CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Girit ile ilgili Tezler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:42

T.C.
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI
TAR-YL-2007-0005



CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE
MÜBADELE ÖYKÜLERİ

HAZIRLAYAN
Tuncay Ercan SEPETCİOĞLU


TEZ DANIŞMANI
Yrd. Doç. Dr. Günver GÜNEŞ

AYDIN-2007


Bu tezde görsel, işitsel ve yazılı biçimde sunulan tüm bilgi ve sonuçların akademik ve etik kurallara uyularak tarafımdan elde edildiğini, tez içinde yer alan ancak bu çalışmaya özgü olmayan tüm sonuç ve bilgileri tezde kaynak göstererek belirttiğimi beyan ederim.





Adı Soyadı : Tuncay Ercan SEPETCİOĞLU

İmza :



Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:44

YAZAR ADI-SOYADI: TUNCAY ERCAN SEPETCİOĞLU


CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

ÖZET

Balkan Savaşları sonrası ve I.Dünya Savaşı sırasında, Balkanlar’ın ve Anadolu’nun giderek ulusallaşmasına tanık olmaktayız. 1923 Lozan Antlaşması’nın ardından, Türkiye ve Yunanistan’da doğup büyümüş yüz binlerce insan, hükümetler arası anlaşma gereğince zorunlu nüfus değişimine tabi tutularak anayurtlarına veda etmişlerdir. Kendi kararları olmayan bu göç, onların geleceklerini de belirledi. Bu nüfus değişimi, Anadolu ve Yunanistan’ın tarih boyunca bu kadar kısa bir sürede şahit olduğu en büyük nüfus hareketiydi. Bu değişimle birlikte, her iki ülke ulusal bazda çok daha homojenleşmiştir. Girit’ten Söke’ye yerleşen göçmenler, kültürel, ekonomik ve hatta kullandıkları lisan bakımından diğer mübadillerden farklı özellikler taşımaktaydılar. Türk mübadiller, Söke’ye yerleşmeden önce ve sonrasında birçok sorunla yüz yüze gelmişlerdir. Günümüzde gerek Yunanistan’da gerekse Anadolu’da mübadillerin uyum süreci tamamlanmak üzeredir. Bu çalışmada, tarihsel doku üzerinden hareket edilerek ve belgelere dayanarak mübadeleyi yaşayanların ve ikinci-üçüncü kuşak göçmenlerin göç öncesi ve özellikle de sonrasında sosyo-kültürel ve ekonomik yaşama dair anlatıları derlenmiştir. Ayrıca, kültürel değerlerin zaman içinde ve göçün ardından, yeni sosyal çevreye uyum sürecindeki değişimleri tarihsel yöntemlerle incelenmiştir.



ANAHTAR SÖZCÜKLER


Türkiye, Yunanistan, mübadele, göç, Girit, Söke

NAME and SURNAME: TUNCAY ERCAN SEPETCİOĞLU



IN THE FIRST YEARS OF THE REPUBLIC POPULATION EXCHANGE STORIES FROM CRETE TO SÖKE


ABSTRACT

The period after the Balkan Wars and during World War I was signified by more and more nationalization of the Balkans and Anatolia. After the Lausanne Treaty in 1923, hundred thousands of people had to migrate from Turkey or Greece where they were born and grown up, because of the obligatory population exchange that was signed by the governments; so they left their country behind. This migration was not their decision, but determined their future. This population exchange is the greatest one that Anatolia and Greece have ever witnessed just in a little time in history. With this change, both countries were more homogenized on a national basis. Amongst the immigrants, Cretans who settled in Söke, were so special that their cultural, economic and even liguistic characterictics were so different from the others. The Turkish immigrants faced a lot of difficulties before and after they arrived in Söke. The adaptation process of 1923 immigrants is coming to an end in both Greece and Turkey. After begining with historical situation, the research is based on narrations of emmigrants and second and third generations about socio-cultural and economical life before and especially just after the migration. Morever, changes of cultural, social and economic values in the process of adaptation to new social environment after some time and after migration were studied in terms of historic techniques.



KEYWORDS


Turkey, Greece, population exchange, migration, Crete, Söke

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:46

ÖN SÖZ


Her birimiz yaşamımızın bir kesiminde, bulunduğumuz mekânı terk etme, uzaklara çekip gitme ve bırakıp geride her şeyi, yeni bir yaşam kurma isteğini içimizde hissetmişizdir. Kimi zaman içimizdeki korku buna engel olmuş, kimi zaman daha sonra hissedeceğimiz özlemimizi zapt edemeyeceğimizi düşünmüş, kimi zamansa üstlendiğimiz sorumlulukları göz ardı edememişizdir. İçimizde hapsettiğimiz o “hür olma” duygusu belli aralıklarla kapımızı çalsa da kendimizi dizginlemiş, ancak ve ancak olağanüstü şartlarda, bir takım ekonomik ve sosyal zaruretle, o da çok uzağa gidemeden evlerimizi taşımışızdır başka diyarlara.

Uzak görünen diyarlar bazen bize o kadar yakın olmuştur ki, bir süre sonra orayı yurt bellemiş ve belki de ömrümüzün geri kalan kısmını orada harcama hayalleri bile kurmuşuzdur. Fakat her durumda da irade sahibi yine bizler olmuş, biz istersek gittiğimiz mekandan dilediğimiz takdirde geri dönebilme güvencesiyle, sorun varsa eğer fazla üzülmemiş, olayları akışına bırakmışızdır. Bu bizim kendi tercihimiz olmuştur nasıl olsa…

Mübadillerin alın yazısı farklıdır ama. “Geri dönmek” onlar için bir rüya, “yurt bellemek” onlar için zorunlu bir yazgıdır. “Bir mübadil kimdir?” sorusuna verebileceğimiz cevap, çoğunlukla ucu açık, bulanık bir yanıttır. Bir kez uzaklardan gelmişler, gelişleri üzerinden yıllar geçmiş, bizimle belki de sırt sırta evlerde oturmuşlar, bayramlarda seyranlarda hiç tatmadığımız yemekleri ikram etmişler, bazen kulaklarımıza farklı ezgiler takılmış ve onlardan “bize” ait olmayan türküler duymuşuzdur, ama “bizlere” benzemişlerdir nihayetinde.

Bir mübadilin yüreğinde, bir ucunu çok iyi bildiği ama diğer ucunda bir sürü soru işaretlerinin gizlendiği tünelin içinde, hiç değilse ölmemiş, öldürülmemiş olmanın tesellisinin olduğu çok özel gözlerle bakıldığında görülebilir. Göçmenin aklını en çok kurcalayan şey, geride bıraktığıdır. Yanına aldığı en önemli şey ise, kendinden sonraki kuşaklara aktaracağı kimliğidir.

Bu kimliğin sırrı, memleketine son bir bakışla geri dönüp bakmasında gizlidir. Mübadilin o bakışı, yüzyıllarca kök saldığı topraklardan kopmanın sorgulanamaz


ağırlığı ile şekillenecek ve o bakış o kadar uzun sürecek, öylesine acılarla dolu olacak ki, onun ruhunda bıraktığı iz genlerine işleyecek, yeni topraklarda yeşerecek neslin yüzüne miras olarak yansıyacaktır.

Bu çalışma, Girit’ten Söke’ye 20.yüzyılın başında, Türk ve Yunan hükümetlerinin karara bağladığı nüfus değişim anlaşması dolayısıyla zorunlu göçe maruz bırakılmış mübadillere dairdir.

Araştırmam sırasında bana desteğini esirgemeyen, her türlü kolaylık sağlayıp sabırla yol gösteren değerli Hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Günver GÜNEŞ’e; Adnan Menderes Üniversitesi Tarih Bölümü’ndeki Öğretim Üyeleri Sayın Hocalarım Prof. Dr. Serap YILMAZ, Yrd. Doç. Dr. Tanju DEMİR, Yrd. Doç. Dr. Mehmet BAŞARAN ve Bölüm asistanlarına; bilgilerinden yararlandığım Yunanistan ve Anadolu göçmenlerine ve özellikle de ikinci kuşak Girit göçmeni Sökeli Sayın Hasan TUNTAŞ’a; sabrından ötürü sevgili eşim Fatma ÖNER SEPETCİOĞLU’na teşekkürü bir borç bilirim.


İÇİNDEKİLER

ÖZET i

ABSTRACT ii
ÖN SÖZ iii
İÇİNDEKİLER v
EKLER LİSTESİ viii
FOTOGRAF LİSTESİ ix
KISALTMALAR VE SİMGELER LİSTESİ x
GİRİŞ 1
i. Mübadele Araştırmalarında Sözlü Tarih Sorunsalı 3
ii. Kültür Tarihi 4
iii. Mikro-Tarih 4
iv. Sözlü Tarih 5
BİRİNCİ BÖLÜM
MÜBADELENİN TARİHSEL ÖNEMİ
1.1. MÜBADELE NİÇİN İNCELENMELİDİR? 9
1.1.1. Ulus, Devlet, Ulus-Devlet, Etnik Grup ve Çokkültürlülük 9
1.1.2. Mübadele İktisadi Bir Meseledir 13
1.1.3. Mübadele Kültürel Bir Meseledir 14
1.2. LOZAN BARIŞ GÖRÜŞMELERİ VE MÜBADELE SORUNU 16
1.2.1. Mübadeleyi Gerektiren Şartlar 16
1.2.2. Lozan Barış Görüşmeleri ve 1923 Nüfus Mübadelesi 18
İKİNCİ BÖLÜM
MÜBADELE ÖNCESİ GİRİT VE SÖKE
2.1. GİRİT 21
2.1.1. Coğrafi Durum ve Osmanlı Öncesi Girit 21
2.1.2. Nüfus ve Ekonomik Yapı 22
2.1.3. Dinsel İnanış 26
2.1.4. Komşuluk İlişkileri 28
2.2. GİRİT’TEN KAÇIŞ 29
2.3. GİRİT’İN OSMANLI’DAN KOPUŞU 32
2.4. SÖKE 35
2.4.1. İdari Yapılanma, Sosyo-Ekonomik Hayat ve Nüfus Yapısı 35
2.4.2. Gayrı Müslimler 36
2.4.3. Kuva-yı Milliye 39
2.4.4. Yunan Mezalimi 41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE
3.1. MÜBADELE HABERİNİN GİRİT’E ULAŞMASI 43
3.1.1. Mübadele Haberi 43
3.1.2. İlk Tepkiler 44
3.1.3. Karşı Direniş 47
3.2. GÖÇ ÖNCESİ HAZIRLIKLAR 49
3.2.1. Eşyaların Toplanması 49
3.2.2. Vedalaşma 51
3.3. GİRİT MÜBADİLLERİNİN SÖKE’YE YERLEŞİMİ 53
3.3.1. Göçün Başlaması 53
3.3.2. Mübadillerin Yeni Yerleşim Yerlerine Ulaşımı 54
3.3.3. Yerleşim Yerlerinin Tespiti 58
3.3.4. İskân Sorunları 62
3.3.5. İlk Yerleşim ve Yer Değiştirme Sorunu 64
3.4. MÜBADİLLERİN SÖKE’DEKİ YENİ YAŞAMLARI 66
3.4.1. Sosyo-Ekonomik Sorunlar 66
3.4.2. Kültürel Sorunlar 73
3.4.2.1. Mübadillerde Dil, Şive ve Konuşma 73
3.4.2.2. Dışlanma ve Aşağılanma 75
3.4.3. Göçmenlerin Sebep Olduğu Değişimler 78
3.4.3.1. Sosyo-Ekonomik Değişim 78
3.4.3.2. Kültürel Değişimler 81
3.4.4. Kimlik Bilinci 83
3.4.5. Girit Mutfağı 85
3.4.6. Girit Özlemi 89



SONUÇ 97
KAYNAKÇA 104
EKLER 110
ÖZ GEÇMİŞ 121


EKLER LİSTESİ:





