaki köylerin büyük çoğunluğu Müslüman Türk ve bir kısmı da Hıristiyan Türk (Karamanlı) olan küçük bir yerleşim merkeziydi ve kasabanın batısında kurulmuştu. Cumhuriyet sonrasında 1963’ten itibaren Zeytinbağı adını alan yöre, 23 Ocak 2012 itibari ile Tirilye olan eski ismine yeniden kavuşmuştur.

Resim 1: Günümüzde Tirilye
tez 4.png
tez 4.png (55.98 KiB) 4170 kere görüntülendi
Tirilye’nin nüfusu ağırlıklı olarak Rumlardan oluşuyordu. 19. yüzyıl sonunda nüfus yaklaşık olarak 4 bin kişiydi ve nüfus dağılışı Tablo 3’te gösterilmiştir.

Tablo 3: Tirilye 1886–1900 Demografik Bilgiler
tez 5.png
tez 5.png (4.3 KiB) 4170 kere görüntülendi
1900 253 3878 4131 820 95

Kaynak: Fulya Düvenci Karakoç, “Bir Mübadele Kasabasının Göç Öncesi ve Sonrasındaki Durumu”, Bursa’nın Zenginliği: Göçmenler, Z. Dörtok Abacı (ed.), Bursa: Osmangazi Belediyesi Yayını, 2009, s. 179.

Tirilye’nin önemi büyük oranda Marmara kıyısındaki iskelesi ve burayı besleyen arka plandaki verimli topraklardan kaynaklanmaktaydı ve 19. yüzyılda da beldede belediye kurulmuştur. Beldenin nüfus yapısına uygun olarak genellikle Hıristiyan, bazen de Müslüman belediye başkanının görev yaptığı görülmektedir. Bununla beraber kasabada 1900 yılında 1 okul, 1 hükümet konağı, 1 belediye dairesi, 1 postane, 1 gümrük, 1 Duyun-u Umumiye ve 1 liman olmak üzere çeşitli idari birimlerin olması, kasabanın gelişmişliği hakkında önemli bilgiler sağlayacaktır. Tirilye’nin bu gelişmişliğinin arkasında ise büyük oranda Kaymakoba, Mirzeoba ve Potamia gibi yerleşim merkezleri bulunuyordu.108

19. yüzyıl itibariyle 19 yağhane vardı ve bu sayı Mudanya kazasındakilerle hemen hemen benzerdir. Buradan Tirilye’nin kendi mahsulü yanı sıra civar köylerden gelen zeytinin de işlendiği ortaya çıkmaktadır. Beldede üretilen zeytinyağı ise yıllık yaklaşık 4 bin ton olarak kaydedilmiştir.109 Bu dönemde Tirilye’de zeytinyağcılık yanı sıra balıkçılık da önemli bir geçim kaynağı oluşturmuştur. Ticarette zeytin, zeytinyağı, koca, içki ve balık yanı sıra tahıl, üzüm ve soğan üretimi de yapılmış; yılda yaklaşık 170 ton şarap ve 19 ton rakı imal edilmiştir. Bunlarla beraber yörede dokuma üretimi de yapılmakta ve 20 dokuma tezgâhı olduğu da bilinmektedir.110

4.3. MÜBADELE SONRASINDA TİRİLYE


Mübadele İmar ve İskân Vekâleti göçmenlerin yerleşebilecekleri alanların topografyasını çıkarmış ve ülke on bölgeye ayrılmıştı. Bursa 5. İskân Bölgesine dâhildi. Ayrıca Bursa ve Mudanya’da mıntıka müdürlükleri oluşturulmuştu. Bu müdürlükler bünyesinde sevkiyat ve nakliyat, iaşe, iskân, ziraat memurları ile imar mühendisi,



108 Fulya Düvenci Karakoç, “Bir Mübadele Kasabasının Göç Öncesi ve Sonrasındaki Durumu”, Bursa’nın Zenginliği: Göçmenler, Z. Dörtok Abacı (ed.), Bursa: Osmangazi Belediyesi Yayını, 2009, s. 180.
109 Karakoç, a.g.e. s. 181.
110 Karakoç, a.g.e. s. 181.

kondüktör ve tabip bulunuyordu. Ayrıca üç seyyar sevk, iaşe ve iskân memuru da görevlendirilmiştir. 111

Yerleştirme süreci içerisinde temel belirleyici kentten ayrılan Rumlardan kalan taşınmazlardı. Ancak Bursa ve çevresinde de Rumlardan arta kalan mallar büyük zarar görmüştü. Savaştan etkilenenler Rum taşınmazlarını yağmalamıştı, oysa bu taşınmazların gelecek mübadil göçmenlere verilmesi gerekiyordu. Bu nedenle bu malların belirlenmesinden, hakkı olmayanların geri alınmasına kadar pek çok sorun ortaya çıkmıştı.112

Göçmenler için Bursa özellikle gitmek istedikleri yerlerin başında geliyordu. Verimli toprakları, görece Türkiye’nin gelişmiş yerlerinden biri oluşu bunun temel nedenleriydi. Bu sebeplerle Bursa’ya ilk göçmen kafilesi Mudanya üzerinden 19 Aralık 1923’te ulaşmıştır. O dönem etkili olan Ertuğrul, Hüdavendigar ve Yeni Fikir gibi yerel gazeteler de halkı mübadillere destek olmaya çağırmıştır. İndirme iskelesi genel olarak Mudanya olmuştur.113
Göçmenler Mudanya’ya Tuzla üzerinden getirilmiş ve burada karantinada göçmenlerin dezenfekte işlemleri yapılmıştır. Ayrıca Mudanya’da 1000 ve Bursa’da 500 kişilik misafirhane ve dispanser de faaliyete geçirilmişti. Burada kimlik denetimleri yapılan göçmen ailelerine, aile reisi adına düzenlenmiş kimlik belgesi verilmiştir.114 Bu dönemde soyadı kanunu yürürlükte olmadığı için aile reislerinin lakaplarına uygun belge verilmiştir. (Ek 3)

Mübadele ile Tirilye’ye gelen Giritlilerin büyük çoğunluğu Rumların bıraktıkları evlere yerleştirilmiştir. Gelen Müslümanların anadillerinin Giritçe olması dolayısıyla


111 Kemal Arı, “Tarihsel Süreçte Mübadele ve Bursa”, Bursa’nın Zenginliği: Göçmenler, Z. Dörtok Abacı (ed.), Bursa: Osmangazi Belediyesi Yayını, 2009, s. 163.
112 Arı, a.g.e., s. 163.
113 Arı, a.g.e., s. 165–166.
114 Arı, a.g.e., s. 167.

sıcak karşılanmamaları zamanla azalmış; getirilen kültür öğelerinin bir bölümü terk edilmiş ya da şekil değiştirmiştir. İlk dönemlerde Girit göçmenlerinin geriye dönük özlemleri, sonraki kuşaklarda silikleşmiştir.115

Balkan Savaşı sonrasında Tirilye’ye yerleşen Balkan göçmenleri, Rumların terk ettikleri evlere yerleşmiştir. Kurtuluş sonrasında da çevreden gelenler 13–14 ay Rumların boşalttıkları evleri sahiplenmiş ve onların zeytinliklerinden 1923 ve 1924’te iki kez mahsul almıştır. Mübadele ile Tirilye’ye göç edilmesi sonrasında bu evlerin mübadillere bırakılması ve mahsulünün onlara geçmesi de, Karakoç’a göre Girit’ten gelenlere ilk etapta soğuk davranılmasında belirleyici olmuştur.116

Bursa’da mübadele kapsamında şehirden gidenlerin çoğu zanaat, ticaret ve hatta sanayi ile uğraşıyorken, gelenlerin çoğu tarımla uğraşan kişiler oluşturmuş, dolayısı ile bu durum tarımsal faaliyetleri etkilemiştir. Tirilye’den giden Rumların zeytinyağı, şarap ve rakı üretimi yaptıkları, balıkçılık ve dokumacılıkla uğraşırlarken; gelenler iskân edindikleri topraklarda ayrılanların tarımsal faaliyetlerini sürdürmüştür.117

Mübadele ile gelenler beldede ciddi bir ekonomik hareketlilik yaratmıştır. Tirilye Belediyesi’nin 1925’te 2.061 Lira olan geliri 1927’de 5.418 Lira’ya çıkmıştır. Zeytincilik bölgede önemini korumuş, yeni gelenler zeytinciliği sürdürmüştür.118