1. Söke’de bulunan ve olaylara tanıklık yapan bir grup insanın Osmanlı idare merkezine geçtikleri telgraf örneği

2. Kaynak Kişiler Listesi

3. Kaynak Kişiler Fotoğrafı

4. Miti ile Hurşit

5. Turko Lefteris

6. Mektup-1

7. Mektup-2


FOTOĞRAF LİSTESİ
Fotoğraf 1: Behlül Tuntaş (Girit-1920’ler) 24
Fotoğraf 2: Neşet Adalı’nın dükkânı 25
Fotoğraf 3: Girit’ten kaçarak Türkiye’ye gelen bir aile
(Söke-1910/1925 arası) 30
Fotoğraf 4: Gelebeç Kilisesi çan kulesi (Söke) 37
Fotoğraf 5: Barların bulunduğu sokak, Kemalpaşa Mahallesi (Söke) 38
Fotoğraf 6: Genelevler sokağı, Kemalpaşa Mahallesi (Söke) 38
Fotoğraf 7: Adalılar’ın Girit’teki evleri (1920) 53
Fotoğraf 8: Göç yolları 55
Fotoğraf 9: Karıştıran’da kilise (Keskin-Kırıkkale) 56
Fotoğraf 10: Mübadiller kendilerini Anadolu’ya götürecek vapura binerken
57
Fotoğraf 11: Kilizman karantinası 60
Fotoğraf 12: Girit göçmenleri mübadeleden hemen sonra (1924) 61
Fotoğraf 13: Mübadillerin Gaziemir’de yaptıkları ilk evlerden birisi 63
Fotoğraf 14: Söke ovasında göçmen işçiler (1941) 71

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:50

KISALTMALAR VE SİMGELER LİSTESİ




age. : Adı geçen eser
agb. : Adı geçen belge
agm. : Adı geçen makale
BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi
bk. : Bakınız
c. : Cilt
çev. : Çeviren
hzn. : Hazırlayan
krş.: Karşılaştırınız
nu. : Numara
s. : Sayfa / Sayfalar
TES : Tuncay Ercan SEPETCİOĞLU
TTK : Türk Tarih Kurumu
vb. : Ve benzeri / ve bunun gibi
vd. : Ve diğerleri

GİRİŞ

Göç, başlı başına üzerinde çalışılması gerekilen, birçok neden sonuç ilişkisini içeren büyük bir sosyal olgudur. Kişilerin daha iyi şartlarda yaşamak amacıyla meskûn oldukları mahalli terk ederek başka bir iskân birimine gitmek suretiyle meydana getirdikleri yer değiştirme hareketine göç denir.1 Göç, meydana geldiği coğrafya, çıkış sebebi ve etkilenen nüfusa göre çeşitli tanımlamalara tabi tutulabilir.

“Ülke sınırları dâhilinde meydana gelen yer değiştirme hareketine iç göç, ülke sınırları aşılarak yapılanlarına ise dış göç denir” (İpek, 2000:1). Kişi kendi isteği ile yer değiştiriyorsa isteğe bağlı, kişinin yaşadığı mekânda gerekli şartların bazı nedenler ile ortadan kalkması yahut değişmesi ile ortaya çıkan duruma zorunlu göç denir. Yer değiştirme hareketine zorunlu kılınan veya bu eylemi istemi ile gerçekleştiren kişiye de göçmen denir.

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı iki büyük dış göç olayı yaşamıştır. İlki, cumhuriyetin ilk yıllarında, diğeri ise bu olaydan kırk yıl sonra meydana gelmiştir. Her iki göçte de yüz binlerce kişi yurtlarını terk etmiştir. Sonuncusundan başlamak gerekirse; 1963 yılında başlayan Almanya işçi göçü pek çok Türkiye vatandaşını işsizlikten dolayı Federal Almanya’ya çekmiştir. Türkiye’den giden göçmen sayısı zamanla daha da artmıştır.

1923 yılında gerçekleşen göç ise tamamen siyasi nedenlere dayanıyordu. Özellikle Yunanistan ile yapılan nüfus değişimi, iki halkı zorunlu göçe zorlamıştır. Bunun sonucunda da sosyal sorunlar artmıştır.

I.Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye ve Yunanistan’da meydana gelen bir takım olaylar sonucu iki devletin ortak kararı ile hayata geçen mübadele2 antlaşması ve takiben gerçekleşen göç ve olaylar öncesi dış göçü, bunları yaşayanların ve bir kuşak sonrasının anlatımları eşliğinde, göçmenlerin yeni yerleşim birimlerindeki uyum süreçleri ve eski memleketlerine duydukları, sonraki kuşaklarda da yansımaları görülen


1 İpek, Mübadele ve Samsun, s. 1
2 mübadele: Değiş tokuş


hasreti irdelemek ve neden-sonuç ilişkisi içinde günümüze dek ulaşan etkilerini bilimsel yöntemler ışığında ortaya koymak bu tezin amacıdır.

Özaslan (1996:2-5), sosyo-kültürel evren bir bütün olduğunu, bu bütünü anlama ve açıklama ancak parçalara bölme yoluyla sağlandığını belirtmektedir. Fakat bu bölümlenmede bütün ile parçalar arasında dairesel ilişkiler olduğunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Sosyo-kültürel evrenin bütünlüğü ilkesinden hareketle, tarihsel bir yaklaşımla incelenecek kültür öğelerinin hiçbir zaman tekil bir varlık olarak yalnız başına bulunmayacağının farkındayız. Bu yüzden de Sosyal Bilimlerin farklı disiplinlerini, bu çalışmada kullanmayı uygun gördük. Tüm çalışma boyunca tarihsel doku üzerinden hareket edilerek ve belgelere dayanarak araştırma zemini hazırlanmıştır. Mübadeleyi yaşayanlardan ve ikinci-üçüncü kuşak yakınlarından olayın detayları derlenip, bunların zamana içinde yeni sosyal çevreye uyum süreçlerindeki değişim ve dönüşümleri ele alınarak bütüncül bir yaklaşımla incelenmeye çalışılmıştır.

Araştırma safhasında, alan araştırması yöntemlerinden gözlem ve mülakat yoluyla derleme teknikleri kullanılmıştır. Tezin önemli bir boyutunu oluşturan tarihsel süreç başta olmak üzere, Anadolu ve Yunanistan’daki nüfus yapısının ve göçün rakamsal değerlerine dair demografik bilgilerde ve araştırma sahalarının sosyo-ekonomik yapısına ilişkin verilerde istatistikten faydalanılmıştır. Demografik verilerin önemli bir kısmı ikinci el kaynaklardan alıntı yapılarak verilmiştir.

Kaynak tarama ile tezin kapsamı dâhilindeki çalışmaların yöntem ve teknikleri, veri ve bakış açılarının irdelenmesi amacıyla yayınlanmış ya da yayınlanmamış, ulaşılabilen tüm kaynaklar incelenip, tezi destekleyen unsurlar ön planda değerlendirilmiştir. Ayrıca, araştırma sahalarında kaynak kişilerle birebir görüşülmüş ve bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısına dair gözlemlerde bulunulmuştur. Bir ilk gerçekleştirilerek, kaynak kişilerin mübadele ile ilgili anlatımları ve yararlanılan kaynaklardaki tarihsel gerçekler bir arada verilerek, farklı bir anlatım tekniği ile konu bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada, farklı yerleşim birimlerinden de örnek verilmesindeki temel sebep, farklı uygulamalar ve gelişmeler neticesinde mübadelenin tüm Anadolu’da aynı şekilde gerçekleşmediğidir.


Söke’deki Girit Mübadillerine dair bu çalışma, aynı zamanda bir alan araştırması olması dolayısıyla önem arz eder. Araştırma sahaları olarak Osmanlı’nın son dönemlerinde önemli bir Rum azınlık nüfusunu barındıran ve günümüzde Girit göçmenlerinin de ikamet ettiği Aydın’ın Söke ilçesi uygun görülmüştür. Söke ilçesi, Aydın ilinin 54 km batısında, Büyük Menderes nehrinin yakınında, geniş düzlük halindeki alüvyon ovanın kuzey kıyısında yer alır. İlçenin 1960 yılında 18.000, 1980 yılında 37.413 olan nüfusu, 1997 sayımına göre 61.690’dır.3 Girit göçmenleri Söke’de yerli halkla karışık vaziyette yaşamaktadır. Oysa Ayvalık-Cunda adası sırf Girit göçmenlerine dair çalışma yapmak isteyen bir kişi için son derece uygundur.


i. Mübadele Araştırmalarında Sözlü Tarih Sorunsalı

Belgelerle ya da farklı kişiler tarafından yazılmış veya aktarılmış olayların birbirleri ile karşılaştırılması suretiyle sağlama yapılmadığı takdirde, tarihsel olayların doğruluğu sorgulanabilir. Bundan ötürü bu çalışmada, mübadillerin anlatımlarından önce, farklı kaynaklardan olaylara değin doğrulamalarda bulunulmaya çalışıldı.

Hatıralar da sözlü tarih çalışmasında büyük önem arz eder; fakat burada dikkat edilmesi gereken husus, hatıraların birbirleri ile çelişmesi, yazanın kendisini savunma ya da ön plana çıkarma gayretinin olabileceğidir. Ayrıca hatıratı yazanlar, günü gününe düzenli not tutamadıklarından ya da tutma imkânları olamadığından, aktarımın yapıldığı vakte dek sadece belleklerinde kalanları yazmış olabilirler.

Sözlü tarih çalışması yapılırken, olayları birebir yaşayan şahısların çoğunun hayattan göçmüş oldukları ve kalanların ise yaşlarının hayli yüksek olduğu birer gerçektir. Görgü şahitlerinin çok büyük kısmı okuma ve yazma bilmediklerinden dolayı arkalarında bir hatırat da bırakmamışlardır. Girit göçmenleri özelinde ise, birinci kuşağın lisan sorunu karşımıza çıkmaktadır ki, canlı şahitlerin torunları olan üçüncü kuşak dahi, iletişim güçlüğü nedeniyle atalarının yaşadıklarını onların ağzından öğrenememişlerdir. Burada çoğunlukla ikinci kuşağın, bir önceki kuşağın anlatılarından yola çıkılarak ortaya döktükleri bilgiler kullanılmıştır.



3 Bu veriler, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü’nden (DİE) alınmıştır.


Geniş çaplı askeri harekâtın ve düzenli orduya dair belgelere ulaşmak mümkündür, ancak Batı Anadolu’da örneği görülen Kuva-yı Milliye tarzı baskın, pusu, vur-kaç tipi harekâta ait belgelere ulaşmak hayli güçtür. Çünkü bunlar, düzenli ordudaki yazılı bir emre ve bir plana dayanmamaktadır.

ii. Kültür Tarihi


Bu çalışmada, yer yer mübadillerin kültürel yapısına dair bilgilendirmelerde bulunulmuş, özellikle de onların Anadolu kültürüne aktarımları ve yerli halk ile etkileşimleri üzerine örnekler sunulmuştur. Yemek kültürü, halk dansları, müziği gibi örneklemeler kültür tarihi yapma çabasının bir ürünüdür.

Varolan Tarih çalışmalarındaki esas alınan iki nokta, siyasal ve diplomatik tarih ile ekonomik ve toplumsal tarih olmuştur. Kültürel tarih ise bu bağlamda, kendine fazla yer bulamamıştır. Oysa kültür tarihi, bir topluma dair her şeyi içerebilir. Maddi kültürden çevreyi algılayışa, insan yaşamının her yönü kültürün alanları içerisine girerek, kültür ve tarih etkileşimi tarihçiliğin alanını genişletmektedir. Bu durum toplumsal açıklamalarda kültürün giderek ağırlığını koyması ile açıklanabilir. Temel sorun, kültürün tarihsel boyutunu yakalayabilmek ve günlük yaşamın her türlü öğesini tarihsel bir kaynağa dönüştürebilmek. Bir bakıma, Tarih’e Antropolojik bir yaklaşım getirmek…

iii. Mikro-Tarih


Bu çalışma bir tür mikro-tarih çalışması sayılabilir. Mübadele gibi büyük çapta bir göç hareketinin sadece Girit’ten Söke’ye olan kısmını ele alması, farklı yerleşim yerlerinde farklı uygulamalar olmasına karşın, Girit ve Söke’ye yoğunlaşması ve esas aldığı noktanın sözlü anlatımlar olması dolayısıyla bu çalışma bir tür mikro-tarih çalışma olma iddiasındadır.

Mikro-tarihin önemini Şahin şu şekilde açıklar (2002:5): Geleneksel “egemenler”, merkezli tarih yazımları için önemli önleyici görev yapmakta, tarihin temel güçlerinden olup da tarih yazımında görülmeyen önemli ayrıntıları gün yüzene [mikro-tarih ile] çıkarabilmektedir. Danacıoğlu (2001:7) ise, bir anlamda yerel tarihin, ulusal tarih


yazıldıktan ve anıtsal olaylar ortaya döküldükten sonra, “tarihin molozları” olarak bir kenara atılmış olanlara eğilmek demek olduğunu söylemektedir.


Ancak, içinde yaşadığımız dünyayı anlamamızda yardımcı olacak tarihlerin en avantajlısı “genel tarih”lerdir. Önümüzdeki zamanları şimdiden sorgulamak noktasında ise genel tarihlerin bütüncül yaklaşımı daha da önem kazanmaktadır. Bu yüzden de öncelikle genel uygulamalar ele alınmış, Anadolu ve Yunanistan’dan örnekler verilmiş, Türkiye’den giden Rumlar’ın izlenimleri de aktarılmıştır.


iv. Sözlü Tarih

Türkiye’de çoğu kimsenin ailevi ya da kişisel tarihi, ya görmezlikten gelinmiş ya da resmi ideolojinin ve tarih söyleminin içinde yerini alamamıştır. Son yıllardaki gerek üniversitelerin gerekse sivil toplum örgütlerinin yoğun girişime karşın özellikle mübadele konusunda, sözlü çalışmalar yeterli düzeye ulaşamamıştır. Oysa böylesine bir göç sürecinde yaşananlar, yerleşim ve uyum aşamasına dair başlıca kaynak sözlü anlatımlar olmalıydı. Çünkü mübadele meselesinde sözlü anlatıma yer vermemek, geçmişin yok sayılması ya da tarihin geçmişten koparılması olarak görülebilir.

Sözlü tarih, aslında sözlü kültüre sahip Doğulu bir halk olan Türklerin kültürel yapılarına da uygundur. Dolayısıyla sözlü tarihten evvel, sözlü kültüre değinmek yerinde olur. Sözlü kültürün olmadığı yerde, sözlü tarih çalışmaları büyük sekteye uğrayabilirdi.

Ong’a göre (2003:48), insanların yazı, matbaa ve elektronik gibi ses ve sözü mekana bağlayan teknolojiler kullanılmaksızın yüz yüze ve sese dayanarak iletişim kurduğu ortam, sözlü kültür ortamıdır. Çünkü “söz önce”dir. Sözlü kültür, yazılı kültürden çok daha uzun süre yaşamıştır. Gündelik yaşamda sözlü kültür baskındır çünkü insanın doğası yazmaktan çok konuşmaya eğilimlidir.

Danacıoğlu (2001:131-132) sözlü tarihin, 1942 yılında araştırmacı Joseph Gould tarafından adlandırıldığını ve misyonunu “sözlü tarihle, tarihi aşağılara indirecek, yukarılarda inşa edilen tarih yerine kısa gömleklilerin yani halkın işleri, aşkları,


üzüntüleri, yaşam deneyimleri hakkında söylediklerini, bu merasimsiz tarihi koyacağım” sözleriyle ortaya döktüğünü yazar.

Modern üniversitelerdeki herhangi bir tez çalışmasında, sözlü bir aktarım pek kabul görmemektedir. Yazılı söz kalıcı, ağızdan çıkan söz uçucudur. Bu çalışma, sözü, yazıya geçirerek gelecek kuşağa yazılı bir kaynak oluşturma gayesini de gütmektedir.

Sözlü tarih, tarihsel meselelerin incelenmesinde ve yazılı tarihte tartışmalara yol açmış, fazla ilgilenilmemiş ve/veya göz ardı edilmiş olayların irdelenmesine önemli katkılarda bulunabilir. Fakat sözlü tarih çalışmalarının da bir takım sakıncaları bulunmaktadır. Öncelikli mesele, insan belleğinin zamanla kayba uğramış olabileceği ve kaynak kişinin sonradan edindiği bilgi ve tecrübeler vasıtasıyla, yaşadığı olayı kendince yorumlayıp, bunları araştırmacıya aktarma olasılığıdır. Çünkü “sözlü tarihle, belgelere dayalı tarih arasındaki en önemli farklardan biri, sözlü tarih görüşmelerinin bu tarihi olayların yaşandığı dönemde değil de, daha sonra ve belleğe referansla yapılmalarıdır” (Neyzi, 2004:10).

Sözlü tarih çalışmaları, aslında, sözlü tarihçiyle, anlatıcı arasındaki ilişkinin ortaya koyduğu noktaların tasnif edilmesinin bir sonucudur. İlişki olumlu gerçekleşir ve kurulan bağ sağlam olursa, anlatıcı doğru ve tam aktarımlarda bulunabilir.

Neyzi (2004:11), sözlü tarih çalışmasının üç aşamalı olduğunu ve bu sürecin, sözlü tarihçi ile görüşülen arasındaki ilişki ile başladığını, sözlü tarihçinin kendisine ait olan okuma ve yorumlama kısmı ile devam ettiğini ve yazıya dökme ile son bulduğunu olduğunu belirtir. Danacıoğlu (2001:138-142) ise, işe bir sözlü tarih projesiyle başlanılıp tasarım ve ön araştırıma yapılması gerektiğini, görüşmenin ardından da deşifre ve dizinin geldiğini söylemektedir.

Türk toplumunun, resmi tarihin dışındaki kendi tarihini keşfetmesi ve bunu gelecek kuşaklar için kayıt altına alması gerekmektedir. Neyzi (2004:15), sözlü tarihin tarihi belgelerden yararlanmakla birlikte, ağırlıklı olarak sözlü tarihçi ile görüşmecisinin birlikte oluşturdukları ve ses ve/veya görüntü kaydı yapılan bir anlatı metninin sözlü tarihçi tarafından çözümlenmesini içerdiğini; bu anlatının da görüşmecinin bellek yoluyla geçmişte yaşanmış olayları anımsarken, onları bugünün gözüyle ve bugün için


yorumlanmasıyla oluştuğunu; sözlü tarihçinin de kendi yaratma sürecinde bu anlatıyı yorumladığını; bu açıdan sözlü tarihin bir yandan geçmişi araştırırken, bir yandan da bugünü irdeleyen yaratıcı bir süreç ve karma bir tür olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir.

Kaynak kişilere, Yunanistan ve Türkiye’deki yaşantılarından, mübadele ve göç aşaması ile göç sonrası yaşantılarıyla ilgili sorular yöneltilmiştir. Kişilere, dönemin acı gerçeklerini oluşturan şiddet olaylarına dair hiçbir soru sorulmamıştır. Kaynak kişi eğer istedi ise bu olaylardan bahsetmesine izin verilmiş, anlatıma müdahale edilmemiştir.

Göçü takip eden ilk yıllar, nispeten ve doğal olarak göçmenlerin belirli bir süre içlerine kapanması ya da yerli halk tarafından dışlanmasına tanık olmuştur. Bu yılları yaşayan kişilerin her şeyi apaçık ortaya koymakta bir takım çekinceleri olması da doğaldır. Yalnız, göçmenlerin içten davranışı, açıklığı ve olayların anlatımına duydukları yoğun ilgi tezin kolaylaştırıcı yönlerini oluşturmuştur. Zamanın akıp geçmesi ve doğanın önlenemez kanunu ölümler, göçü yaşayan kişilerin birer birer göçüp gitmesi, kısacası kaynak kişi bulmadaki zorluk bu araştırmanın temel güçlükleri arasında sayılabilir.

Akademik çalışanların, devletin bu tutumuyla eşgüdümlü davranışta bulundukları ortadadır. Akademik çalışmaların eksikliği de bunun bir sonucudur. Kaplanoğlu (1999:3-8), Türkiye’deki göçmenlerin durumlarına dair çok az alan çalışmasının yapıldığını ve bu çalışmaların ortaya konulması gerektiğini belirtmekte ve bunun sebebini, mübadele deneyimine sahip insanların günümüzde çok az kalmasına bağlamaktadır.

“Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Girit’ten Söke’ye Mübadele Öyküleri” adlı çalışma, üç bölümden oluşmakta; Birinci Bölümde araştırma sahası olarak seçilen Girit ve Söke’ye dair coğrafi, tarihsel ve siyasal bilgiler verilmektedir. “Mübadelenin Tarihsel Önemi” adını taşıyan İkinci Bölümde ise, ulus, devlet, ulus-devlet, etnik grup, çokkültürlülük gibi kavramlar tartışılmış, mübadeleyi gerektiren şartlar ile anlaşmaya dair belli başlı esaslar aktarılmıştır. Çalışmanın ana noktasını oluşturan Üçüncü Bölümde ise, mübadele uygulamasından genel veriler vermekle başlanıp; Girit göçmenlerinin Söke’ye yerleşimleri ve bunun ardından göçmenlerin yüz yüze kaldıkları


bir takım sosyo-ekonomik ve kültürel güçlüklere değinilmiş; göçmenlerin Anadolu kültürü ile etkileşimleri, mübadil anlatımlarından yola çıkılan örneklerle verilmeye çalışılmış; Girit mübadillerini, diğer göçmenlerden ayıran özellikleri vurgulanmıştır.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:51

BİRİNCİ BÖLÜM MÜBADELENİN TARİHSEL ÖNEMİ


1.1. MÜBADELE NEDEN İNCELENMELİDİR?

1.1.1. Ulus, Devlet, Ulus-Devlet, Etnik Grup ve Çokkültürlülük

Modern Türkiye’de ulus, devlet, ulus-devlet, çokkültürlülük ve etnik grup ile azınlık kavramlarının öznelliği ve gerçekliği ancak mübadeleyi irdelemeyle başlanarak anlaşılabilir.

Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı boyunca, Balkanlar ve Anadolu’da uluslaşma çabaları görülmektedir. Bağımsızlık mücadelesinin bir mirası olarak, İmparatorluktaki Rumlar, 19.yüzyıl ortasından sonra milli bir bilinç geliştirmeye başlamışlardı.4 Mübadele ile her iki ülke toplumsal bazda çok daha homojenleşmiş, etnik kökene, dil ve dinsel birlikteliğe dayanan nüfusları artmıştır. Bu yüzden, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan nüfus mübadelesi, zaten başlamış olan ulusallaşma sürecinin bir devamı olarak düşünülebilir.

Ulus-devlet kavramını ortaya dökmeden evvel, ulusun ve devletin ne ifade ettiğini belirtmek yerinde olur. Devellioğlu’na göre Arapça kökenli devlet ismi (1988:214), bir hükümet idaresinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluktur. Püsküllüoğlu devleti (2004:371), toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Baumann’a göre ise devlet (1999:35), merkezileşmiş, toprak egemenliğini elinde tutan ya da talep eden, bu topraklardaki baskıcı güç tekelini elinde tutan ya da talep eden ve bireysel yurttaşlığa dayalı bir üyelik sistemiyle işleyen bir yönetişim biçimidir.

Ulus ise, siyasal olarak örgütlenmiş biçimde ve belli bir toprak üzerinde bir arada yaşayan, ekonomik yaşam, dil, tarih, ruhsal yapı ve kültürel özellikler yönünden ortaklık gösteren en geniş insan topluluğudur.5 Ulus, üyelerinin bir devlete “sahip

4 Augustinos, Küçük Asya Rumları, s. 327.
5 Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük, s. 1373.


olduğunu” düşünen ya da bir şekilde düşündürten, yani buna karşı özel bir sorumluluk taşıyan bir ya da birden fazla etnik gruptur.6

Etnik7 grup ve ulus kavramlarının ikisi de soya dayanır; dil, dış görünüm gibi aynı kültürel özellikleri paylaşır; her ikisi de doğuştan kazanılır. Etnik grup, kader birliği ve bir tür siyasi örgütlenme iken ulus, devlet temelinde kader birliğini ifade eder. Yani aslında etnik kimlik ve ulusu birbirinden ayıran temel nokta devlet örgütlenmesidir.

Ulus-devletlerin ve üniter yapılanmaların ortaya çıkışı, Fransız Devrimi’nden sonraki yıllara rastlar. Krejci ve Velinsky (1981:38), Fransız Devrimi’nden sonra dinler ve krallıklar canlanırken, demokratik (laik) ve liberal akımların da güç kazandıklarını belirtmektedirler. Yerlerini korumak isteyen hanedanlar da her ikisine ödün vermişler ve dinlerin güç kaybetmesiyle etnik toplumlardaki sosyal-kültürel dayanışma eğilimlerinde artış yaşanmıştır. Bu dayanışmanın bu sayede en büyük temelini ulusal dil oluşturmuş ve ülke sınırları içinde, ortak dilden daha etkili bir bütünleşme aracı bulunamamıştır.

Mübadele, aynı zamanda bir çokkültürlülük meselesidir de. Nüfus değişimi ile gerek Türkiye’nin gerekse Yunanistan’ın, çokkültürlü bir toplumdan ziyade, tekkültürlü ve tekkültürün dinsel, dilsel birliktelik ve benzeşme gibi olgularını içeren bir toplum yapısını tercih ettikleri görülmektedir. Tekkültürlülük, etnik olarak tek bir köken ve tek bir dinsel yapılanmayı içerir. Baumann (1999:8) çokkültürlülüğün, mevcut grupların sayısınca çoğalan eski kültür kavramından çok, yeni ve kendi içinde çoğulcu, kendi ve ötekilere atfedilen kültür uygulayımı olduğunu belirtir.

Yüzyıllar boyu çokkültürlü bir yapıda olan Osmanlı’nın, 19.yüzyılın sonunda ve 20.yüzyılın başında yaşadığı toplumsal bunalım, milliyetçilik akımları, parçalanma, etnik ayrım ve temizlik ile azınlıkların sürekli yarattığı sorunlar, Kurtuluş Savaşı süresince Anadolu’nun farklı etnik gruplarının desteği şöyle dursun, tersine işgale yardımcı olmalarından ötürü, yeni kurulan Türk Devleti’nin çokkültürlü, çok dinli, çok dilli bir yapılanmadan soğumasına yol açmış ve mübadele bu yüzden geniş çevrelerce


6 Baumann, Çokkültürlülük Bilmecesi, s. 36.
7 Latince “etnos” ırk veya kavim manasındadır.


uygulanabilir görülmüştür. Bu yüzden, Kurtuluş Savaşı’nda sömürgeleşme karşısında verdiği savaşı kazanan Kemalist hareket, yeni bir toplum kurma savaşını başlattı.

1920’ler, Anadolu’nun yıkıma uğradığı yıllardır. Türk- Yunan savaşı, yeni bir devlet kurma mücadelesi ve buna karşı yapılan faaliyetler ile iç savaşlar bu dönemde meydana gelmiştir. Türk resmi tarih söylemi, bu yılları dış güçler ile yapılan mücadele olarak algılar. Resmi ideolojinin oluşumunun temeli bu savaşla meydana gelmiş ve dolayısıyla yeni bir devlet ortaya çıkmıştır. Fakat Başkaya “Paradigmanın İflası” adlı çalışmasında (1997:56,58-59), genç Cumhuriyetin dinamiklerinin temel faktörünün dış güçler ile mücadelede değil Anadolu’nun ulusallaşmasında, yani yerli gayri Müslim azınlıklara karşı mücadelede yattığını belirtmektedir. Başkaya, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kurulmasından bahseder ve bu cemiyetlerin asıl amacının işgalci dış güçlerle mücadele değil I.Dünya Savaşı’nda Ermenilerle Rumların bölücü faaliyetlerine karşı mücadele olduğunu belirtir. O’na göre (69), savaşta ölen Türklerin sayısı 9 bin 167 olmasına karşın Anadolu’dan göçen Rumların sayısı yaklaşık 1,5 Milyon ve Anadolu’ya gelen Türklerin sayısın yaklaşık 500 bindir. Bu rakamlar da göçün Anadolu’nun sosyal yaşamına etkisinin dış güçlere karşı olan savaştan çok fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır. Fakat Cumhuriyet Tarihi ancak mübadelenin iyi kavranması ile irdelenebilir, düşüncesindeyiz; çünkü Cumhuriyetin temel atılımları, mübadeleden sonra gerçekleştirilmişti. Yunanistan’daki Müslüman kitlelerin Anadolu ile ilişkilerine, Yunan yayılmacılığın ve işgalinin halka yansımalarına, Mili Mücadele dönemi ile savaş, devletle değişen ilişkilere, baskı ve tacizlere, her iki ülkede ulus-devlet yaratma projelerine ve tüm bunların akabinde niçin nüfus değişimine ihtiyaç duyulduğu derinlemesine incelemek, Türk Devleti’nin kuruluş felsefesini algılayabilmeye yardımcı olabilir.

Anadolu 1920’lerin başında bir topluma sahipti, ama bir ulusa sahip değildi. Güvenç (2005:11), her ulus kuşkusuz bir toplumdur; ama her toplum henüz toplum olmayabilir demektedir. Yeni kurulan ulus-devlet, başta her ne kadar din olgusunu içerdiğini mübadele uygulaması ile göstermiş olsa da, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Saltanatın kaldırılmasından sonraki atılımları ve yapılan devrimler neticesinde, bu din olgusundan giderek uzaklaşıldığı ve devletin seküler bir yapıya kavuşturulmak istendiği görülmüştür. Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet Halk Fırkasının kurulması ve eğitim üzerine bir takım yenileşme hareketleri bunun ispatıdır.




Bernard Lewis’e göre (1988:331-38), Batılı anlamdaki ulus (nation) olgusunun İslam dünyasındaki karşılığının “milla”, Osmanlıca’sının ise “millet” olduğunu belirtir. Milla ya da millet, din birliğine dayalı cemaat anlamına gelir ki Osmanlılar millet sözcüğünü Rumlar, Ermeniler, Museviler gibi Müslüman olmayan dini cemaatler için kullanmışlardı. Neyzi (2004:8), Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusu çok dinli, çok etnisiteli ve çok dilli iken, Türk ulusal hareketinin tarihi, ideolojik ve pragmatik nedenlerden dolayı kendisini Müslüman kökenli ve Türkçe konuşan nüfusla özdeşleştirdiğini, Kemalizm’in bir yandan ulusaşırı Aydınlanmacı değerler üzerinde yükselirken, bir yandan da tekil bir etnik kimlik kurgusuyla kendisini ilişkilendirdiğini belirtir ve ona göre, bu açıdan ulusal kimlik hem kapsayıcı hem de dışlayıcıdır. Fakat Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından ortada bir “Türk Milleti”nin varolduğunu söylemek çok güçtür. Cumhuriyet’in ilanından sonra “Türk Milleti” ortaya çıkmış olmasına karşın, millet sözcüğü dini cemaatleri hatırlattığından ve “Türk Milleti” ile “Müslüman Türk” imgesi akla geldiğinden Türk milliyetçilik hareketi, İslam ya da dini cemaat çağrışımı yapmayan laik ulus kavramını ortaya koymuş ve bu yönde atılımlarda bulunmuştu. Halkın dine dayalı tutumunun yerine, ulus-devletin laik ve yurttaşlık bağlarına dayanma yolu seçilmiştir. Asıl amaç, Osmanlı’dan ayırt edilmesini sağlayacak olan, bir ulusal kimlik kurma girişimidir.

Tunaya’ya göre (1995:559), 1 Kasım 1922’de saltanatın ilgası kararının alınmasından sonra bir süre daha iç ve dış politik nedenler sebebiyle Halifeliğin devamına müsaade edilmiş ve bu süreçte Türkiye’de seküler bağlamda yapılacak köklü değişimlere zemin teşkil etmesi için, Fırka kurma girişimi başlatılmış ve söz konusu fırka, Halk Fırkası namıyla 23 Ekim1923’te teşekkül etmiştir. Özek (1999:465) bu durumu, Saltanatın kaldırılması, laik siyasal iktidar düzenine geçişin de ilk aşaması olarak kabul edilmelidir; Osmanlı’nın kuramsal olarak, siyasal ve dinsel iktidarı kaynaştıran siyasal iktidar düzeni, saltanatın kaldırılması ile ilk kez bölünmekte, dinsel iktidar varlığını sürdürse bile, -saltanatın kaldırılmasıyla- siyasal gücünü yitirmiş olmaktadır, şeklinde açıklamaktadır.

Güvenç (2005:11), Türkiye’nin ulusçuluk ideolojisine uygun çabalar sonunda, 1920’lerin ardından ulus olabildiğini ve toplumların ya geçirdikleri yapısal işlevsel değişimler sonucunda ulus olabildiklerini, ya da ulusçuluk ideolojisine uygun


değişimler içinde ulus olmaya çalıştıklarını söyler. 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasına karar verilip, dini tahsilin yapıldığı müesseseler olan medreseler de kapatıldı ve eğitimin laikleşmesini sağlayan Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi. Yine bu bağlamda Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti lağvedilerek Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu ve Başbakanlığa bağlanarak siyasi iradenin kontrolüne geçirildi. Hilafetin kaldırılması mübadele kapsamında özel bir anlam içermekteydi: Artık Cumhuriyet Türkiyesi’nde birinci aşamada Saltanatın Hilafetten ayrılarak ilgası, ikinci aşamada Hilafetin kaldırılması ve son halifenin yurt dışına sürülmesiyle birlikte köklü değişimlerin, “dünyevileşmenin” önü açılmış oluyordu. Kısacası, Hilafetin ilgasıyla birlikte Türkiye’de seküler bir dönem başlıyordu.

Tüm bunlar, nüfus mübadelesinin temelini oluşturan dinsel birlikteliğe dayalı toplum oluşturma çabasından sıyrılma konusunda Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlığını da göstermektedir. Mübadele ile homojenleştirilen ve yeni Cumhuriyetin nüfus yapısının Müslüman kimlikte olması esası, ortaya konulan sekülerizm faaliyetleri ile tırpanlanmış oldu.

Yeni Türk Devletinin ekonomik mücadelesini anlayabilmek ve Anadolu’nun savaş sonrası hızla iktisadi kalkınmasının mucizesini kavrayabilmek için de, mübadeleye rağmen bunların gerçekleştiğini bilmek gerekmektedir.

1.1.2. Mübadele İktisadi Bir Meseledir

Kaplanoğlu (1998:8), mübadeleden hemen önce ve sonra Türk Cumhuriyetinin ve dolayısıyla Yunanistan’ın da göç ve göçmenler sebebiyle çok büyük problemlerle karşı karşıya kaldığını belirtmektedir. Erdal (2006:30-31), mübadele ile Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisadi, siyasi, idari ve demografik problemlerle karşılaştığını; devletin, sıkıntılar içinde, gelen nüfusu iskan etmeyi ve hemen müstahsil8 hale getirmeyi planlarken, giden nüfusun geride bıraktığı iktisadi boşluğu ve harap toprakların imarı ile boğuştuğunu; nüfus mübadelesinin bir anlamda Anadolu’da Türk nüfusun artmasını sağlamışsa da devletin ekonomik gelişimini de geciktirdiğini belirtmektedir. Hacır (2006:112), Türk iktisat tarihi için önemli bir betimleme yaparak,


8 müstahsil: Üretici, yetiştirici
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:56

özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara gibi şehirlerde ticareti elinde bulunduran Rum nüfusun gidişiyle ticaret burjuvazisinin yeni sahibini aradığını söylemektedir.

Savaşın yıkımları ve yoksulluk, savaştan sonra Türkiye’nin gelişimi önündeki en büyük engellerdi. Bunun yanı sıra, göçmenlerin sebep olduğu ekonomik değişimler ve üretim modellerine katkıları ile beraberlerinde getirdikleri yeni teknikler de hesaba katılmalıdır. Tüm bunların incelenmesi, ortak iktisadi geçmişimiz için gereklidir. Fakat mübadillerin Anadolu toplumuna sosyal uyumları ve uyum problemlerinin, ülkenin ekonomik problemleri ile karşılaştırıldığında çok daha mühim ve uzun yıllar alan bir problem olduğunu da bir gerçektir. Mübadeleye dair problemleri anlamadan ve bunları araştırmadan, Cumhuriyet Tarihinin yapılamayacağı açıktır.

1.1.3. Mübadele Kültürel Bir Meselesidir

Tarihsel süreç ve olaylar ışığında, kaynak kişilerin anlatımları ile mübadillerin mübadele öncesi yaşadıkları bölgeye, yerleşim yerine, insan ilişkilerine, gelenek ve göreneklerine ilişkin derlemelerin yapılması, 20.yüzyılın başlarında Anadolu ve Yunanistan’daki sosyal yaşamı anlayabilmek için gereklidir. Kişinin yaşadığı yerleşim birimi, mekânlar, ürünler, Rumlar ve diğer yerli halklarla ilişkiler, ortak ekonomik ve sosyal alanlar, komşuluk ilişkileri, dinsel ritüeller, şarkılar, oyunlar gibi kültürel olgular ile dönemin tarihsel olaylarından kendilerinin ve sosyal, ekonomik yaşantılarının ne derecede etkilendiğine değinmek, toplumumuzun geçmişini iyi kavramaya büyük destek olabilir.

Mübadele haberinin halka duyurulması, mübadelenin halkta ne gibi tepkilere yol açtığı, göç hazırlıkları ve göçün ne şartlar altında başladığı ve göç süreci irdelenmelidir. Toplumsal hafızanın her ne kadar güçlü olmadığı söylense de, yaşanan bir toplumsal travmanın, gelecek kuşakların yaşamlarını da etkileyebileceği bilinen bir gerçektir.

Mübadillerin uyum sorunlarına ilişkin çalışmalar, günümüz Türk toplumunun da algılanabilmesine katkı sağlayabilir. Anadolu’ya ayak basış ve ilk izlenimler, geçici ikametgahlar, iaşelerin nasıl sağlandığı, iskan yerleri, bu yerlerin durumları ve iç göç; verilen toprak, ev ve aletler, yerli halkla temas ve nasıl karşılandıkları; göçmenlerde üretim biçim ve araçları, ekonomik yaşam, gelir ve yaşam düzeyindeki artış ve düşüşler;


toplumsal uyum sorunları, karşılaştıkları sorunlar, kültürel uyum, şive ve dil problemleri, dinsel anlayış, Anadolu’ya beraberlerinde getirdikleri gelenek görenek, yemek, giysi, müzik, dans, görgü kuralları, evlenme; göçmenlerin farklılık bilinçleri, dışlanma ve aşağılanma; sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler üzerinde durulmalıdır.

Mübadillerin, göç ettikleri topraklara dair anlatıları ve eski memlekete dair özlemleri irdelenmeli, Yunanistan’da geçen çocukluk, arkadaşlık anıları; oradaki her hangi bir nesne ya da ürüne duyulan özlem; göç esnasında yanlarına aldıkları eşya ve nesnelere ilişkin duygu ve düşünceleri; ilk kuşağın eski memlekete dönme istekleri; ikinci ve sonraki kuşaklardaki baba/dede memleketinin etkileri kaynak kişilerin anlatıları doğrultusunda aktarılmalıdır. Bütün bunlar, toplumsal bellek ve tarih için gereklidir.

Yunanlılar, “Küçük Asya Faciası” ya da “Bozgunu” olarak isimlendirdikleri, Yunanistan’ın İzmir’i işgalinden başlayarak mübadele ile geçen süre sonunda Anadolu’da Helen varlığının yok olduğunu söylerler; aynı şekilde bizler için de mübadele sonucu Batı Trakya dışında Yunanistan’da ve Girit’te Türk varlığı sona ermiştir. Fakat varlığın ya da kalıcılığın asıl olanı medeniyettir.

İsmet Zeki Eyüpoğlu, “bir uygarlığın çökmesi, ortadan kalkması için onun doğduğu toprak üzerinde yaşayan insanların da toptan yok olmaları, silinip gitmeleri, o ülkenin çölleşmesi gerekir” demektedir. Çünkü başka türlü bir uygarlık yok olmaz. Onun izleri, kalıntıları, değişik biçimlere bürünerek, giysiler giyerek gelecek kuşaklara kalır, kendini sürdürür.9

Datça’nın köylerine yerleşen Yörüklerin günümüzde kullandıkları bir takım eşyalar ile, arkeolojik kazılar neticesinde eski İyon medeniyetinden çıkartılan zeytin sıkma kapları, testi gibi eşya arasında büyük benzerlik ve geçişlilik gözlemlenmiştir.10 Oysa, Yörükler ile Datça’daki antik Yunan halkı arasında ne ırksal, ne dilsel, ne dinsel bir bağ bulunmuyordu. Dolayısıyla, yüzyıllarca birlikte yaşamış ve birbirlerinin kültürlerinden



9 Eyüpoğlu, Anadolu Uygarlığı, s. 9.
10 Begümşen Ergenekon, Cultural Evoluation II (Kültürel Evrim II) Dersi Ders Notları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Arkeometri ABD, 2000, Ankara.


etkilenmiş olan mübadillerin tarihsel ve kültürel izleri Girit, Yunanistan ve Anadolu’da her zaman varolacaktır.

Kısaca, modern Türkiye’nin gerek siyasi, gerek iktisadi ve kültürel geçmişi ve yapılanması için mübadele irdelenmeli, günümüz toplum yapısına etkileri araştırılmalıdır.

1.2. LOZAN BARIŞ GÖRÜŞMELERİ VE MÜBADELE SORUNU


1.2.1. Mübadeleyi Gerektiren Şartlar


Nüfus değişimi Türkçe’de “mübadele” olarak adlandırılmıştır. Mübadelenin resmi manası, iki ülke tarafından kabul edilen karşılıklı göçtür. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması, sürekli toprak talebi ve hızla yayılması, baskılar dolayısıyla Yunanistan ve Girit’ten kitleler halinde gelen Türk göçü, özellikle Ege ve Karadeniz’de Türk ve Rum çetelerin birbirleriyle çatışması, iki halk arasında güveni asgari düzeye indirmişti. Yunanistan, elde ettiği yeni topraklardaki Müslüman unsurlara karşı uyguladığı politikayla, Ortodoks bir toplum yaratma çabasında olduğunu zaten ortaya koymuştu. Yunan işgaline karşı yerli Rumların takındıkları tutum ve işgal altındaki bölgelerden kaçan Türklerin vaziyetleri ve işgal sırasında Yunan kuvvetlerinin Müslüman nüfusa vahşeti halk arasında yaygınlaşıyor, iki halkın arasındaki düşmanlığın artık olumlu şekilde çözülemeyeceği fikri benimseniyordu. Türklerle Yunanlılar ve Yerli Rumlar arasındaki gerginlik çok had bir safhaya girmekteydi.11

Lozan görüşmeleri başladığı sırada, Türk ordusunun önünden kaçan Yunan birlikleriyle birlikte, Batı Anadolu’da yoğun şekilde yerleşen Rumlar da Yunanistan’a veya Yunan adalarına göçmüşlerdi. Türk ordusunun zaferi ardından Ege’den kaçanların geri dönmesiyle sorunların daha da artacağı, sürgündekilerin ise iki yılın ardından eski yerleşimlerine adaptasyonlarının -yine- sorun çıkaracağı ve bu insanların (ki bir kısmı Yunan işgaline ya da çete faaliyetlerine ciddi destek vermişlerdi) yeni kurulan bir Cumhuriyete ne derecede vatandaş olabilecekleri, Türk ve Yunan hükümetinin önlerinde duran büyük bir meseleydi. İki topluluk arasında oluşan karşılıklı nefret ve

11 Gökbel, Milli Mücadelede Aydın, s. 224.


güven yoksunluğu mübadele fikrinin, her iki kesimde de taraftar bulmasını sağlamıştır. Mübadele, belki tek çözüm değildi, ama en kolay çözümdü. Arı (2000:1), bu uygulamanın yeni Türkiye Devleti’nin dış politikasında, önemli bir değişikliğe gitmesine olanak tanıdığını; artık azınlıklar sorununun eski etkisini yitireceğini belirtmiştir. Bunun yanında, Yunanistan’daki Türklerin Türkiye’ye getirilmesiyle, ülke içindeki nüfusun yoğun biçimde türdeşleşmesi sağlanıyordu.

Savaşın ardından iki hükümetin de ortaya koyduğu samimi barış ortamı ve bir başka felaket istememe konusunda gösterdikleri kararlılık, uzun süreli etnik çatışmalara sahne olan Türkiye ve Yunanistan’ı, homojen yapıda topluluklara sahip olma fikrine itti.

Ayrıca, uzun süreli savaşların ardından her iki ülke de ekonomik açıdan son derece zor durumdaydılar. Üretim minimum seviyeye düşmüş, ekili araziler tahrip edilmiş ya da mahsul toplanamadan tarlalarda kalmıştı. Bir an önce toplumun sükunete döndürülüp üretime geçilmesi zorunluydu.

Azınlıkların çabuk ve etkili mübadelesi, bu felaketi her türlü önlemden daha kolay önleyebilirdi. Türkiye, kaçan Rumların bıraktıkları bakımlı toprakları işletmek için gereken nüfusu sağlayabilecekti. Yunanistan’dan Müslümanların ayrılması, o sırada Yunanistan'ın çeşitli şehirleriyle kasabalara sığınmış göçmenlere önemli ölçüde kendi gereksinimlerini kendi başlarına sağlama olanağı verecekti. Her iki ülke için, gelecek yaz tarım ürünlerinin elde edilmesi yaşamsal önem taşıyordu. Başka bir deyişle, Türkiye için verimli Trakya topraklarının, 1923’te de her zamanki ürünü vermesi ne kadar önemliyse, Yunanistan için de, tarımcı göçmenlerin gelecek yazdan önce kendi ürünleriyle kendilerini besleyebilmeleri öylesine önemliydi. Nüfus mübadelesi işinin, hiç olmazsa bir kısmının Şubat sonundan önce üç ay içinde sonuçlandırılması zorunluydu; çünkü bu tarihten sonra tarım mevsimine yetişmek olanaksızdı. Doğu Trakya başta olmak üzere, Anadolu'da boşalmış köyler çoktu; giden Rumların bıraktıkları araç gereç de kullanılabilirdi; dolayısıyla Yunanistan'dan mübadele edilecekler hemen bu köylere yetiştirilmeliydi.12





12 Arı, Büyük Mübadele Türkiye’den Zorunlu Göç (1923-1925), s. 16-17.


Tarihsel süreç içinde Balkanlarda uluslaşma çabalarına koşut olarak bir çok ulusal devlet kurulmuştu. Bu yeni ulusal devletler, Türk-Müslüman kitleler üzerinde baskılar yaratmış, kitlesel göç hareketlerinde itici bir güç oluşturmuşlardı. İlhan Tekeli’nin yerinde bir saptamasıyla (1990:54), bu baskı ve göçe zorlama olgusunun başında, bir kısmı Balkanlar’daki etnik ve din ayrımlarıyla temellendirilmiş ulusçuluk kavramı gelmekteydi. Bu nedenle onlar bir imparatorluk gibi, farklı etnik ve dini guruplara hoşgörüyle bakamamışlardı. Gelişimleri, egemen gurup olan Türk-Müslüman kitleleri düşmanlıkla temellendirilmişti. Her yeni kurulan ulusal devlet, toprak egemenliğini sağlama çabasıyla, toprak sahipliğini genellikle ellerinde bulunduran Türklerin yöredeki gücünü kırmak için, onları göçe zorlamaya gerekli görmüştü. Yeni bağımsızlığını elde eden bu uluslar, ulusal egemenliklerini pekiştirmenin yolunu, ülke nüfusunun homojenleşmesinde buluyorlardı. Böylece, imparatorluğun eski topraklarında bir Türk- Müslüman nüfus göçü başlamıştı.

Bu süreç Türk-Yunan Savaşı'nın bitiminden sonra devam etti. Üstelik savaşın koşulları nedeniyle yaşanan yoğun Rum göçü, buna bir ortam da hazırlamıştı. Artık uluslar arası hukuka uygun olarak, henüz bitmiş bu süreci tamamlamak ve yasal bir zemine oturtmak gerekliydi.

1.2.2. Lozan Barış Görüşmeleri ve 1923 Nüfus Mübadelesi


Lozan Barış Görüşmelerinin, böyle bir yasal zemini oluşturmaktaki işlevi yönüyle, önemi büyüktü. Sorunların büyük ve çok taraflı oluşu, uluslar arası zemin hazırlanmasında önemli bir kolaylık da sağlamıştı. Milletler Cemiyetince Norveçli Dr. Fridtjof Nansen nüfus üzerine görevlendirildi.13 Nansen her iki ülkeyi de ziyaret ederek ilgili kişilerle görüştü; çözüm yolları üzerinde onlarla tartıştı.

Nansen, nüfus değişiminin isteğe bağlı olmasını ve İstanbul Rumlarının bu kapsama dâhil edilmemesi önerecek; fakat bu ilk önerisi, Türkiye, tarafından, Batı Trakya’da Müslümanların azınlık değil çoğunluk oldukları gerekçesiyle reddedilecekti. Yunanistan ise, bu ülkeye yığılan göçmen nüfusun iskânı için, 350.000 Türkün derhal Anadolu’ya gönderilmesini istiyordu.14

13 Erdal, age., s. 60.
14 Arı, age., s. 17.


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 11:58

Nansen, her iki görüşünü de dikkate alarak, raporunu yeniden şekillendirdi; rapor, 1 Aralık 1922’de, Lozan’daki barış konferansında okundu.15 Raporda, mübadele uygulamasının göçmenler için iyi bir çözüm olacağı, Yakındoğu’da ekonomik durumun gerçekten çok kötü göründüğünü vurguluyordu. Daha şimdiden nüfus çok yoğun olarak yer değiştirilmişti. Bir milyondan fazla insan yurtlarından ayrılıp başka ülkelere kaçmıştı. Nansen, bir an önce soruna çözüm bulunmasını salık veriyordu.16

30 Ocak 1923’te Türkiye ve Yunanistan karşılıklı nüfus değişimi anlaşmasına vardılar. İstanbul ve Batı Trakya haricindeki Türkiye’deki Rumlar ve Yunanistan’daki Türkler yer değiştirecekti. Anlaşma, göçmenlerin mal varlığının korunacağını ve taşınabilir varlıklarını özgürce yanlarında götürebileceklerini öngörüyordu.17 Taşınmaz mallar listelenecek ve bu listeler her iki devlet tarafından onaylanacaktı. Bir komisyon kurulacak ve bu komisyon taşınmaz malların değerini belirleyecekti. Göçmenler gittikleri yeni topraklara, önceki vatanlarında bıraktıkları mal varlığı değerince kendilerine mülk sağlanacaktı. Türk ve Yunan Devletleri göçmenlerin toplam mal varlıklarını hesaplayacaklar, fazlalığı diğer ülkeye ödeyeceklerdi. Her iki taraf, göçmenlere belirlenen tarihten önce yerlerinden ayrılma, yanlarında mal taşıma, herhangi bir vergi ödeme ile İstanbul ve Batı Trakya’da yaşayanların ülkeyi terk etme konusunda hiçbir baskı yapmayacaklardı.

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan mübadele protokolü iki maddeden ibarettir. Özgüç (1974:33-39), anlaşma metnini sadeleştirilmiş olarak şöyle sunmaktadır:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan hükümeti, şu iki madde üzerine anlaşmaya varmışlardır: Madde 1: 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren Türkiye topraklarında bulunan Ortodoks dinine mensup Türk uyruklu Rumlarla, Yunan topraklarında bulunan Yunan uyruklu Müslümanlar, mecburi mübadeleye tabi tutulacaktır. Madde 2: Birinci maddede belirtilen mübadele işlemi şu iki halka şamil değildir: a) İstanbul il sınırları içinde yaşayan Rum halkı; b) Batı Trakya Müslüman halkı.
15 Erdal, age., s. 62.
16 Arı, age., s. 15-16
17 İpek, age., s. 31-32.



Mübadele için çeşitli alt komisyonlar kurulmuştur. Bunların en önemlisi, Mübadele ve İskân Komisyonudur. “Mübadele ve imar konusuna, hükümet nezrinde, ilk defa, 5 Eylül 1923 tarihli Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki İcra Vekilleri heyeti raporunda yer verildi” (Çapa, 1990:50). Çok geçmeden, 13 Ekim 1923 tarihli bir kanunla Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti teşkil olunarak, 8 Kasım 1923’te Mübadele, İmar ve İskân Kanunu kabul edildi. TBMM’ce bu vekalete ilk defa İzmir mebusu Necati Bey… getirildi. Necati Bey’den sonra, kısa bir süre İzmir mebusu Celal (Bayar) Bey ve ardından Bursa mebusu Refet Bey Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti görevlerinde bulundular (Çapa, 1990:51).

Türkiye Seyr-ü Sefain şirketleri ile Vekâlet arasında yapılan anlaşmadan sonra, göçmenlerin Türkiye’ye nakillerine başlandı. Tahsis olunan vapurların istiab haddi İstanbul Liman İdaresince tesbit ediliyordu. Yunanistan’da Selanik, Kavala limanları ile Girid adasındaki Hanya, Kandiye, Resmo limanları bindirme (irkâb); Türkiye’de ise İstanbul, Samsun, İzmir, Antalya ve Mersin limanları çıkarma (ihraç) iskelesi olarak tayin edildi. Diğer yandan Türkiye’de on iskan mıntıkası tespit edilerek imar ve iskan mıntıka müdürlükleri kuruldu (Çapa, 199051-52).

Azınlıklar konusunda bugüne kadar Türk ve Yunan makamları tarafından çeşitli anlaşmalar imza edilmiştir. Türk ve Rum Azınlıklarının, Lozan’dan sonraki durumlarını, Lozan’da imzalanan “Mübadele Protokolü” ile “Azınlıkların Korunmasına Dair Protokol” teşkil eder. Batı Trakya Türk ve İstanbul Rum toplumu, bu protokollerle yerlerinde kalmış ve kendilerine yeni bir statü verilmiştir. Statüye göre azınlıklar, dil, din, eğitim, gelenek, miras, evlenme, boşanma, aile hukuku gibi konularda hür olacak ve diğer bölgelerde uygulanan mübadele işlemi bunlara uygulanmayacaktı.

Mübadele anlaşmasının 1. Maddesinde, “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden, Türk uyruklarıyla Yunan topraklarına yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukların” zorunlu göçe tabi olduğunu belirtiyordu. Bu maddeden anlaşılacağı üzere, mübadele kapsamına giren ile girmeyen arasındaki ayrımın ana kriteri, ne ırk ne de dil olup sadece dindi.18


18 Belli, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi-Ekonomik Açıdan Bir Bakış, s. 28-29.


İKİNCİ BÖLÜM MÜBADELE ÖNCESİ GİRİT VE SÖKE



2.1. GİRİT

2.1.1. Coğrafi Durum ve Osmanlı Öncesi Girit

Girit, Doğu Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonra yüzölçüm olarak en büyük adasıdır. Batısındaki Kithira ve Andikithira adaları ve doğusundaki Kasot, Kerpe ve Rodos adaları ile birlikte Ege Denizi’ni güneyden kaplar. Uzunluğu 240, en geniş yeri 54, en dar yeri 13 km. olan Girit adasının kuzeybatı ucu Mora’dan 90, kuzeydoğu ucu Anadolu’dan 150, güney ucu ise Bingazi’den 325 km. uzaklıktadır.19 “Girit adası, Ege Denizi ile Akdeniz’in kesiştiği noktada kilit niteliğiyle bir taraftan Mora’ya diğer taraftan Anadolu’nun batı ve güneybatı sahillerine ve Afrika’nın kuzey sahiline bağlıdır” (Adıyeke, 2000:7). Adıyeke’nin Mansel’den aktardığı üzere (2000:7), “Girit, bütün bu ülkelere bunların kültür etkileri altında kalabilecek kadar yakın fakat bunlardan gelecek düşman akınlarını önleyebilecek kadar uzaktı”.

Akdeniz’de önemli bir konuma sahip Girit adası, MÖ.1000 yıllarında Minos uygarlığına, ardından MÖ.600’de Atina ve Isparta medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. MÖ.235’te Persleri yenen Büyük İskender Girit’i ele geçirmiş, MÖ.190’da Roma egemenliği başlamış, 1152 yılına dek Bizans hâkimiyetinde kalmıştır. Adayı Bizanslılardan devralan Venedikliler, Akdeniz’de Osmanlı ile giriştikleri egemenlik mücadelesinde, adanın Hanya, Kandiye ve Resmo kıyı şehirlerini birer üs olarak kullanmışlardır. Akdeniz’deki korsan faaliyetlerinde Girit adasının rolü ve bu faaliyetlerin Osmanlı sarayı mensuplarını dahi etkilemesi dolayısıyla Girit’in fethine karar verilmiş, 1645 senesinde başlayan tüm adanın fethi hayli vakit almış, ada şehir şehir ele geçirilebilmiş ve nihayetinde en küçük kasabaya dek fetih 1715 yılında tamamlanabilmiştir.20 Adıyeke (2000:40), Osmanlı idaresine geçen Girit’in, her zaman

19 Coğrafi bilgiler, www.google.com/Girit’ten alınmıştır.
20 Girit’in Osmanlı öncesi tarihi ve Osmanlı dönemine dair ayrıntılı bilgi için bk: Erozan, Tarihi Ege Adalarından Kıbrıs, Girit, Sisam, Rodos, Sakız, Midilli Tarihleri; Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, The Encyclopedia of Islam, Volume I, Crete maddesi, s. 878-880 (çev: Tuncay Ercan Sepetcioğlu; TES). Beyoğlu, adanın fethinin 1699 yılında tamamladığını belirtmektedir; Girit Göçmenleri (1821-1924), s. 123. Adıyeke, 1715 yılında Damat Ali Paşa’nın Mora seferi sırasında daha önce
Venediklilere bırakılan Suda, İsperlanka ve Granbosa kalelerinin Osmanlı topraklarına katıldığını ve


ayrıcalıklı bir yapıda olduğunu belirtmektedir. Girit, Muhtariyetten önce Sancak olarak adlandırılan; Hanya, Kandiye, Resmo, Sphakia ve Laşid olmak üzere beş idari bölgeden oluşuyordu ve adanın başkenti Hanya idi.21

Türkler adaya yerleştikten sonra bu güzel ada, edebiyat ve şiirin merkezi haline geldi. Elbette adanın stratejik ve politik öneminin yanı sıra, coğrafi ve doğal güzellikleri de ilgi çekti. Fakat önemli olan husus, Girit’ten sonra Osmanlı’nın kültürüne Akdenizlilik düşüncesinin intibak eylemesidir.22

2.1.2. Nüfus ve Ekonomik Yapı


Girit’te 1821 yılında 129 bin Hıristiyan’a karşılık 160 bin Müslüman; 1876’da 135
bin 780 Hıristiyan, 95 bin 746 Müslüman23; 1894 yılında 175 bin Hıristiyan, 74 bin 150 Müslüman varken;24 4 Haziran 1900’daki sayımda Müslüman nüfus 33 bin 496, Hıristiyan nüfus ise 269 bin 319 olarak tespit edilmiştir. 4-5 Haziran 1911 sayımlarına
göre ise adada, 27 bin 852 Müslüman’a karşılık, 307 bin 812 Hıristiyan yaşamaktadır.25

Bu sayımlara göre, adadaki Rum nüfus artarken Türk nüfus hızla azalmaktadır. Son iki sayım arasındaki on bir senede Türk nüfusunun önemli bir oranının göç ettiğini görmekteyiz.26

Girit, 1894/95 yıllarında Osmanlı’nın 36 idari bölgesi içinde, nüfus sayısı bakımından 30.sırayı almasına karşın, yoğunlukta 18.sıradadır.27 Bu durum, Girit’te hayli yoğun bir yerleşimin gerçekleştiğini gösterir ki, yoğun yerleşim birimlerinin refah seviyeleri ya da iş bulma, konaklama/yerleşim imkânlarının daha elverişli olduğu bilinmektedir.




adanın da bir Osmanlı eyaleti haline geldiğini belirtmektedir, Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimindeki Durumuna Dair Bir Rapor, s. 294.
21 The Encyclopedia of Islam, Volume I, Crete, s. 878.
22 Pala, Crete and Poems, s. 119, (çev: TES)
23 Beyoğlu, agm., s. 135.
24 Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), s. 193.
25 The Encyclopedia of Islam, Volume I, Crete, s. 879.
26 Adıyeke, Türk Basınında Girit’in Yunanistan’a Katılması (1908-1913), s. 61.
27 Karpat, age., s. 245.


İstatistikler, 1894/95 yıllarında Girit’te 7.250.000 kiyye28 süt, 175.000 kiyye tereyağı, 75.200 kiyye peynir üretildiğini29 ortaya koyuyor ki, bu rakamlar adada hayli yüksek bir üretimin gerçekleştiğinin kanıtıdır. Toplam 36 idari bölge içinde Girit süt üretiminde 31.olmasına karşın, tereyağı üretiminde sonuncu, peynir üretiminde ise 13.sıradadır. Göçmenlerin aktarımlarından da anlaşılabileceği üzere, Girit bir peynir üretim merkezidir. Tereyağı üretimimdeki sonunculuk, Girit mutfağının zeytinyağına dayanmasıyla açıklanabilir.

Girit ayrıca, 36 idari bölge içinde, gelir bakımından 29.olmasına karşın, kişi başına gelirde, 12.sıradadır. Osmanlı’nın zengin olarak gösterilen Aydın Vilayeti’nin kişi başına gelirde 27.sırada olduğunu göz önüne alırsak, Giritliler’in refah durumunun Osmanlı’nın diğer yörelerine göre yüksek olduğu görülmektedir.30

Yunanistan’daki Türklerin 19.yüzyıl ortalarından sonraki siyasi konumlarına bir göz atılacak olunursa, en genel ifadelerle, Osmanlı topraklarında yönetici sınıf Müslüman- Türk kitleden oluşuyordu, denilebilir. Mora’da gerçekleşen Yunan ve takiben meydana gelen Sırp ayaklanmaları, bir kısım toprağın İmparatorluktan kopuşu ve gayri Müslimlere karşı oluşan güvensizlikten sonra, mahalli idarelerde dahi Türk unsurlar daha aktif rol almaya başladılar.

Girit’in fethinin ardından adaya yerleşen Türkler ve adada önceden ikamet eden Arap kökenliler ile birlikte din değiştiren Rumlar, adanın Müslüman nüfusunu oluşturmaktaydılar. Konuşulan dil, Osmanlı merkezi idaresince gönderilen yöneticilerin dili Türkçe olan haricinde, Yunanca’nın farklı bir lehçesi olan Giritçe idi. Adanın Ortodoks ve Müslüman nüfusu Hanya31 ve Kandiye32 gibi büyük kentlerde iç içe, küçük yerleşim birimlerinde ise genelde ayrı köylerde yaşamaktaydılar. Adadaki halkın geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa, Akdeniz’deki özel konumu dolayısıyla da ticarete dayanıyordu. Karpat (2003:249), 19.yüzyılın sonunda ticaret ve tarım alanları dışındaki meslek sahibi kişilerin sayısını 35 bin 700, oranını ise %14,28 ile İmparatorluğun 19.


28 1 kiyye: 1283,5 gr.
29 Karpat, age., s. 257.
30 Bu sonuç, Karpat’ın (age., s. 258) verdiği istatistiki değer üzerinden çıkartılmıştır.
31 Hanya: Girit’in kuzeydoğusunda, Hanya Körfezi kenarında bir şehirdir. 1879’da Türk yönetiminden çıkmıştır.
32 Kandiye: Girit Adası’nın en büyük kentidir. Kaynaklarda Iraklio ya da Heraklion diye geçmektedir.


sıradaki idari bölgesi olduğunu belirtmektedir. Bu oran, tarım, hayvancılık ve ticaret dışında da başka meslek gruplarının Girit’te yoğunluğuna dikkat çeker.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 12:02

Fotoğraf 1: Behlül Tuntaş (Girit-1920’ler)
Tuncay hocam görselleri 1.png
Tuncay hocam görselleri 1.png (85.69 KiB) 5604 kere görüntülendi
Yunanistan’daki Müslüman kitleler, İmparatorluğun genel askeri anlayışı üzere uygulanmakta olan sistem dolayısıyla ticarete uzak durmuşlardı. Genelde rençper, az görülmekle birlikte küçük esnaflardı. İmparatorlukta, uzak mesafeler ve dış ülkelerle olan ticaret gayrimüslimlerin elindeydi. Bölgeler arası farklılıklara değinilecek olursa, Batı Trakya’da tütün tarımı ve büyükbaş hayvancılığın, Ege adaları ve Girit’e ise küçükbaş hayvancılık, et ve süt ürünleri üretimi, bağcılık ve zeytinciliğin daha yaygın olduğu söylenebilir:

Babamın köyünün adı Haraçi. Köy çok yüksek, sarp, kayalık… Haraçi, büyük bir taş demek Rumca. Köyün üstünde büyük bir taş var, köy adını oradan almış.
Köyün geliri zeytin, keçi, koyun ve zeytincilikten… Büyük baş hayvan pek yok orada. Tahıl ürünleri de çok az; ancak belli ovalarda yetişiyor.33

Annemin babası Girit’te kunduracıymış.34


Türkler Girit’te bağcılık, zeytincilik yapar, şarap üretir, şarap içerlerdi.35

33 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
34 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 12:05

Babam Neşet Adalı ticaret ile uğraşıyordu. Iraklio’da bakkalı vardı. Peynir, yağ, zeytinyağı, şarap, hayvan yemi ve diğer yiyecekler satardı.36

Fotoğraf 2: Neşet Adalı’nın dükkânı (Girit–1920)
Tuncay hocam görselleri 2.png
Tuncay hocam görselleri 2.png (238.57 KiB) 5603 kere görüntülendi
Türklerin eğitim seviyesi, İmparatorluk genelindeki nüfustan farklı değildi. Yalnız, Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından da ele alırsak, Batı Trakya ve Makedonya’nın Türkler açısından çok önemli birer eğitim, kültür ve düşünce merkezi olduğu görülmektedir. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Namık Kemal, İttihat ve Terakki Cephesi ve Jön Türklerin menşei orasıdır. Bununla birlikte, Girit adası Müslüman nüfusun eğitim seviyesi ve buna verdikleri önem ile ticarete olan yatkınlığı, onları Anadolu’dan ayıran önemli özellikleriydi.

13 Ekim 1868 tarihinde yayına başlayan, “Girit” isminde Türkçe ve Rumca dillerinde yayın yapan bir vilayet gazetesi de bulunmaktaydı.37 Adanın aynı zamanda Anadolu ile sürekli bir iletişimi bulunmaktaydı:

Babam iki çocuklu aileyken, yerleşmek amacıyla İzmir’e gitmiş. Ama İzmir’in geçim durumunu pek beğenmemiş.38


35 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)
36 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
37 Koloğlu, Girit’de Türkçe Basın, s. 9.
38 Zeki Adalı (Söke-Aydın)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 12:24

Yunanistan’daki Müslüman nüfusun, Yunanlılar ile benzer kıyafet kullandıklarını belirtmek gerekir. Batı Trakya’daki Selanik gibi, zengin ve eğitim seviyesi yüksek, Avrupa etkisinde kalmış aileler haricinde geneldeki katı Müslüman anlayış, Yunan ve Türk unsurlar arasında özellikle kadın kıyafetinde farklılaşmaya yol açmıştı.

Kıyafetler hemen hemen aynıydı. Bütün Giritliler çizme, yelek giyerler, köstekli saatler kullanırlardı. Kimin Türk kimin Rum olduğu kıyafetlerinden ayrılmazdı.39

Batı Trakya’da Yunan-Türk karışık yaşamalarına karşın, belki de nüfusun çoğunluğunu teşkil etmelerinden dolayı, o bölgelerdeki Müslümanlar genelde Yunanca konuşamıyorlardı. Fakat Teselya, Ege Adaları ve Girit’te ikamet eden Türklerin tamamı Rumca konuşabiliyor, Girit’teki Türkler ise Rumca’nın bir lehçesi olan Giritlice’yi anadil olarak kullanıyorlardı.

Bizim şu an konuştuğumuz Rumca’yı Giritliler, daha ‘öz’ konuşuyoruz diye çok beğeniyorlar.40

2.1.3. Dinsel İnanış


Ortodoks Rum ve Müslüman Türk nüfusun Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri haricinde karşılıklı iyi ilişkiler içerisinde oldukları, sosyal ve ekonomik yaşamda ileri düzeyde iletişimlerinin bulunduğunu söylemek gerekir.

Adanın Hıristiyan nüfusu, bir Metropolit ve yedi rahipten oluşan ve Hanya’da toplanan Sinod tarafından idare ediliyordu. Hukuk, Fransız modeline göre işliyor ve Müslümanlar kendi dinlerinin gereği şekilde yargı, evlilik ve veraset işlerini yürütüyorlardı.41

Adada hayli fazla olan Bektaşi nüfusu da kendi inanç ve yapılanmalarına göre özgürce yaşamaktaydılar.42


39 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
40 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
41 The Encyclopedia of Islam, Volume I, Crete, s. 879.
42Girit’teki Bektaşilik ve Bektaşi tekkelerine dair ayrıntılı bilgi için bk: İsmail Kara, Hanya/Girit Mevlevihanesi, Dergâh yayınları, İstanbul, 2006.


İç içe geçmiş olan imparatorluğun bu iki unsuru, yüzyıllarca beraber yaşamış olduklarının verdiği birikimle, birçok paylaşımlarda bulunmuşlardı. Anadolu ve Yunanistan’da şehir ve birçok kasabada komşuluk ilişkileri gayet iyiydi. Birbirlerine ev ziyaretlerinde bulunuyor, en büyük ayrım noktası olan dini inanışta bile biri bir diğerinin dini bayramlarına katılıyor,43 bayramlarını kutluyorlardı44. Nazar inançları dahi aynıydı.45 Düğünlerine, şenliklerine komşularının da katılmasını arzuluyorlardı:

Girit’te Kapadokya göçmeni Nikos Kopsabbas isimli bir Rum ile tanıştım. (Biz Türklerle iç içe büyüdük. Kurban Bayramında kurban kesmeyi biliyorduk. Aşure ayında aşure yapmayı öğrenmiştik. Hayatımız müşterekti. Biz böyle büyüdük, böyle geldik. Yunanistan’a gelince hep dışlandık), demişti.46

Türklerle Rumlar arası ticaret ilişkisi çok iyiydi. Bakkalımızdan alış veriş yaparlardı. Dini bayramlarda birbirlerini kutlama ve hediye alıp verme oluyordu.47

Girit’te babamın köyünde Türkler, annemin köyünde Rumlar çoğunluktaymış; karışık yaşamışlar. Komşuluk ilişkileri önceden çok iyiymiş. Beraber okula giderlermiş. Iraklio’daki 95 yaşındaki en yaşlı arkadaşım; (Biz Türkler ile aynı yerde büyüdük. Onların dini günlerinde faytonlara biner ‘helal olsun paralar!’ diye birlikte bağırırdık), demişti. Harpler patlamaya başladıktan sonra, hızla ayrımlar olmuş. Yabancı güçler gelince ilişkiler bozulmuş. Karışık olan köylerde çetecilik haberleri Girit’ten Türkiye’ye gelince, burada da çeteler oluşturulmuş. Rumlara da çok zarar vermişler.48







43 Mustafa Güzelgöz (Ürgüp-Nevşehir): “Kadir Gecesi olurdu, annem derdi ki (Aliki’ye git, baklava götür). Onlar da Nisan ayındaki yortularında, bize boyanmış yumurta verirlerdi. Kırar yerdik”, Doğduğum Topraklar-‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
44Bir muhacirin anlatımı (Ürgüp-Nevşehir): “İyiydik. Birbirimize iyi davranırdık. Bayramlarda,
düğünlerde iyi geçindik. Hiçbir şeyimiz yoktu; Allah var, günah! Onların düğünlerine biz giderdik; bizimkilere de onlar. İyi komşuyduk. Bir şeyimiz yoktu birbirimize”, Doğduğum Topraklar-‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
45Pembe Horasan (Kuyucak-Aydın): “Hiç düşmanlık yoktu aramızda. Onlar bize, biz onlara gelip
giderdik. Rumlar, hastalık için, nazar, uğrama, (çarpılma) için, yaşlılar bile anneme muska yazdırmaya gelirlerdi. Hiç düşmanlık yoktu; ağladılar biz giderken.”
46 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
47 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
48 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)




2.1.4. Komşuluk İlişkileri


Ortak coğrafyayı paylaşma, ortak üretim biçimleri de geliştirdi. Özellikle kırsal alalarda, tarımcılık yapan Türk ve Rumlar, Anadolu’da bugün de örneklerini gördüğümüz üzere, karşılıklı dayanışma halinde olmuşlar, imecelik yapmışlardı. Doğu Karadeniz ve İç Anadolu’nun kırsal kesimlerinde ortak meralar kullandıkları, birlikte yaylalara çıktıkları oluyordu.49

Yunanistan Krallığı’nın kurulması sonrası, her iki devlet arasında bitmek bilmeyen savaşlar sırasında, özellikle sınır bölgelerinde ve toprak olarak sürekli büyüyen Yunanistan’a ilhak olmuş eski Osmanlı topraklarında, karşılıklı katliam ve zorbalıklar, 19.yüzyılın ortalarından itibaren söz konusu yerlerin olağan görüntülerindendi. Çetelerin baskınları sonucu, varolan hoşgörülü ortam bozulmaya yüz tutmuş, süregelen kargaşalık da mübadele ile sonlanmıştı. Katliam ve baskınlar esnasında birbirlerine yardımlarda bulunan birçok Rum ve Türkün anıları kayıtlarda yer almasına karşın, artık birbirlerine karşı kırgınlıklar ve düşmanlığın tohumlarının yeşerdiğine de tanık olmaktayız:50

Komşuluk ilişkilerimiz çok iyiydi. Daima çok samimiymişler. Girit’te birkaç katliam olmuştu, baskınlar da oluyordu. Girit’te iki büyük katliamda çok insan kesmişler. Rumlar, gebe kadınları harman yerine yere çıplak yatırmışlar. Karınlarını kılıçla kesip, çocukları havaya atıyorlarmış. Komşumuz Rum olan kadın avlu duvarına merdiven dayayarak annemi (köydeki kardeşlerine haber et, katliam yapılacak. Orada bulunmasınlar, şehre gelsinler) diyerek ikaz ederdi.


49 Marina Sarımihalidis (Larissa-Yunanistan): “Annem, Türkler çok iyiydi derdi. Kapadokya’da Türklerle birlikte, davarlarını da alıp yaylaya giderlermiş”, Doğduğum Topraklar-‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
Thea Halo (Virginia-ABD): “Annem, Türkler ile Rumların birbirleriyle hiçbir sorunu olmadığını söyler. Onlar yan yana bir harmoni içinde yaşadılar. Büyük amcam bir Türkü çığdan, diğerini ise yanan bir evden kurtarmış. Açıkça söyleyebilirim ki, bu trajediyi yaratan idarecilerdi.”
50Hamit Sepetcioğlu (Dikmen-Sinop): “Ortalık karışınca, önce Rumların aralarında gizli gizli
anlaştıklarını duyduk. Samsun–Trabzon sahillerinde birleşmişler, çeteler kurmuşlar. Bafra dağlarını tutmuşlardı. Bir gün, bir haber yayıldı: Alaçam’da Rumlar toplanmış, çeteler ile Türkleri kesmeye karar vermişler. Alaçam’ın, Türklerin de çok sevdiği bir papazı vardı. O geceleyin bizimkilere haber vermiş, ‘kaçın, sizi yarın kesecekler’ diye. Onun sayesinde kaç kişi hayatını kurtardı. Ama yine de Rumlar ile birlikte o papazı da sürdüler. Olaylara karışmayanlar da gitti. Alaçam’dan sonraki bütün köylerdeki, Bafra civarındaki tüm Rumlar Samsun’a kadar yürümüşler; ardından da gemiyle gönderildiklerini duyduk.”


Dayımlar ve çocukları şehre, Iraklio’ya geldiklerinde bizde kalırlardı. Bozgunluk olduğu zaman da bize sığınmışlardı.51

Girit’te çok iyi anlaşıyorlarmış; çok iyilermiş. Karışık yaşarlarmış. Fakat ekseriyeti Müslüman’mış; Rumlar azınlıktaymış. Sonraları Yunanistan’a ilhaktan dolayı Yunan palikaryaları ile Türkler çatışmış. Geçimsizlikler olmuş, ortalık karışmış.52

Annem Rumca bilmiyordu. Komşuluk varmış, sevgi, saygı olsa da bağdaşmıyor işte. Karışık Rum da varmış ama bizimkilere sahip çıkmamışlar. Bir de pek düzgünlük yokmuş, bir Osmanlı, Bir Yunan, bir Bulgar gelirmiş. Karmaşık işte… Mübadele ile temizlik oluyor. Allah’a şükür biz öyle görmedik.53

2.2. GİRİT’TEN KAÇIŞ


Mübadeleden çok önce Batı Trakya ve Girit’ten 1890’lı yılları takiben, Yunanistan’daki iç karışıklıklar ve bölge halkının birbirleriyle olan çatışmaları dolayısıyla, Anadolu’ya yönelik kitlesel göçler görülmektedir. Şüphesiz ki, Balkan Savaşları, I.Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı sürecinde de Türkiye’den Yunanistan’a göçler olmuştu. Devletlerarası karşılıklı bir anlaşma olmaksızın, dağınık, üzerine bir istatistiksel çalışma yapılmamış ve devletler tarafından yeterli düzenleme ve önlem olmaksızın gerçekleşen “kaçışlar” yoluyla gelen halk, tüm mal varlıklarını terk ettikleri topraklarda bırakmak zorunda kalmışlar ve yeni yerleşim yerlerinde büyük sıkıntılar çekmişlerdir.

Yunanistan’ın 1821 yılında bağımsızlığını kazanması ardından yayılmacı politikalar izlemesi ve kurulduğu Mora Yarımadası haricindeki Yunan soyundan gelenleri kışkırtması sonucunda Girit’te karışıklıklar meydana gelmiştir. Giritli Rumların taşkınlıkları ve silahlı çeteleri, Müslüman halkı rahatsız edici eylemleri54 neticesinde Müslüman halk çareyi Anadolu’ya kaçmakta bulmuştu. Bu bağlamda, Girit’ten Anadolu’ya ilk göçler 19.yüzyılın sonuna rastlamaktadır.55 Girit’teki Rum ayaklanması

51 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
52 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)
53 Ali Kaya (Şirince-Seçuk-İzmir)
54 Erozan, Girit’teki 1888 yılı ihtilalinin çok çetin olduğunu ve Girit’in köylerinde Hıristiyanlar tarafından binlerce Müslüman’ın öldürüldüğünü belirtmişlerdir, age., s. 10. Hıristiyan çetelerinin Müslüman halka özellikle kırsal kesimde saldırılar düzenlediklerini kaynak kişiler de belirtmektedir.
55 IV. Bölümde, kaynak kişilerin anlatımlarında bu husus vurgulanmıştır.


esnasında Yunanistan sırf politik destekle yetinmemiş, askeri teçhizat da göndermişti.56 Adada meydana gelen çatışmalara Avrupalı devletler de kayıtsız kalmamış ve kendi siyasi çıkarları adına girişimlerde bulunmuşlardı.

Girit’ten Anadolu’ya mübadele öncesi göçler, genellikle kıyı şeridine gerçekleşmiştir. Başaran (2000:98), 1908 tarihli Ahenk ve Köylü Gazetelerinden aktarımında, Tire’de “Deliktepe civarında evler yapıldığı ve otuz dokuz/kırk hane olarak düzenlenen bu yapılaşmanın Girit muhacirlerinin kış gelmeden evlerine girmelerini sağladığını” yazmaktadır. Beyoğlu (2000:128), 1898 sonlarına dek İzmir’e gelen üç bini aşkın nüfusun bir kısmının kendi istekleriyle Aydın Vilayeti kazalarına yerleştiğini, geri kalanlarının İzmir’de bazı sanat kollarında iş tuttuğunu, aciz Girit göçmenlerinin halkın yardımıyla geçindiklerini belirtmektedir. Girit’ten Anadolu’ya kaçarak gelenlerin iskân ettikleri yerlerden birisi de Söke’dir:

Fotoğraf 3: Girit’ten kaçarak Türkiye’ye gelen bir aile (Söke–1910/1915 arası)
Girit Tuncay hocam.png
Girit Tuncay hocam.png (139.71 KiB) 5602 kere görüntülendi
Girit’te dedem vurulunca, şehit olunca, anneannem çocuklarının da başına bir hal gelir diye, evi olduğu gibi, ambarda buğday, küpte yağ dolu bırakıp kaçıyorlar. Yanlarına bir şey almamışlar; bir tek giyecekleri ile gelmişler. Önce gemiyle


56“…Girit ihtilalini körüklemek ve Girit Rum âsilerine yardım etmek üzere Yunanistan’dan Miralay Vasos namında bir askerin kumandasında Yunanistan’dan Girit’e Yunan askeri kuvvetleri gönderilmişti. Megavlı namındaki Yunan harp gemisi de Girit’in Rum âsilerine Yunanistan’dan külliyetli miktarda harp malzemesi getiriyordu”, Erozan, age., s. 10.

İstanbul’a kaçıyorlar. Orada en küçük kızını yoksulluktan birine evlatlık veriyor. Duyuyorlar ki Söke’de akrabaları var, kalkıp buraya gelip Söke’ye yerleşiyorlar.57

Gökaçtı (2004:102), Girit göçmenlerinin mübadele öncesi kaçışlarından örnekler verirken, onların bazen hamal kılığına girip, bazen Avusturya gemilerine bindiklerini; kiminin daha uzun yol olmasına karşın, güvenli gördükleri İskenderiye üzerinden Anadolu’ya ulaştıklarını belirtmektedir.

Kaçıp gelenler her şeyi, ahırda hayvanları, kümeste tavukları bırakıp gelmişler. Kaçanlara şehirdeki Türk büyükleri, kaptanlara ricada bulunup aracı olmuşlar. Tekneler Anadolu’ya en yakın nereye geliyorsa orada bırakıyorlarmış. Bütün köy kaçmamış; sonra mübadele ile gelenler olmuş. Kaçarak gelenler, mallarını orada bırakırken geri döneceklerini umuyorlardı. Fakat hiç kimse geri dönemedi; herkes gittiği yerde kaldı; kendilerine yeni hayat kurdular. Türkiye’de çok zorluk çektiler; yeni bir hayata sıfırdan başladılar; perişan oldular. Sırtlarındaki gömlek, ayaklarındaki ayakkabılarla geldiler. Söke’nin ovalarında, sokaklarında günlerce yattılar. Çerkez Mehmet Efendi adında onlara acıyan zengin bir kişi, yanında yer vermiş, bağını bağışlamış. Oraya çitten ev yapmışlar. O mahalleye Abalaki Mahallesi derler. Abalaki, “bağ” demektir.58

Ekserisi derme çatma, çitten birer oda örmüşler. Sonra onları çamurla kaplamışlar. Bir müddet orada yaşamışlar; ardından inşaat halinde evler yapmışlar. Dedem bir yer almış Söke’den; demek ki biraz parası varmış az çok. Zeytin dikmiş hemen gelir gelmez. Annemin babası, hemen bir tezgâh kurmuş. Ayakkabı tamirinden başlamış işe.59

Girit’ten Anadolu’ya Müslüman göçü mübadeleye dek sürecek ve mübadele anlaşması gereğince adadan ayrılmak mecburiyetinde kalan son sakinlerle birlikte, Girit’te Müslüman nüfus kalmayacaktı.








57 İkbal Çobanoğlu (Söke-Aydın) 58 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 59 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)


2.3. GİRİT’İN OSMANLI’DAN KOPUŞU

Girit’in Osmanlı’dan kopuşu bir dizi tarihsel olay sonucu gerçekleşmiştir. 1830 yılında Londra Protokolü ile Yunanistan bağımsız bir devlet olarak kurulduğu halde Girit Yunanistan’a bağlanmamış ve Osmanlı yönetimine bırakılmıştı.60 Bunun üzerine adada çıkan isyanı bastırılmasının mükafatı olarak Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, 1830- 1840 yılları boyunca on sene Girit’i idare etmiştir. O, “kabul etmek gerekir ki, [/color][/i][/b]Girit’te şimdiye dek i
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 7 misafir