Mübadele sonrasında Tirilye’de ipekböceği ve kozacılık önemli gelir kaynaklarından biri olmayı sürdürmüştür. Mübadillerin gelmeleri öncesinde yerli Türkler ve Balkan Savaşı göçmenleri kozacılığı iyi biliyorlardı ve yeni gelenler önceden bu faaliyet ile uğraşmasalar da bu ekonomik altyapıya uyum sağlamışlardır. Ancak




115 Karakoç, a.g.e., s. 187.
116 Karakoç, a.g.e., s. 188.
117 Karakoç, a.g.e., s. 188.
118 Karakoç, a.g.e., s. 189.

ilerleyen yıllarda dutçuluk ve ipekböceği, düşük fiyatlandırılması ve hastalığın etkisi ile gerilemiş ve onların yerini zeytincilik almıştır. 119

Genel bir değerlendirme ile Tirilye’de mübadele öncesi sürdürülen balıkçılık ve zeytincilik bugün halen beldenin en önemli geçim kaynağı durumundadır. Rumların göçü sonrasında bir süre sürdürülen kozacılığın yerini ise zamanla meyve sebze ve zeytin ekimi almıştır. Ayrıca önemli bir geçim kaynağı oluşturan rakı ve şarap üretimi de yerel üreticiliğin uzmanlık gerektirmesi nedeniyle terk edilmiştir. Zamanın koşullarında etkin bir faaliyet olan dokumacılık da değişen talepler nedeniyle sürdürülememiştir.

Karakoç yürüttüğü sözlü tarih çalışmasında Tirilye’de mübadele sonrası ortaya çıkan sosyal yaşam ile ilgili şu bulgulara yer vermektedir:120

“Tirilye’nin 1927 nüfusu 2.516 kişiydi. 1227 erkek ve 1279 kadından oluşan bu sayı, 1900'de 4 binin üstündeki nüfustan oldukça düşüktü. Hane sayısı da 820'den 633'e düşmüştü. Ortalama hane halkı sayısı 5'den 4’e gerilemişti. Evlerdeki yaşamın mübadele sonrasında büyük ailelerden oluşmadığı anlaşılmaktadır. Tirilye'de yaptığımız sözlü tarih çalışmalarından edindiğimiz bilgiler Müslüman Türklerin bir kısım geldikleri topraklardan getirdikleri, bir kısım burada edindikleri karma değerlere sahip oldukları yönündedir. Özellikle mübadeleden önceki göçmenlerin, Rumlarla uzun yıllardır bir arada yaşayarak sosyal değerlerde alış veriş içinde bulunan yerli halktan nesillerdir devredilen adetler zenginliği ile göz alıcıdır. Ancak genç neslin azaldığı yörede bu değerlerin yok olmaya yüz tuttuğu da gözlenmektedir. Mutfak kültüründe Rum komşularından öğrenip alışkanlık haline getirdikleri "mahlepli çörek’in aslı paskalya çöreğidir. Çok çeşidi otlardan yapılan yemekler de Rumlardan ve

119 Karakoç, a.g.e., s. 189.
120 Karakoç, a.g.e., s. 190.

Girit'ten gelen mübadillerden öğrenilip benimsenmiştir. Bunların yanı sıra balık çeşitlerinden özellikle "karagöz balığı pilavı ve "iskorpit balığı çorbası" da yöre halkının eski komşularından ya da Giritli mübadillerden öğrenip, benimsediği mutfak kültürü öğeleri arasında sayılabilir”

Bir kültürel merkez olmasının yanı sıra büyük sayılabilecek bir dini merkez olan Tirilye’de Rumlardan kalma 3 manastır 7 kilise 3 manastır ve Ortodoks Rum Mezarlığı bulunmaktadır. Ayrıca 150 -200 yıllık sivil mimari örnekleri, 1909 yılında yapılan okul binası (Taş Mektep) ve 16 .yüzyıl özelliklerini taşıyan bir adet hamam bulunmaktadır. Bu nitelikleri nedeniyle 10.05.1980 yılında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla 'Korunması Gerekli Sit Alanı' kapsamına alınmıştır. 1990 yılında hazırlanan koruma amaçlı imar planının halen revizyon çalışmaları devam etmektedir.121
[/size][/color][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir