Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Girit ile ilgili Tezler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:06

3.3 Şiirler

3.3.1 Muhteva


3.3.1.1 Osmanlı Askerinin Kahramanlığı Ve Vatanseverliği:

Ahmed Tevfik Efendi, Kokonoz ve Akbaba gazetelerinde 1897 Türk-Yunan Savaşı ile ilgili olarak şiirler de yayımlamıştır. Sayı itibariyle 14’ü bulan bu şiirlerin çoğu başlıksız olarak çıkmıştır. Bunların beş tanesinde başlık vardır. Bu şiirlerde başlıca olarak Osmanlı askerinin kahramanlığı ve başarıları övülmüş, Yunan askerinin korkaklığı ve savaştaki beceriksizlikleri vurgulanmıştır.


Kokonoz Gazetesi, sayı 11, 16 Nîsân Rûmî, 1313’teki başlıksız şiirin 1, 2, ve 3. kıtalarında şair, Osmanlıların büyüklüğünden ve askerlerin gücünden bahsederken, Osmanlı askerlerinin kükremiş arslan gibi olduğunu, yiğitlerin her birinin kılıçlarının kanlı olduğunu ve Osmanlı askerlerinin düşmana saldırılarının çok yaman olduğunu, ölümün bizi asla korkutmadığını anlatarak askerin kahramanlığına vurgu yapar. Bu şiirde Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi adıyla” bilinen şiirinden de esintiler vardır. Her iki şair de Osmanlı askerinden “şir-i jeyan” olarak bahseder:


Osmanlılarız askerimiz şîr-i jiyândır
Şemşîr-i celâdetlerinin her biri kandır (Kokonoz)

Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahralar
Uyan ey yâreli şîr-i jiyan bu hâb-ı gafletten57 (Hürriyet Kasidesi)

Tevfik Efendi 4. kıtada da milletin yüceliğini göklere çıkarır ve evlatlarının, yani askerlerin kanının yine bu topraklar için aktığını, onların vatan uğruna canlarını fedaya hazır oldukların söyler:


57 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 1 Tanzimat’tan Cumhuriyete, İstanbul, 2000 s.39-41.




61



















Hâzırlamışız hâk-i vatan uğruna cânı Aksın yine evlâdının o hâke bu kanı


Son kıtalarda da savaş meydanı düşman askeriyle dolup hatta her ferdi birer kan içen ejdarha bile olsa bile ve düşman kaçmak istese bile kurtuluşun mümkün olmadığı söylenir ve Osmanlı askerine duyulan güven dile getirilir.


Ahmed Tevfik Efendi’nin incelediğimiz bu şiirinde Namık Kemal’in “Vatan Şarkısı” şiirine muhteva bakımından benzer ifadelere yer verildiğini görmekteyiz. Tevfik Efendi’nin şiirde her kıtanın son iki mısrasında;


Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiz.


ifadesi Kemal’in şiirinde şöyle geçer:




Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz Osmanlılarız cân veririz nâm alırız biz58


Tevfik Efendi, Kokonoz’un 15. Sayısındaki “Bir Yenişehirli Lisanından” başlıklı

şiirini Yenişehirli lisanıyla aktarırken üzerinde durduğu tema vatan ve

kahramanlıktır. Bölgede yaşayan bir Müslüman Türk’ün dilinden söylediği bu şiirde şair Osmanlı askerlerinin vatanseverlik ve kahramanlıklarından bahseder ve askerin vatanına artık döndüğünü ve özlemin bittiğini, savaşta çekilen acılara, bütün eziyetlere vatan için katlandığını ve vatanın da onun sayesinde selamete erdiğini söyler. Şiir askere şükran duygusuyla sona erer.



58 Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1970, s. 71-72.

62















Tevfik Efendi, Kokonoz’un 17.sayısındaki “Bir Şehidin Vefatından Evvel Oğluna Bir İki Sözü” başlıklı şiirinde şehit olacak bir askerin ağzından vatan uğruna Allah yolunda şehit olmanın mutluluğunu ve oğluna verdiği nasihatleri dile getirir. Şehadete hazırlanan bu yiğit, bundan mutlu olduğunu, Kerbela şehitleri kervanına katılacağını, bunun büyük bir şeref olduğunu söyler ve bunun için oğlundan ağlamamasını ister. Oğluna Allah yolunda çalışmasını, canını millet ve vatan yolunda feda etmenin en yüce değer olduğunu söyler.


Tevfik Efendi, Akbaba’nın 1.sayısındaki başlıksız şiirin 5. Ve 6. Kıtalarında da Osmanlı askerlerinin kahramanlıklarından bahsetmektedir.


Şiirde Yunanlıların kahraman Osmanlıları hafife alması ve işin ciddiyetinin farkında olmayışı, Allahuekber sesleriyle şehadetin gerçekleştiği, gökteki bütün meleklerin bu İslâm yiğitlerine hayran oldukları anlatılır ve Osmanlı askerinin kahramanlığına vurgu yapılır.


Tevfik Efendi, Kokonoz’un 12. Sayısındaki “Kokonoz’un Askere Hitabı” başlıklı şiirinde “Ey asker” nidasıyla şiirine başlarken; Allah’ın yardımıyla öfke ve yiğitliklerini göstermelerini, tüm milletin ümitli gözlerinin askerin üstünde olduğunu belirtir.


Şiirin ikinci kıtasında da “Haydi ileri” nidasıyla askerlere seslenerek düşmanın karşıda hazır beklediğini, zalim düşmana vatan topraklarını çiğnetmemelerini ve atalarının ruhlarını da sevindirmelerini söyleyerek kahraman Osmanlı askerlerine hitab eder.


63





















Üçüncü kıtada Allah’ın her an askerlerin yanında olduğu, hatta peygamberinin de gönülden yardımcı olduğu, imdadlarında dahi gökteki meleklerin yardıma hazır oldukları ifade edilir.


Dördüncü kıtada düşman hücum ettiği takdirde başına yağmur gibi ateş yağdırmaları, askerin düşmanı kükremiş arslan gibi takip etmesi, yiğitlik kılıçlarının kanla boyanması istenir.Beşinci kıtada dünyada yaşamanın bir anlamı olmadığını belirtilirken askerlere “Arş ileri” nidasıyla seslenerek devletin kurtuluş ümidi ve milletin de hayat ilacının kendileri oldukları ifade edilir.


Şiirin 6,7,8 ve 9. Kıtalarında da aynı duygular dile getirilerek askerlerin yiğitçe harb etmelerinin ne kadar önemli olduklarına değinilir. kahramanca savaşmasını dile getirerek hitap ettiğini görmekteyiz. Son kıta bir nevi dua gibidir. Şair Allah’a seslenerek bu yiğit askerlere yardım edip zaferle taçlandırmasını, kaybedilen yerlerin tekrar elde edilmesini diler.


Kokonoz’un 14 Mayıs 1313 tarihli 13. Sayısındaki başlıksız şiirinin ilk üç kıtasında askerlere “Arslanlarım”, “kahramanlarım” diye övgüyle seslenen şair askerlerden zaferleriyle bizi memnun etmesini karşılığında da Allah’ın onları memnun etmesini, bize Osmanlılar dendiğini, sesimizden yerin göğün titrediğini, düşmanı gördüğümüz anda arslan gibi saldırdığımızı anlatır ve yine Osmanlıların kahramanlıklarını aksettirmeye çalışır:


Neredesiniz arslanlarım İşte geldi düşmanlarım


64















Haydi yek kahramanlarım Siz memnûn ediniz bizi Hakk da memnûn etsin sizi

Arş ileri arkadaşlar
Siz de gönüllü kardaşlar Meydâna yığılsın başlar Arş ileri arş ileri
Kan götürsün gövdeleri

Bize Osmânlılar derler Na‘ramızdan yer gök titrer Düşmanı görsek biz eğer Saldırırız arslan gibi
Mahv ederiz Yunan gibi


Ahmet Tevfik Efendi gazetenin 14. sayısındaki başlıksız şiirinde de Osmanlı askerlerinin kahramanlıklarından bahsetmektedir. Aynı şiirin altıncı kıtasına “söyleyin asker, size mevki ve makam lâzım mı böyle büyük bir rütbeyle şereflenmişken” mealindeki bir soruyla başlayan şair bu şanlı savaşın her saatinin bin rütbeye bedel olduğunu söyler.

3.3.1.2 Yunan Ağzından Osmanlı Askerlerinin Kahramanlığı:

Tevfik Efendi aynı şiirin on birinci kıtasında bu kez farklı olarak Yunanlıların dilinden Osmanlıların ne kadar güçlü olduğunu söylemek ister. Yunan ağzıyla yazılan bu bölümde ne kadar çabaladımsa zor, Osmanlıya karşı konulmuyor, gülleye karşı koşuyor, kurşun gibi yetişiyor, bunlar ölüm de bilmiyor denerek Osmanlıların kahramanlığı anlatılır:59


Ne kadar eyledimse zor Mukavemet olunmuyor Bunlar ölüm de bilmiyor Gülleye karşı koşuyor Kurşun gibi yetişiyor

59 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 13, 14 Mayıs 1313.




65

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:10

Tevfik Efendi Kokonoz’un 6 Ağustos 1313 tarihli 19. sayısında Yunan ağzıyla yazmış olduğu başlıksız şiirinde de Osmanlı askerlerinin kahramanlığını şiirin son mısralarında şöyle dile getirmektedir:


Osmanlı dilâverlerine karşı durulmaz
Bunlar ne şarampol ne de kurşunla vurulmaz Harp eylemeden asla bir Osmanlı yorulmaz Bu askere hiç hiyle tuzağı da kurulmaz
Bir yerde hücûm korkularından oturulmaz
İnsan değil o marekede kuş uçurulmaz Her bir neferi askerinin bir koca ejder Her zâbiti bir yaralı arslan gibi kükrer.


3.3.1.3 Farklı Kişilerin Dilinden Anlatılan Kahramanlık

Bazı şiirlerinde Ahmet Tevfik Efendi, Tesalya savaşında yapılan kahramanlıkları

farklı milletlere mensup kişilerin ağzından dile getirmektedir.

Kokonoz’un 14. Sayısındaki “Arnavudlar Lisanından” başlıklı şiirde Osmanlılarla birlikte harbe katılan Arnavut’ların ağzından Tesalya savaşında yaptıkları kahramanlıklar anlatılır.

3.3.1.4 Yunanlıların Korkaklığı ve Başarısızlığı:

Yunanistan’ın, Osmanlı askerlerinin gücü karşısında ve savaşta Osmanlı’nın birçok yeri almasından dolayı korkuya kapılması Ahmet Tevfik’in şiirlerinde sık sık vurgulanan temalardan birisidir.


Kokonoz’un 13. Sayısındaki başlıksız şiirin dördüncü kıtasında Yunan’ın yok olduğunu anlatan şair, topraklarının kalmadığını da belirterek Yunan’ın
başarısızlığını ifade etmektedir.





66

Aynı şiirde 8, 9 ve 10. Kıtalarında da Yunan’ın cesaretsizliğine dikkat çeken şair, Osmanlıların dur durak bilmediğini, Atina’ya kadar gideceklerini, bundan Yunan’ın korktuğunu ve devletlerden yardım istediğini, aslında bu savaşın Avrupa devletlerine duyulan güven yüzünden çıktığını, bu yüzden de Yunanlıların memleketlerinin kaybettiklerini anlatmaktadır.


Tevfik Efendi Kokonoz’un 19. Sayısındaki başlıksız şiirinde Yunan ağzından1, 2, 4 ve 5. Kıtalarında Yunanlıların korkaklık ve başarısızlıklarını dile getirmektedir.


Bu kıtalarda Yunan askerlerinin kendilerini rezil edip birçoğunun korkudan öldüğü, birçoğunun saklanmak için olduğu yeri eşelediği, Yunan ordularının korkudan dağıldığı, askerlerinin süngülerine mendil takarak Osmanlı askerine yalvardıkları, ellerindeki silahları atıp ağlayarak kaçtıkları, böylece Girit’te yaptıkları vahşetin bedelini ödedikleri ve başlarında kıyametin koptuğu ifade edilir. Bütün bunlar yunan askerinin ne kadar korkak olduğunu gösteren olgulardır.


Şair, Akbaba’nın 1. Sayısındaki başlıksız şiirinin dördüncü kıtasında da Yunan’ın korkaklığından söz edilir ve müslümanlarla harp etmeye kalkışan Yunanlılara yapılan nasihatların kâr etmediği, başlangıçta yiğitlik taslayan askerlerinin sonradan korkuyla kaçtıkları, sanki koleraya yakalanmış gibi yerlere serildikleri söylenir.

3.3.1.5 Osmanlı, Yunanlı ve Batıya Karşı Yöneltilen Eleştiriler:

Ahmed Tevfik Efendi şiirlerinde savaşta kazanılıp sonradan geri verilen yerler ve Osmanlıya verilmesi gereken tazminatla ilgili Osmanlı’ya yönelik eleştirilerini, Yunanistan ve gerekse Avrupa devletlerine karşı yönelttiği eleştirilerini korkusuzca dile getirmiştir.

67
Kokonoz’un 13. Sayısındaki başlıksız şiirin 12-17 kıtalarında Yunan ağzından Avrupa devletleri eleştirmektedir. Şiirde Yunanlılar, gidişatın kötü olduğunu, savaşı kaybederek rezil olduklarını, Avrupalıların sözüne uyarak savaşa girdiklerini ve bundan pişman olduklarını, Girid’i vaad edip sonra buralardan çıkarılıp hücuma uğradıklarını, Osmanlılara karşı savaşa girdiklerini, Avrupa devletlerinin arkasında olduğunu zannetiklerini, şimdi ortada kalıp savaşa girdiklerine pişman olduklarını, Avrupalıların teşvikleriyle savaşa girdiklerini, onlar yüzünden Osmanlı’ya
saldırdıklarını, şimdi de tehlikeye düştüklerinde Avrupalıların bir kenara çekilip seyrettiklerini anlatırlar.


Tevfik Efendi 13. sayısındaki bir başka başlıksız şiirinde de 18. Kıtadan son kıtaya kadar Yunanistan’ı kendi gözünden eleştirir. Yunan’ın yüzünü yerlere sürüp devletlere yalvarmış, mütareke istemiştir. II. Abdülhamid tazminata razı olmamış, aldığı toprakları da geri vermeye yanaşmamıştır. Böylece şehitlerin kanı ve Girit mazlûmlarının öcü alınmıştır. Acımasızca büyük-küçük demeden kadınları çocukları ve Müslümanları katledenleri Yunanlılardan başkası olmadığı açıktır. Bunu unutmak mümkün değildir ve Yunanlıların hem Girit’te hem de bu savaşta yaptıkları büyük bir hadbilmezlik ve cüretkârlıktır. Hem tazminattan hem de alınan yerlerden vazgeçmek mümkün olmayacaktır.


Şair aslında bütün şiirlerindeki eleştirilerinde savaştan önce Avrupalıların Yunanistan’ı Osmanlı’ya karşı kışkırtmasıyla ve savaşın başlangıç sebebi olan Girit’teki Müslümanları katletmesiyle patlak veren Tesalya savaşının öncesini belirtmekte ve savaşın sebebinin de Avrupa devletleri olduğunu anlatarak Batı devletlerini eleştirmektedir.


68
Tevfik Efendi Kokonoz’un 13. sayısındaki başka bir başlıksız şiirinde de Yunan’ı alaylı bir dille eleştirmektedir. Bu şiirde Palikaryalar diye hitap ettiği Yunan askerlerine karşı Osmanlı askerlerinin kahramanlıklarından ve üstünlüklerinden bahseder ve alaylı bir dille eleştirdiği Yunan’a da “Mısır Tavusu” benzetmesini yapar. Otuz gün dolmadan harbi kaybedip bozguna uğradıkları zaman korkularından ne yapacaklarını şaşırdıklarını ve bağırmaya başladıklarını söyler:60


Diken ilişti fistanınıza bağırdınız hemân: “Ebgâse şebto ce afizme” diye ettiniz nidâ Nerde kaldı Pallikaryalık nedir bu el-amân Siz Osmânlıları oyuncak sanırdınız galiba

Yukarıdaki alıntıda Yunan’ın fistanına diken ilişince hemen “Ebgâse şebto ce afizme” (Zehiri çıkar, bırak beni ) diye bağırdıklarını anlatan şair şiirlerinde böyle yer yer Yunanca ifadeler kullanır.


Tevfik Efendi Akbaba gazetesinin 2. Sayısındaki başlıksız şiirinde de Yunan’a taraftarlık eden batılı devletleri alaylı bir dille eleştirmektedir.


Şiirde batılı devletlerin Yunan’a para yardımında bulunması, Yunan’ın da bu paraları mis gibi yiyerek harp başladığında da umduğunu bulamayınca tekrar batılı devletlerden yardım istemesi dile getirilir ve Yunan’a taraftarlık eden batılı devletlere de çatılır. Yunan’ın savaşı kazanacağını zannettiklerini hatta bir çok sümüklünün de harbe kadar gittiğini anlatan şair kiminin hasta, kiminin topal, kiminin öldüğünü, kiminin boyacı çırağı veya kömürcü yamağı olduğunu hepsinin de eşeğe benzediğini anlatır. Şair yine vapurlarla Yunan’a yardım için Avrupa’dan

60 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 13, 14 Mayıs 1313.




69

gelen Yunan taraftarlarını eleştirir. Atina’ya toplanan Yunanlıların başlangıçta nasıl cesur gözüktüklerini, her birinin yüz Türk’ün başını kesme iddiasında
bulunduklarını, ama harbe girince işin değiştiğini, korkudan nereye kaçacaklarını bilemediklerini alaylı bir dille söyler:61


Şarap değildir bu ahmak Çekesin kafaya lak lak Buna muharebe derler Karşına yiğit çıkacak

Bir kurşun gösterir sana Diyemezsin (o banaya) Aksi gelir de ölmezsen Vizilersin ölünce ta


Ahmed Tevfik Efendi, bazı şiirlerinde de Osmanlı’yı eleştirir. Kokonoz’un 15. sayısındaki başlıksız şiirinde savaşta kan dökülerek alınan yerlerin kağıt üzerinde geri verilmesinin kabul edilebilir bir durum olamayacağını, böyle bir manzaranın dünyada hiç emsalinin görülmediğini, böyle bir durum kabul edilirse islâm milletinin dünyayı yıkacağını, bir köşede şehitlerin evlatları, anaları, babaları feryat edip kan ağlarken milletin bu hale sabredemeyeceğini, savaşta nice şehitlerin verilip, hala daha yaralıların kan akıttıklarını, Girit Müslümanlarının hakkının yenemeyeceğini, Tesalya’nın Yunan’a geri verilmesinin mümkün olmayıp bunu kabul edecek olanın vicdan sahibi olmadığını ifade eder. Bu ifadeler aslında Osmanlı idarecilerine yöneltilmiş eleştirilerdir.62


Billâh giderse bu Tesalya elden Dünyayı yıkar millet-i İslâm temelden

61 “Başlıksız Şiir”, Akbaba, S. 2, 15 Ekim 1313.

62 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 15, 11 Hazîrân 1313.




70


Bulmazsın o dem havf edecek kimse ecelden Bir manzara arz eyleyecek ki bize dünya Emsâlini hiç eylememiş kimse temâşâ


Tevfik Efendi, Kokonoz’un 16. Sayısındaki “Tesalya’da yaralanan ve Yıldız Hastahanesinde yatmakta bulunan eli kalem tutar bir asker lisanından” başlıklı şiirinde bir askerin ağzından padişahı eleştirmektedir. Bir asker ağzından yazılan bu şiirde padişaha seslenen asker şunları söyler: O millet için yola çıkmış bir askerdir ve canını fedaya hazırdır. Allah’ın emriyle ailesi onu bu vatan ve millet için yetiştirmiştir. Aslında her Osmanlı bunu yapmakta ve gerektiğinde vatan için gazi olmakta ve şehit düşmektedir. Kendisi de bu savaşa girmiş ve yaralanıp gazi olmuştur. Bunları söyleyen asker padişaha seslenir ve bu amaçla harbe giden askerlerin Teselya’nın Yunan’a verilmesine asla razı olamayacaklarını, canlarını bu amaç için feda ettiklerini söyler.


Yine aynı şiirde milletin Tesalya kıtasını terk etmek istemediği, fakat elinden gelen bir şey olmadığı, bu konuda kimsenin bir kelime dahi edemediği, bir takım cellad tabiatlı kişilerin bu konuda kimseye ağız açtırmadıkları ifade edilir.


Tazminattan ve Tesalya’dan vazgeçilmemesini isteyen asker milletin her zaman padişah fermanına nazır olduğunu ve padişahın bu yolda geri adım atmayarak ısrarında sabit olmasını ister:63


Akcesinden geçme tazminatın iste bi’t-temâm Girmesin şem-i şehen-şahanene öyle kelâm İltifât etme cihân bu yolda eylerse kıyâm Milletin ister kazandırsın sana bir şanlı nâm


63 “Tesalya’da yaralanan ve Yıldız Hastahanesinde yatmakta bulunan eli kalem tutar bir asker lisanından”, Kokonoz, S. 16, 25 Haziran 1313.

71
Sâbit ol ısrarına ver kuvvet ile ihtimâm Muntazırdır her zaman fermanına millet senin Himmet-i Şahanenin muhtacıdır devlet senin


Tevfik Efendi Akbaba’nın 18.sayısındaki şiirinde de Osmanlı devletini baskıcı yönetimi yüzünden açıkça eleştirmektedir. Şiirde asker bu kadar şehit vermişken Tesalya’nın verilişi eleştirilir ve Allahın buna razı olmadığı, bu kadar halkın ezildiği, özgürlüğü kısıtlayan bu yönetimin milleti esir haline getirdiği, hürriyetten söz edilemediği, milletin eziyet ateşiyle yandığı, fakat bunların yönetim tarafından kulak ardı edildiği, doğru söz söylemenin yasak olduğu, fakat padişahın ne yaparsa yapsın doğrunun ışığını asla kapatamayacağı ifade edilir. İsitanbul’a ayak basan her kişinin ilkin haksızlık ve rüşvetle karşılaştığı, rüşvet vermeyenlerinin sonunun da ya sürgün ya hapis olduğu ifade edilerek İstibdad idaresine açık eleştiliriler yöneltilir:64


Ayağın bastı mı İstanbul’a bak Sarar etrafını yüz bin alçak Artık işkencenin envâını gör
Ya nefydir sonu ya durma dayak

Var ise bir iki yüz altının Ağzına atmak için mel‘ûnun Yakayı belki halâs eylersin Yoksa Azrâil olur makrûnun


3.3.2 Şekil:

Ahmed Tevfik Efendi, şiirlerinde şekil bakımından daha çok eski edebiyatın nazım şekillerini tercih etmekle birlikte yeni edebiyatın da etkisinde kalmıştır. Tevfik Efendi’nin incelediğimiz şiirlerinde daha çok müseddes nazım şeklini tercih ettiğini, ancak bununla birlikte murabba, muhammes, müsemmen ve kıt’a nazım şekillerinde




64 “Başlıksız Şiir”, Akbaba, S. 18, 10 Haziran 1314.

72


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:13

de yazdığını görüyoruz. Aşağıda müseddes ve müsemmen şeklinde yazdığı iki kıta örnek olarak verilmiştir.


Osmânlılarız askerimiz şîr-i jiyândır Şemşîr-i celâdetlerinin her biri kandır Savletleri ammâ ki adûya ne yamandır Ölmek bize meydân-ı vegada ulu şândır Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiz65


Ne zırhlı tepe kaldı ne dağ kaldı ne sahra Hep darmadağın oldu bütün arz-ı Tesalya Asker dayanır mı bu kadar kuvvete âyâ Bildim ki ölüm korkusu bunlarda yok asla İnsan değil arslan demeli bunlara zira
Bir darbesi eyler nice insanları imha Osmanlı ile harp edenin hali yamandır İsbatına şahid üç ay evvelki zamandır.66

Kokonoz’un 12. Sayısında yayımlanan “Kokonoz’un Askere Hitabı” başlıklı şiir de Namık Kemal’in “Vatan Şarkısı” adlı şiirindeki gibi muhammes şeklinde yazılmıştır.
A‘dâ ile geldikde hemen sîne-be-sîne Osmânlılığı bildiriniz düşmen-i dîne Ordûlarını hep geçirin zîr-i zemîne
Bir harb ediniz ki bütün a‘dâ telef olsun Meydân-ı vega lâşe-i murdâr ile dolsun67

Şiirlerin çoğu aruz vezniyle ve aruzun kısa kalıplarıyla yazılmıştır: Bununla birlikte birkaç şiirinde de, aşağıdaki örnekte olduğu gibi hece veznini tercih etmiştir.


İşte geldiler kaçanlar Giderken çalım satanlar Yüz Türk başı kesecekti Nerededir o kahramanlar68


65 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 11 , 16 Nîsân 1313.

66 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 19, 06 Ağustos 1313.
67 “Kokonoz’un Askere Hitabı”, Kokonoz, S. 12, 30 Nisân 1313.

68 “Başlıksız Şiir”, Akbaba, S. 2, 15 Ekim 1313.


73


Yukarıdaki şiir 8’li hece ölçüsü ile yazılmıştır.

Kafiye düzenine baktığımız zaman Tevfik Efendi’nin bu şiirlerde daha çok tam kafiye ve zengin kafiye kullandığını görmekteyiz. Kafiye olan sözcüklerin daha çok Türkçe kelimelerden ve isimlerden oluştuğu dikkati çekmektedir:


Vakta ki çıktılar yola Verdiler hepsi kol kola Elde Yunan bayrakları Şer atarak sağa sola69

Kandırdı bizi İngilizin verdiği gayret Bir yandan İtalyanlar ederlerdi sahabet Gittik Girit’e eyledik icrâ nice vahşet Buldu bizi mazlûmların âhı nihayet Dünyada iken başımıza koptu kıyamet Artık kime kimden edelim arz-ı şikâyet
Hep çektiğimiz ettiğimiz zulme bedeldir Yok şüphe buna çünkü mücâzât-ı ‘ameldir70





3.3.3 Üslûp ve Anlatım Yolları

Hiciv tarzında veya ciddi bir havada yazdığı birçok şiiri olan Tevfik Efendi’nin incelediğimiz şiirlerinde kelime kadrosu bakımından daha çok açık ve anlaşılır ve kısa cümleli bir dil kullandığını söyleyebiliriz. Şair gerek şiirlerinde gerek yazılarında bu bağlamda halk deyimlerine ve atasözlerine sık sık yer verir.


Bu yazı ve şiirlerde bazı Yunanca kelime ve cümleler de zaman zaman karşımıza çıkar. Mesela bir şiirde Yunan devletini eleştirirken şair şunları söyler:71


69 “Başlıksız Şiir”, Akbaba, S. 2, 15 Ekim 1313.

70 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 19, 06 Ağustos 1313.
71 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 13,14 Mayıs 1313.


74



Diken ilişti fistanınıza bağırdınız hemân: “Ebgâse şebto ce afizme” diye ettiniz nidâ Nerde kaldı Palikaryalık nedir bu el-amân Siz Osmânlıları oyuncak sanırdınız galiba


Yine savaşla ilgili bir yazısında “Leymosun” ve “Gavvole Gagon” sözcüklerinin kullanıldığını görürüz. Özellikle Kıbrıs’daki yaşlı kesim, bu iki kelimeyi de günümüzde kullanmaktadır.


Bu yazılarda Kıbrıs ağzında sık görülen soru eki söylenmeyen soru cümlelerine de rastlarız. Mesela bir yazıda geçen “Nereye gideyim, nereye gideyim, Hasan Ağanın bahçesine?”72 cümlesi bunun bir örneğidir.


Ahmet Tevfik Efendi’nin şiirleri genellikle bir hitap üslûbuna sahiptir. Bunun sebebi yazarın sık sık Osmanlı askerlerine, Yunan kuvvetlerine ve bazı şahsiyetlere hitaben yazması ve onlara bazı şeyler söylemek istemesidir;73
Her savletiniz inletiyor rûy-i zemîni Nîm dehşetiniz titretiyor düşmen-i dîni
Seyr etmek için gökde melekler size nâzır Allah da sevk eyledi Cebrîl-i Emîni




Tevfik Efendi yazılarında taklidi üslûba da yer verir. Bu üslûp komik bir durum yaratır. Bunun bir örneğini “Bir Yunanlı ile Yahudi Beyninde” başlıklı yazıda görürüz. Burada bir Yahudi, kendilerini normal zamanlarda aşağılayan Rumlarla







72 “Ciddi Muhavere”, Kokonoz, S. 12, 30 Nisan 1313.
73 “Başlıksız Şiir”, Kokonoz, S. 14, 28 Mayıs 1313.

75


Osmanlı karşısında yenilmeleri dolayısıyla alaylı bir şekilde konuşur, adeta onlardan kendine yapılanların öcünü alır;74
- Açlıktan kaç yişi öteyi dünyaya yitti? Ostaforondo(?) nazar değmesin dostum. İnşallah ölünceye kadar utanmazsınız. Eyi yuz eyi yuz. Bu yuza her adam malik olamaz. Maşallah haydi, haydi sat çalımını, utanma! Muharebeden yeldin, görsünler seni. Şükür Allah’a karnın doydu, ölümden kurtuldun. Nasıl kaçtığını yimse yörmedi. Ne söylersen seninkiler dinler, ama Müslümanlara söyleme! Haydi uğurlar olsun, çek arabanı!

Hiciv ve mizahta usta olan Tevfik Efendi’nin hiciv tarzında yazmış olduğu şiirlerinde hiciv yolu, en çok Yunan’ı veya batılı devletleri eleştirirken takip edilmiştir. Bu şiirlerde gerek Osmanlı askerlerinin kahramanlıklarından bahsederken düşmana atıfta bulunarak gerekse Yunan ağzından veya başka kişilerin ağzından konuşarak düşmanın korkaklığı, savaştan kaçışı gibi durumlar alaylı bir dille ifade edilmiştir;75


Şarap değildir bu ahmak Çekesin kafaya lak lak Buna muharebe derler Karşına yiğit çıkacak

Ahmed Tevfik Efendi, yayımlamış olduğu mizah gazeteleri Kokonoz ve Akbaba’da

Tesalya savaşıyla ilgili bir çok yazı kaleme alarak halkı olaylardan haberdar etmiştir.

Savaşla ilgili yazılan ve çoğunlukla “Ciddi Muhavere” genel başlığıyla çıkan bu

yazılar, iki kişinin sohbet havasındaki konuşmalarını içerir ve bu konuşmalar bize

adeta geleneksel Türk tiyatrosunun iki önemli tipi olan Hacivat ve Karagöz’ü

hatırlatır. Bu özellik bizim eski mizah gazetelerimizde de sıkça görülür. Bu

konuşmalarda konuşan kişilerden Ahmed Tevfik Efendi’yi temsil eden ve “Kokonoz”

adıyla ifade edilen kişi; bilgili, esprili ve hiciv gücü yüksek birisidir. Diğeri ise biraz

saf, biraz cahil, ama meraklı bir adamdır ve Kokonoz’a sürekli olarak savaşla ilgili

74 “Yunan Muharebesinden Gelmiş Biriyle Bir Yahudi Beyninde Mükâleme”, Akbaba, S. 2, 15 Ekim 1313.

75 “Başlıksız Şiir”, Akbaba, S. 2, 15 Ekim 1313.




76
haber ve telgrafları sorar, Kokonoz’u bu konularda konuşmaya ve olayları yorumlamaya zorlar. Kokonoz bu yorumları yaparken zaman zaman muhatabının saflığına kızarak onu azarlar, hatta sert sözler sarfeder. Bu konuşmalar sade ve esprili bir dille devam edip gider. Hemen hemen her sayısında bu yöntemi kullanan Tevfik Efendi, esas konuya geçmeden arkadaşıyla konuşmakta ve birçok zaman onu azarlamaktadır.
-Kokonoz! Ne var ne yok.
-Sen otuz iki mahalleyi bir saatte dolaşırsın gitmediğin yer kalmaz. Yine gelir
ne var ne yok benden sorarsın.
- A birader ben ne kadar dolaşsam işittiğim havadislere sen yine sahihtir
demeyince itimat etmem. Onun için her vakit seni taciz ederim.
-Doğrudur, kafan kalın olduğunu bilirim. Bir sözü beynine geçirmek için yarım gün vakit lâzım. Her geldiğinde de güneşle beraber damlarsın. Acaba Kokonoz Efendi kahvesini içti mi, keyfini çattı mı demezsin, eşek ahıra girer gibi selamsız sabahsız içeriye dalarsın.
-Kokonoz, sabahtan bu tekdir oldu mu ya.
-Hayır! tekdir değil, adeta doğru bir söz! Daima geldiğinde bu kadar erken gelme. İçeriye girdiğinde selamı unutma anladın mı?76


Görüldüğü gibi Hacivat’a benzer bir pozisyon alan Tevfik Efendi, arkadaşını da Karagöz’e benzetmektedir.


Tevfik Efendi bazı yazılarında olayları aktarırken yazıyı ilgi çekici kılmak için konuşma aralarında bazı fıkralar da anlatır. Bu fıkralar komik fıkralardır ve okurda bir gülünçlük etkisi yaparlar. Bir yazıda Yunanlılarla sulh görüşmeleri ve yalan haberler hakkında konuşulurken Nasrettin Hoca’dan şu fıkra nakledilir:77
Nasreddin Efendinin bir merkebi varmış, birisi gelmiş kira ile istemiş, hoca “Eşek evde yok” demiş. Lâkin o sırada içerde eşek anırmaya, bağırmaya başlayınca gelen adam “Hoca işte eşek içerde” demesi üzerine hocanın canı sıkılarak “Be adam benim sözüme kulak vermezsin de eşeğin anırdığına mı kulak verirsin” demiş.


76 “Ciddi Muhavere”, Kokonoz, S. 11, 16 Nîsân 1313.

77 “Muhavere”, Akbaba, S. 16, 13 Mayıs 1314.


77


Yunanlıların savaş öncesinde kahramanlık taslamaları ve övünmelerinin

gülünçlüğünü anlatırken de Kokonoz, Kıbrıs”ta bir zamanlar olmuş olan komik bir kavgayı anlatır:78
Çünkü Yunan kıtasının dörtten vurup ( rubu ) eksiğini zabt etmiş olan Osmanlılardır. Sen daha çocuksun, bir vakit burada bir kaçkın Arap vardı. Her nasılsa bu Arabı bir gece Cami-i Cedid kabristanı içerisinde birisi yakalamış. Halbuki Arap gayet cesur ve kuvvetli olduğundan kendisini yakalamak isteyen adamı tuttuğu gibi yere çarparak dövmeye başlamış. Dayağı yemekte olan adam dövüldüğünü bildirmemek ve fakat bu vesileyle Arabın elinden kurtulmak üzere feryada koyulmuş. Bu feryadında adamcağız ne diyordu bilir misin “Ümmet-i Muhammed! Geliniz Arabı kurtarınız da, geberteceğim ha!” Herifin bu hali Arabın hoşuna giderek bırakıp savışmış. İşte bu yadigarlar da o cinsten. Sopa başlarına indikce “Aman başım” yerine “Kanlarını akıttım ya!” demekten başka bir şey bilmezler.


Sonuç olarak Tevfik Efendi’nin yukarıdan beri incelediğimiz şiirlerine baktığımız zaman Tesalya savaşıyla yakından ilgilenen Ahmed Tevfik Efendi’nin Kokonoz ve Akbaba gazeteleri aracılığıyla savaşın gidişatı, Osmanlı askerlerinin kahramanlıkları ve Osmanlı devletinin büyüklüğü, buna zıt olarak da Yunan’ın başarısızlığı ve korkaklığından vatansever bir tutumla söz ettiğini söyleyebiliriz. O, Osmanlı devletinin yönetimine karşı eleştirel bir tavır takınır. Padişahı bile eleştirir. Tabii Yunanlıları ve onlara yardımcı olan batının büyük devletlerini daha sert şekilde eleştirir ve bunun için de çok sade ve akıcı bir dil kullanır. Öte yandan bazı makalelerinde de Osmanlıların bütün inceliklerini taşıyan bir dil kullanmıştır. Bu onun Osmanlı edebiyat ve kitabet dilini iyi bildiğini göstermektedir.












78 “Ciddi Muhavere”, Kokonoz, S.12, 30 Nisân 1313.




78

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:18

4 SONUÇ






Ahmed Tevfik Efendi, Kıbrıs Türklerinin gerçek anlamda ilk gazetecisi olarak kabul edilmektedir. Kıbrıs’daki gazetecilik hayatına ilk olarak Zaman gazetesinin sahibi Hacı Derviş Tüccarbaşı’nın yanında çalışarak başlamıştır. Ancak Jöntürklüğe taraftar olması ve Jöntürklerle münasebeti yüzünden bu gazeteden ayrılmak zorunda kalmıştır. Üç yıl kadar Zaman’da çalışan Tevfik Efendi, 1896 yılında kendi adı altında çıkardığı aynı zamanda ilk mizah gazetesi olan Kokonoz’u yayımlamaya başlamıştır. Daha sonra sırasıyla Akbaba, Mirat-ı Zaman ve Kokonoz’un ikinci devresi olmak üzere yaklaşık 14 yıl çeşitli zorluklara göğüs gererek Kıbrıs Türk basınına emek vermiştir. Tevfik Efendi, mizah yönünden oldukça kuvvetli bir yazar olduğunu bu gazetedeki yazı ve şiirleriyle ispat etmiştir.


Yayımlamış olduğu Kokonoz (1896) ve Akbaba (1897) gazeteleri 1897 yılında

cereyan eden Türk-Yunan savaşına tesadüf etmiş ve yazar bu savaşı gazetelerinde çeşitli yazı ve şiirleriyle anlatmış ve yorumlamıştır. Dönemin Padişahı II. Abdülhamid’in uyguladığı istibdad rejimi ile Türkiye’de birçok aydın yazar sansür nedeniyle dilediği gibi yazamazken Tevfik Efendi, Kıbrıs’ın İngiliz idaresinde bulunmasından dolayı savaşla ilgili meseleler hakkında daha rahat yazabilme imkânı bulabilmişti. Osmanlı Devleti’nin yönetimi ve padişahı eleştiren birçok yazı ve şiirinden dolayı Kokonoz’un Türkiye’ye girişi yasaklanmış, ancak kısa bir süre sonra kaldığı yerden Akbaba gazetesi ile devam ederek savaşla ilgili yazı ve şiirlerinde


79


eleştirilerine devam etmiştir. Devlet aleyhine yapmış olduğu eleştirileri yüzünden Akbaba gazetesi de istibdadın kurbanı olmuş ve onun da Türkiye’ye girişi yasaklanmıştı.


Ahmed Tevfik Efendi bu savaşa ve savaş sonundaki barış görüşmelerine, antlaşma şartlarına gazetede “Ciddi Muhavere” başlığıyla yazdığı birçok yazısında ve diğer makalelerinde yer vermiştir. Ele aldığı konular arasında savaş cephesindeki olaylar, Osmanlı-Yunan halkının savaşla ilgili tutumları, antlaşma meselesinde Osmanlı ve Yunanlıların tutumu, diğer Batılı devletlerin izledikleri politikalar, padişah ve çevresindeki kişilerin yanlış tutumları ve zalimlikleri ön planda gelmektedir.


Devlet ve millet karşısında çok hassas olan ve Kıbrıs’ın geleceği ile Osmanlı’nın geleceği konusundaki özdeşliği çok iyi kavrayan Ahmed Tevfik Efendi, savaş ve antlaşma şartları ile ilgili görüşlerini büyük bir vatanperverlik ve samimiyet içinde dile getirmiştir. Savaş meselesini ele alırken genel olarak Osmanlının büyük bir zafer kazandığını sık sıkvurgulamış, ayrıca Yunanlıların cesaret taslamalarına rağmen savaştan kaçtıkları ve hiç bir cesaret belirtisi göstermedikleri, bütün bunlara rağmen yenilgilerini görmezlikten geldikleri, bunun onların utanmaz ve yalancı bir millet haline getirdiği gibi fikirler de sık sık işlenmiştir. Bu antlaşma konusunda Yunanlıların her konuda sırtlarını dayadığı büyük devletlerin, özellikle Rusya’nın Osmanlı aleyhindeki tutum ve gayretlerine de yazılarında üzüntüyle sık sık yer vermiştir.


Aynı temalar Ahmed Tevfik Efendi’nin şiirlerinde de sık sık karşımıza çıkan temalardır. Bu temalar şiirlerde daha duygulu ve heyecanlı bir dille verilmiş, yazar


80


böylelikle şiirlerinde Kıbrıs’ta Rumlar karşısında Müslüman Türk halkının duygularına adeta tercüman olmuş ve şiirlerini de bu bilinçle yazmıştır. Dolayısıyla bu şiirler,aktüel bir konuda ve açık seçik bir dille yazılan şiirler olmuş, bunlarda estetik yön biraz geri planda kalmıştır. Bu şiirlerde dikkati çeken bir özellik de Ahmed Tevfik Efendi’nin şiirde Namık Kemal’in yolunu takip etmiş olmasıdır.


Sonuç olarak gerek çıkardığı gazetelerdeki makale ve şiirleri gerekse yayımladığı kitaplarla Ahmed Tevfik Efendi, Kıbrıs Türk edebiyatının çok önemli bir temsilcisi olarak sayılması gereken bir isimdir. Özellikle savaşla ilgili diyalog, makale ve şiirler o devirde bizim insanımızın bu konuyu nasıl gördüğünü ortaya koyan bir belge değerinde görülebilir.


81


KAYNAKÇA






Akyüz, Kenan. Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1970. Atun, Suna. Kıbrıs Türk Hiciv Şiiri Antolojisi, Lefkoşa, 2005.

An, Ahmet. Kıbrıs Türk Toplumunda İlk Kulüpler, www.youblisher.com /files/publications/1/4740/pdf.pdf.,03/03/2012.


Dağlı, Yücel-Pehlivanlı, Hamit. Takvîmü’s-Sinîn, Ankara 1993.




Demiryürek, Mehmet. Kıbrıs Türk Basını ve Türkiye Hükümetleri 1 , Osmanlı Dönemi , 1878-1910 , dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/801/10223.pdf, 04/03/2012.


Duman, Harun-Güreşir, Salih. Yeni Türk Edebiyatı’nın Kaynakları Savaş ve Edebiyat (1828-1911),turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20EDEBIYATI/haluk_duman_..., 2009, 07/05/2012.


Fedai, Harid. Kıbrıs Türk Kültürü Makaleler-1, Lefkoşa, 2005.




Fedai, Harid. Kıbrıs Türk Kültürü Bildiriler-1, Ankara, 2002.




Hasırcı, Metin. Büyük Osmanlı Tarihi 6, İstanbul, 2003.





82



Hülagü, Metin. 1897 Türk-Yunan Harbine Kadar Osmanlı İdaresinde Girit, www.metinhulagu.com/images/dosyalar/201 ... 5455_0.pdf, 07/05/2012.


Hülagü, Metin. Sultan 2.Abdülhamid Dönemi Osmanlı Donanması Hakkında Bir Değerlendirme 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı Örneği, www.metinhulagu.com/images/dosyalar/201 ... 1849_0.pdf
07/05/2012.





http://www.isvic.com/Isvic_Sozluk.asp?t ... 1838-1910- +ve+Kokonoz&x=51,50,53,50 ,17/06/2012.


Kaplan, Mehmet. Şiir Tahlilleri 1 Tanzimat’tan Cumhuriyete, İstanbul, 2000.






Karal, Enver Ziya. Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (1876-1907), 8. Cilt, Ankara, 1995.


Oğuz, Gülser. Osmanlı Gazetesinin (1897-1904) Girit İsyanlarına Bakışı, kefad.ahievran.edu.tr/archieve/pdfler/.../JKEF_7_2_2006_89_111.p…, 2006, 08/05/2012.


Ölmez, Adem. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşında Epir Cephesinin Savaşın Sonucuna Etkileri, www.e-sarkiyat.com/makaleler/ademolmez.pdf., Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2009, 09/05/2012.

83


Pakalın, Mehmet. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü 2, İstanbul, 1993. Toprak, Serap. Megali İdeaya Bir Örnek: Girit, www.itobiad.com/upload/ File/makale/1333106390.pdf, 08/05/2012.


5
84


6


METİNLER






Diyalog, Makale, Haber Ve Şiirlerin Metinleri




I. Diyalog ve Makaleler




1) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz! Ne var ne yok?

- Sen otuz iki mahalleyi bir saatte dolaşırsın, gitmediğin yer kalmaz. Yine gelir, “ne

var ne yok” benden sorarsın.

- A birader ben ne kadar dolaşsam işittiğim havadislere sen yine “Sahihtir”

demeyince itimat etmem. Onun için her vakit seni taciz ederim.

- Doğrudur, kafan kalın olduğunu bilirim. Bir sözü beynine geçirmek için yarım gün vakit lâzım. Her geldiğinde de güneşle beraber damlarsın. “Acaba Kokonoz Efendi kahvesini içti mi, keyfini çattı mı” demezsin, eşek ahıra girer gibi selamsız sabahsız içeriye dalarsın.
- Kokonoz, sabahtan bu tekdir oldu mu ya.

- Hayır! tekdir değil, adeta doğru bir söz daima geldiğinde bu kadar erken gelme.

İçeriye girdiğinde selamı unutma anladın mı?

- Anladım pekâla şimdi söyle bakalım ne var ne yok? - Sen ne işittin bakalım?


85


- Benim işittiğim nîsânın yirmi beşinci Pazar günü akşamı alâfranga sâat sekizde Rumlara bir telgraf gelmiş, Asâkir-i Şâhânenin pek büyük muzafferiyyetlere mazhar oldukları beyân olunuyormuş.
- O telgrafın bir sûretini o akşâm bana getirdiler. - Aman “Kokonoz” yanınızda mıdır?
- Evet işte şurada duruyor.

- Lütfen okur musunuz?

- Okuyayım, dinle: “Madi ovasında gayet kanlı ve imtidâdlı bir muhârebe neticesinde Yenişehir Osmanlılar tarafından zabt edildi. Yunanîler 3000 telefet verdiler. Preveze’ye top atan zırhlılardan “İpsara” nâm Yûnân zırhlısı kaleden atılan toplar üzerine fenâ hâlde rahne-dâr olarak kendini karaya atmıştır.” İşte telgraf bu.
- Ey bu telgrafa ne diyeceksin?

- Bu telgraf Hristiyanlara gelmiştir. Lâkin tab ve neşretmek işlerine gelmediğinden müebbeden kürek cezasına mahkum olmuştur. Sıhhatine kimsenin bir diyeceği yoktur. Zira Mısır’da neşr olunan Fransız gazetelerinden “Eigyptienne” nam gazetede dahi neşredilen telgraflar da Osmanlı kahramanlarının muzafferiyetlerine dair pek çok havadisler olduğu gibi İngilizce gelen bir telgraf da bunları teyit etmektedir.
- Demek oluyor ki; Preveze istihkâmından atılan toplar Yunan’ın bir de zırhlı

gemisini batırmıştır. Bu pek büyük muzafferiyettir. Değil mi Kokonoz?

- Şüphe ne! Daha karaya düştüğü beyan olunan zırhlının nasıl bir dehşetli zırhlı

olduğunu bilsen kıvıra kıvıra oynarsın.

- Aman birader. Şunu biraz tarif et bakayım keyfim katmerlensin.

- Lâkin şekeri sana ait olmak üzere katmerlenecek keyfinden biraz da bana vereceksin?


86
- Canım işini yine tuhaflığa dökme şu gemiyi vasfet.

- Efendim bu kimi bahriyye mekteplerimizde tedris eden talebemize numune olarak gösterilen Yunan’ın kredi ile yaptırıp hala Osmanlı tediye edemediği en cesim, en kavî, en metin, en dehşetli bir zırhlısıdır ki bunun bu suretle mahvı Yunan’ın kolunu kanadını kırmıştır.
- Acaba kralın bundan haberi var mıdır?

- Tabii böyle kuvve-i bahriyenin kısım azami mahvolur da kral haber almaz olur mu? - Üç bin kişi de telefet vermişler. Zannederim telgrafname öyle diyor.
- Evet! Lâkin öyle bir hücumda, öyle bir kanlı muharebede üç bin telefet verdiklerine ben o kadar inanamıyorum.
- Demek mübalağa mı edilmiş diyeceksin?

- Hayır daha ziyade olmak lâzım gelir. Bu telgrafname telefatı tahmin üzerine yazmıştır. Harp hitam bulup da leşler bir , iki, üç diye sayılmaya başladığı zaman işin aslı meydana çıkarak üç bin tahmin olunan telefetin bir de bakarsın ki adeti dört bine çıkar.
- Pek dur-endişsin “Kokonoz” birader.

- Bunun da ihtimali vardır.

- Şüphesiz! Çünkü telefeti tahmin eden adam iş’ar-ı tahmini değil a! Gazete muhabiridir canı isterse altı binden tutturur, istemezse üç binden, iki binden tahmin eder.
- Lâkin Kokonoz! Bundan evvel gelen telgrafnameler bizi ne kadar dilhun etmiş idi. - Evvelki gelenleri şöyle dursun, hala daha iki gün evvel gelen şirket telgrafını
görmediğimi biçareler hayallerine o kadar vüs’at vermişler ki; Yanya’nın yakında

Yunan tarafından taht-ı muhasaraya alınacağını söylemeye kadar cesaret etmişlerdi. - Demek o telgraf şirketler tarafından o suretle ifrağ olunmuş birşey idi.


87
- Bunda şüphe edilecek mahal var mı? Herifler marazından, kederinden çatlayacak değiller a! Baktılar gördüler her telgraf Yunan alehine bu da çekilir belalardan değil çünkü zehirleniyorlar. Ne yapsınlar, bizim galibiyetimizi kendilerine kendilerin mağlubiyetini de bize atfederek bir telgrafname düzüp keşide ediyorlar.
- İstanbul’dan nisanın yirmi dördü tarihiyle varid olan bir telgrafnamede diyor ki: “Gazi Osman Paşa orduy-ı humayuna müfettişlikle hareket etti. Yenişehir ovasına hakim son istihkâm olan ( Kernebri) şiddetle tahrip olunuyor Asakir-i Osmaniye mütevelliyen muzafferdir. Yunanlılar toplarını geri çektiler.” Preveze’de Yunanlılar makhurdur bu telgrafnamelerin sıhhatine ne diyeceksin?
- Gazi Osman Paşa’nın orduy-ı humayun kumandanlığına tayin buyurulduğu şirket telgrafnamelerinden birisinde muharrerdir müşarünileyhin hududa müteveccihen hareket ettiği de mezkûr telgrafın cümle-i havadisinden bulunmuştur.
- Nisan’ın yirmi altıncı günü tarihiyle dersadetten varidolan bir telgrafname dahi muzafferiyetimizi mealen ve diğer telgrafnameleri m…. bulunuyormuş diyorlar.
- Evet işte onun da bir suretini şimdi getirdiler. - Rica ederim lütfen onu da okuyunuz.
- Ey ama artık fazla gittin biraz da ihtiyarlığıma hürmet et de beni o kadar yorma al vereyim de sen okuyuver.
- Ettiğim ricaya karşı beni red etmek muvaffak-ı insaniyet değildir. Ben senin gibi

okuyamam, okusam da zihnim kabadır anlayamam.

- Hey kalın kafalı herif hey be. Gebavetin bu derecesini de görmedim.

- Ey ne yapayım Allah vergisi itiraz edebilir misin?

- Kaç aydır huzuruma gelip gidiyorsun zerre kadar istifâde edemedin.

- Buna mı tan ediyorsun bilmiyor musun ki senelerce birlikte bulundukların benim kadar da istifade etmeyerek ( eski hamam eski tas ) kalmışlardır.


88

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:23

- Ne hal ise sadetten çıkmayalım ne yapacaktık. Ha! Telgrafnameyi okuyacakdık değil mi?
- Evet! Bunun için kocaman bir de rica etmiş idim.

- Pekala dinle dersadet fi 26 Nisan 97 saat 9 dakika 30 kablez-zevâl vaki olan son muharebelerde dahi asakir-i şahane galip gelerek ( Yenişehir )’ i zabt etmiştir. Yanya’ya doğru yürümekte olan Yunanlılar telefet azimeye duçar olarak ricat etmişlerdi. Anladın mı işte bu da ötekilerin muhtasaran aynı demektir.
- Demek bu halde Yenişehir’i Osmanlılar elde ederek ileriye doğru pây endâz

muhabbet ve şecâat oluyorlar.

- Yenişehir’in içinde yuva yapmak için girmediler a elbette ileriye doğru

yürüyecekler.

- Öyle ise Yenişehir’e kadar olan mevk-i mühime ve bilât müteaddide bugün

Osmanlıların dest-i teshirinde bulunuyorlar.

- Artık orasını da sormak abes değil midir? Yenişehir’e geldikten sonra askerin

geçtiği yerler düşman elinde mi kalır?

- Nerede ise donanma-yı hümayunda oralara vasıl olmuştur. Zira boğazdan geçeli

epeyce zaman olmuş.

- Tabidir ki donanmay-ı hümayunun en kuvvetli kısmı “Selanik” cihetine gidecektir ve alınan malumata göre de gitmişlerdir bir rivayete nazaran galiba iki kıtası da Girit sularına azimet etmişler elbette bir iki kıtası da “Preveze” cihetlerine hareket etmişlerdir, zira telgrafnamelerin birisinde “ Osmanlı donanmasıyla Yunan donanmasının yekdiğerine tesadüf edeceği muhakkaktır” denilmiştir.
- Donanmay-ı humayunda yetişecek olursa o zaman iş başka bir suret gasp eder ki o da Yunan gemilerinin “Preveze” kalesini top kulelerine hedef edememelerinden naşi Pire’ye doğru yol almalarından ibarettir.


89


- Yunan donanması “Preveze” kalesinden atılan toplara mukavemet edemediği halde istihkâma bir de müteharrik kale inzimâm edecek olursa artık sefain-i harbiye-i Yunaniye’nin lâlettayin alabildiklerine gideceklerine şüphe mi vardır? Zira bir istihkâma karşı mukavemet ve müdafadan aciz kalan bir gemi bir de koca donanmaya mukabelede bulunamayarak kendisini muhafaza edecek cihet hangisi ise oraya sığınmaya ve beceremediği halde o güne küçük(?) tahrik çarhı firara müsâraat eylemeye mecbur olacağını bedîhîdir.
- Binaenaleyh şimdiye kadar vârid olan gerek resmi ve gerek gayrı resmi telgrafnameler bihamdillahi teâlâ asâkir-i Osmaniye’nin muzafferiyatı mütemadiyelerini göstermekte olduğundan yine inâyet-i rabbaniye muinimiz olarak çok sürmez hitâm-ı muzafferiyetimize dair telgrafnamelerin vürûduna ümid-varız.
( Kokonoz, S.11, 16 Nîsân 1313)




2) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz birbirini müteakib aldığımız telgrafnameler vücudumuza hayat-ı

taze verdi değil mi?

- Canım nasıl akılsız adamsın be? Yunan gibi bir avuç şeye de artık ehemmiyet verilecek olursa Osmanlılığın hâl u şanı nerede kalır? Sen zahir Osmanlıları oyuncak zannediyorsun da Yunan’a ehemmiyet veriyorsun.

- Ben Osmanlı evladı Osmanlıyım. Lâkin “Sinek de murdar değil ama mide bulandırır.” Darb-ı meseli hükmünce Hristiyanlara gelen telgraflar zannederim senin de mideni bulandırmamış değil idi.
- Benim mi? Asla! Ben Avrupa düvel-i muazzamasının on iki gün sonra Osmanlıların Atina’ya payendaz mehabet olacaklarını dair verdikleri kararı işittiğim günden beri Yunaniler her ne yaptı deseler yüreğim bile debrenmezdi. Sen buradaki

90


Yunan müddeilerinin ağız patırtılarına kulak mı asarsın? Bunlar makinelidirler hem öyle makine ki azıcık bir rüzgâr esmiş olsa o saat dönerler. Bugün Yunan taraftarı görünen vatan yadigârları bir saat zarfında bukalemun gibi bin renge girerler.
- Geçen gün gelen telgrafları okudunuz zannederim, değil mi Kokonoz? - Hangilerini?
- Haniya şu (Farsala) nın Osmânlılar tarafından zabt ve teshîrine dâir bir günde beş

telgraf gelmiş idi, işte onları.

- Tabîî, ahbâblar eksik olmasın, hepsini de getirdiler. - Ey, nasıl beğendin mi?
- Beğenilmeyecek şeyler midir?

- Benim en ziyâde zevkime giden resmî telgrafdaki Yûnân askerinin takibi ile Prens

Jörj Cenâblarının askeriyle kaçmaları fıkrasıdır.

- Ha, gördün mü jimnastiğin ne kadar faydası var. Herîfler o sâyede martin kurşunlarından
canlarını kurtarmışlardır.

- Artık kim bilir, nasıl kaçıyorlardı.

- Amân birâder, gizli olarak birinden aldığım hudûd malûmâtına nazaran herîfler martini
arkalarında hissetdikce öyle kaçarlarmış ki arkalarından kurşun yetişmezmiş. O sûretle firârlarını hayâlimde tecessüm ettirdikce gülmekten bayılacağım geliyor. Kim bilir, palikaryalar kuyrukları dikerek sinek tutmuş sığır gibi alabildiklerine nasıl gidiyorlardı. Hele ayağı taşa çarparak yüzü-üzeri kapananların (aman vurmayınız) yollu istimdâd-kârâne feryâdlarına ense-köklerinden inen süngülerle mukabele olunması ne kadar kıyak kaçacağı tarîfden müstağnîdir.





91


- Yâ, Kıbrıs Pallikaryalarını unuttun mu? Haniya buradan giderken her biri elli- altmış (Turko) keserek dillerini bir iplik üzerine dizip boğazlarına asdıkları hâlde Lefkoşeye gireceklerini söylemekle ızhâr-ı şecâat(?!) ediyorlarlardı. Acaba onlar ne haldedirler.
- Hele o yâdigârlar bakalım nasıl kaçıyorlardı. Çünkü harbe gideceklerinden jimnastik fenninde kesb-i mahâret ederek arkadaşlarından daha süratli kaçabilmek için aylarca talîm etmişlerdi.
- Lâkin ben emînim ki onlar korkuyu gördükleri gibi jimnastik fennini değil, hattâ kendi koşmalarını bile kaybederek yerlere serilmişlerdir.
- Galiba bunlar muharebede kurşun karşısından bulunmayı kahvehanelerde, gazinolarda kavga çıkarıp da birkaç iskemle odunu yemekle firar edip kurtulmak nevinden zannediyorlardı.
- Kokonoz ! Hatırında mıdır haniya bir gün bir telgraf almışlardı da haya etmeden sokaklarda.

“İki bin köpek yirmi paraya” diye bağırıyorlardı.

- Ey bundan bize ne Kokonoz! Onlar kendi kendilerini satıyorlardı. - Acaba hakikaten öyle mi idi.
- Ya başka nasıl olacak?

- Köpek tabir ettikleri biz, yani müslümanlar idi. - Onların itikadı o yolda ise bizimde bu yoldadır.
- Geçen gün mahallelerinde Yunan Kralı’nın resmini yapmışlar da

Osmanlı’nın sancağını ayağının altına vermişler bunu işittin mi idi?

- Bu pallikaryalar o kadar akılsızdırlar ki, tuttukları bir işin nik ü bedinin bile

farkında değillerdir.

- Onlar o resmi Osmanlı’ya bir hakaret olmak üzere yapmışlardır halbuki bilahare rezalet

92


kendilerinedir. Çünkü Yunan kıtasının dörtten vurup ( rubu ) eksiğini zabt etmiş olan Osmanlılardır. Sen daha çocuksun bir vakit burada bir kaçkın arap vardı her nasılsa bu arabı bir gece camî-i cedid kabristanı içerisinde birisi yakalamış halbuki arap gayet cesur ve kuvvetli olduğundan kendisini yakalamak isteyen adamı tuttuğu gibi yere çarparak dövmeye başlamış dayağı yemekte olan adam dövüldüğünü bildirmemek ve fakat bu vesileyle arabın elinden kurtulmak üzere feryada koyulmuş. Bu feryadında adamcağız ne diyordu bilir misin “ Ümmet-i Muhammed geliniz arabı kurtarınız da geberteceğim ha” herifin bu hali arabın hoşuna giderek bırakıp savışmış. “İşte bu yadigarlar da o cinsten sopa başlarına indikce aman başım yerine kanlarını akıttım ya demekten başka bir şey bilmezler.”
- Ne hâl ise Kokonoz baba şimdi Yunan’ın en çetin yeri olan “Farsala” yani Çatalca’da elinden gitti. En ziyade asıldıkları dal da kırıldı artık ne yapacaklar?
- Osmanlılar onları asacak dal bulur.

- Anladığıma göre Prens Jör fena halde korkmuş.

- Korkmuş da söz müdür? Hatta ceviz kadar da şey çıkarmış. - Ne?
- İşte şey. Sanki bilmiyormuş gibi izahat isteyecek. - Ey artık yolumuz nereye?
- Önümüzde neresi bulunursa.

- Acaba neresi bulunur bilmiyor musun? - Artık bilmeyecek kaldı mı? Atina.
- Aman Kokonoz! Elime bir telgraf daha geçti. - Nerede buldun? Sakın düzme olmasın.
- Hayır Hristiyanlara gelmiş bir yerinde tercümesini buldum hemen istinsah ettim.


93


- Ne ettin?

- İstinsah yani aynını yazdım. - Oku bakayım.
- Dinle: 7 Mayıs sene 97 Yunaniler “Dömeke” de mahcubiyetde kaldılar. - Mahcubiyetde mi kaldılar?
- Evet.

- Acayib şey. Demek mahcubiyeti de biliyorlar.

- Canım insan olur da mahcubiyeti bilmez olur mu?

- Olur ya olmaz mı? Adam vardır ki yüzüne tükürsen yağmur yağar zanneder

utanmanın adını bile işitmemiş dünyanın rezaletine uğrasa yüzü bile kızarmaz.

- Vakıa orası da doğru. Ne hal ise dinle: Osmanlılar Çatalca’yı aldılar.

- Ha! “Çatalca” denilen Rumlar’ın (Farsala) dedikleri mahaldir. Pekalâ alt

tarafı!

- Esmulenski Velestina’yı terk ederek Osmanlılar tarafından yediği darbeden sersem olarak
Golos’a hareket etti.

- Esmulenski cenabları galiba Osmanlı sillesini yavru çocuk tokadı zannetmiş idi. Alt tarafı!
- İki köy topa tutuldu. - Kimin tarafından?
- Kim bilir beyan etmiyorsa da tabii Osmanlılar tarafındandır zira Asakir-i Osmaniye’nin

bulundukları Yunan toprağıdır Yunan köylerine de Yunaniler top atmaz a! - Doğrudur pekalâ bitti mi?



94


- Hayır daha var dinle: Eğer Yunan Kralı müracaat ederse düvel-i muazzama müdahale

edecekler.

- Yunan kralının müracaata vakti kaldı mı? Biçare gideceği yeri bile tayin etmekte muztar

kaldı. Çocukların haniya bir oyununda “nereye gideyim nereye gideyim Hasan Ağa’nın bahçesine” derler. Yunan da nereye gideceğini düşünüyor,düşünüyor da İsviçre’den başka bir yer bulamıyor. Çünkü ondan diğer kurtulacak çare tasavvur edemiyor.
- Bir telgrafnamelerinde “Vasus Girid’den çağrıldı” diyor.

- Vasus’un Girid’den çağrılması hududa kumandan tayin edilecekmiş de onun

için imiş.

- Acaba “Benim elimden gelmez beni affediniz” gibi bir mazaret beyan

etmemiş mi?

- O yine başka Pallikarya! Hudutta kükremiş arslan gibi düşman üzerine saldırmayı medar-ı iftihar addeden Osmanlı askeriyle çarpışmayı Girid’de delikten deliğe sokularak silahları düvel-i muazzama amiralleri tarafından cebren ahz-edilmiş olan biçare Müslümanları katl u idam etmeye benzetmiş de hemen kabul etmiş. Vasus Cenablarının bu teklife muvafakat etmesi mintaraf-illâhdır. Zira Girid’de kanlarını döktürdüğü mazluminin:



Kimse yoktur kimsesiz her kimsenin var kimsesi Kimsesiz kaldım meded ey kimsesizler kimsesi




95


beyitinin masadakı olan ailelerinin ah ve feryadları yabanda kalmayacaktır. Vasus cenabları da (Elceza ü mincinsilamel ) kelâm-ı hikmet amizine mazhar olarak ettiğini bulacaktır.
- Bizim yadigârlar hala bildiklerinden kalmıyorlar. “Biz mağlup olsak da ayıp değil çünküYunan küçük bir devlet olup Osmanlı ile nisbet kabul etmez” diyorlar.
- Biz demekten maksatları yani Yunan mı demek isteyecekler? - Öyle ya hemde söyleyenler en beyenmediğin Palikaryalardır.
- Onlar bu lakırdıları akıllarıyla bulamazlar. - Ya ! .. Avukatları mı vardır diyeceksin!
- Şüphesiz. Kulaklarını hepsi de bir şarap (funi) sine koymuşlar ne işitirlerse

ezberleyipmüslümanlara müdafaa ederler.

- Canım Kokonoz hatta bazıları “Daha kuvvetli muharebe bundan sonradır o zaman göreceksiniz neler olacak” diyorlar.
- Doğrudur lâkin neler olacağını yalnız biz mi göreceğiz, yoksa kendileri de

görecekler mi?

- Tabii onlar da görecek biz de göreceğiz.

- Ey her ikimizin de göreceğimiz ne olabilir?

- Kim bilir?

- Bunda bilmeyecek ne var Cenab-ı Hakkın inâyetiyle bizim Atina’ya girmekliğimizden mütehassıl onların duçar olacakları mağlubiyet idi. Bizim de gaza ve şehadet yüzünden mazhar olacağımız saadet-i sermedi.
- Kokonoz maşallah telgraflarımız eksik olmuyor bazı defa iki bazı kere üç

geçen gün saymış idim beşe kadar vardı acaba bu gün gelmedi mi? - Artık telgrafı ne yapacaksın?


96


- Niçin havadis almaz mıyız? - Ne havadisi?
- İşte hudud-ı Yunaniyede vaki olan hadiselerden.

- Hangi hudud-ı Yunaniye ? “Yunan’da artık ne hudud kaldı ne mudud ne hadise kaldı need madise.” Palikaryalar kuyruğu diktiler.
- Daha Atina var ya.

- En ziyade güvendikleri “Farsala” yani Cezalı dere idi ki onun da cezasına

uğradılar. Bir

Dömeke kalmıştı çok sürmedi o da elden gitti. Artık asker Atina’ya bir …..? eder gibi topsuz tüfeksiz dinecek bir suretle geri-vereceklerdir.
- Ey bunun alınacak havadisi mavadisi kaldı mı?

- Ne bileyim ben. Belki Dömeke’den ötede daha çetin yerler var.

- Ne çetini kaldı ne metini arzullahi - vasia saatlerce yürü ayağına taş bile dokunmaz.
- Hakikat şimdi hatırıma geldi Sabah gazetesi öyle diyordu. Dömeke’den

ötesi bütün sahra imiş.

- Şüphesiz.

- Ey Kokonoz bu harbin neticesi ne olacak?

- Hiç.

- Nasıl hiç?

- Hiç nasıl olur işte hiç.

- Demek birşey istifade edemeyeceğiz.

- Yunan gibi müflisden ne istifade edeceğiz. - Ettiğimiz masrafları kimden alacağız?
- Rüzgârdan.



97


- Öyle söz mü olur?

- Öyle söz olmaz ama oluyor. Çünkü Yunan’ın nesi var ki alacağız. Alınan haberlere nazaran

Devlet-i Aliyye Tesalya kıtası kendi hesabına kalmak üzere yüz milyon frank tazminat talep eylemiş. “Haydi farz edelim ki Yunan bu teklifi kabul etsin nereden alıp nereye verecek.” Yunan’ın olanca varidatı kendi umur-ı dahiliyesine bile kifayet etmiyor.
- Ey sonra

- Sonrası soğan doğra.

- Düvel-i muazzama buna bir karar vermediler mi?

- Neye dair?

- İşte sulh ve tazminata dair.

- Canım ne kalın kafalı adamsın be. Yanmış harmanın öşrü olur mu? Düvel-i muazzama velev ki bir tazminata karar vermiş olsunlar ne fayda. Alamayacağız çünkü:



Sende yok mihr-i vefa bende sefadan zerre İki yokdan ne çıkar fikr edelim bir kerre


- Encamı?

- Amca mı ne karıştırıyorsun!

- Hayır a birader işin nihayeti demek isterim.

- İşin nihayeti ne kadar masraf ettikse kaybettik. - Faydamız , hiç faydamız yok mu?



9- Faydamız palikaryalara hadlerini bildirmek, azgınlıklarına nihayet vermekten ibarettir.

(Kokonoz, S. 12, 30 Nisân 1313/12 Mayıs 1897)



Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:26

3) Ciddî Muhâvere

- Karıncanın kanadları zevaline delil imiş. Uçunca tume-i tuyur olup zevalini bulur.

- Kokonoz müjdeyi ver.

- Nenin müjdesi?

- İşte şimdi söyleyeceğim havadisin.

- Acaba müjde istenecek bir havadis verebilecek misin!

- Ne demek değmezse verme kolunu kıvırıp da alacak değilim ah. - Kolumu kıvıracak mısın! yağma yok.
- Polise çağırdığım gibi o sa’at içeriye gidersen.

- Adam sende madem şahidin yok ben yakayı kurtarırım.

- İşte şahid ben çağırdığım anda gelecek adama seni teslim edeceğim başka şahidin ne luzumu var.
- Allah akıllar versin bu kadar katiller icra ediliyor, mütea’ddid şahidler

dinlettiriliyor da yine katiller yakayı kurtarıyorlar.

- Ne hal ise geç zira bu bahsi uzatacak olur isen ağzıma geleni söyleyeceğim.

Sözümüz ne üzerine idi? Ha! Müjde işitmiş idin değil mi?

- Evet! Bir havadis söyleyeceğim mukabilinde müjdesini isterim. - Pek alâ söyle bakalım.
- Efendim hapı yutmuş!

- Efendin hapı yuttuysa benim sana müjde vermeye ne mecburiyetim var. - Hayır canım hapı yutmuş diyorum.

99
- Evet hapı yuttuğunu anladık lâkin kim yuttu sen mi ben mi? - Hayır! Ne sen ne de ben.
- O halde hap ortada duruyor demek.

- Hayır hapı başkası yuttu.

- Ey parasını benden mi isteyeceksin?

- Ah akardaş sana laf anlatmak da ne kadar güçleşmiş. İhtiyarladıkça başkalaşdın.

- Delilin nedir?

- İşte söz anlamıyorsun.

- Yalnız benim anlamadığımı söylersin senin anlatamadığını söylemezsin. - Canım lakırdı nasıl anlatılır?
- Demek sen lakırdı anlatmaya da bilmezsin.

- Kokonoz hapı yutmuş diyorum, bunda anlamayacak ne var!

- Kim yutmuş hap sarı mı idi? Yutan hala sağ mı? Buralarını söylesen ah. - Efendim hapı yutan….
- Pek ala anladık zıbardı mı? - Kim?
- Yine kim diyor. Canım hapı efendin yutmadı mı? - Canım hapı yutan şeydir.(Bu)
- Evet hap yuvarlak olduğunu bilirim.

- Yuvarlak değil Yunanlılar. - Hangi Yunanlılar?
-Canım kaç tane Yunan var. - Şu bizim palikaryalar.
- Öyle ya.

- Ey, söyle bakayım, iş nasıl olmuş?



100

- Dömeke de zabt olundu, Elmiro da - Ey, harb bitti mi?
- Düvel-i Muazzama’ya ricâ etmiş, onlar da araya girerek barıştırmak istemişler;

lâkin Almanya’dan başkaları hep Yunan tarafını iltizâm etmişler.

- Ne gibi?

- Devlet, Tesalya kıtası taht-ı işgalinde kalmak üzere sekiz milyon lira tazminat talep eylemiş; Devletler ise Tesalya kıtasını iade eylemekle beraber tazmînât-ı harbiyye talep etmemesini ve Girit’e muhtâriyyet-i idâre vermesini teklif eylemişler.
- Galiba birkaç para da sadaka vermesini istemişler. - İstemedilerse de isteyecekler.
- Ey, Devlet-i Aliyye ne cevap vermiş?

- Zât-ı Şahane de güzel bir cevap vermiş.

- Aman, ne demiş?

- “Tesalya kıtasının bir karış yerinden vazgeçmem, Girit’e muhtâriyyet-i idare vermem. Tazmînât-ı harbiyyenin de on parasını bağışlamam. Sâir devletlerin idaresinde bulunan mülkümü de kâmilen istirdâd edeceğim” cevabını vermiş.
- Oh, oh, öyle ise yaşasın Padişahımız, var olsun milletimiz, artık müjdeyi kazandık.

Lâkin başka yok mu?

- Bundan büyük müjde daha nasıl olur.

- Canım orası öyle ya bunu kabul ettim başka yokmu demek isterim. - Buna dair mi?
- Neye dair olursa olsun. Yalnız tatlı söyle. - Geçen gün Rumlara bir telgraf gelmiş.
- Rumlara gelen telgrafdan bahsetme. Çünkü Atinadan gelmiş bir telgraf ‘aleyhimizedir.


101


- Lehimize olanı dinlersin de ‘aleyhimizdekine neden inanmazsın.

- Canım doğru olduğunu bilsem niçin inanmayayım. İnanırım lâkin yalan olduğunu bilirim de onun için inanmam.
- Neden biliyorsun.

- İsbat edeyim harb başlayalıdan beri dünyaya veda’ etmiş olan Yunan

palikaryalarının adetini tayin edebilir misin?

- Ne bileyim. - Tahminen.
- Bu derece mağlubiyetlerine göre nısfı.

- Haydi sana o nısfının bir nısfını daha bağışladım. Yunan’ın seksen bin ‘askeri varmış diyorlardı. Bir ay devam eden muharebede bu askerin hiç olmazsa dörtde biri olsun zıbardı ya.
- Belki daha ziyadesi.

- Pek alâ! Hıristiyanlara gelen telgrafnamelerin cümlesi de mevcuddur bir kere gözden geçir bakalım Yunan’ın telefatını nihayet beş binden yukarıya çıkarabilir misin.
-Doğrudur, Kokonoz.

-Halbuki bu kabadayıların kurşun korkusuyla kaça kaça kuskunları kopmuş. Bunlardan korku ile kaçarken her nasılsa fistanının bir tarafı diken ağacına ilişiverdiğinden dikenden kendisini Osmanlı ‘askerinden biri tutmuş zannıyla tüfengini omuzu başından uzatarak kışın soğukda kalmış uyuz tilkiler gibi titreyip feryad ederek “İbkase şebtumi ne afizme” yani al tüfenginimi de beni bırak diyenlerin, kurşun kulağının yanından geçmekle korkularından canları esfelden çıkanların, yanı başına bir gülle düşmekle kendisine zerre kadar zarar vermediği halde korkusundan kasıklarından çatlayanların, iki asker birbirine girip de her taraf


102


kendi cihetine yararlık göstermek istediği bir zamanda tüfenkleri ellerinden atarak “biz bu kadar sıkıya gelemeyiz” diye Atina’ya doğru kuyrukları dikenlerin hesabını görebilirsen gör.
- Canım Kokonoz. Asıl benim hiddet ettiğim bizim yadigârlardır. Osmanlı memleketinde oturuyorlar, Osmanlı tabiyyeti altında bulunuyorlar da yine Osmanlıların mahvını istiyorlar.
- Ey istesinler tilkinin arzusuna hizmet lazım gelseydi sahralar bütün bağ olmak iktiza ederdi.
- Evet doğrudur, varsınlar istesinler maksadım o değil.

- Ya! Hiç yüzleri kızarmadan söz söylediklerine mi canın sıkılıyor?

- Öyle ya. Yunan’ın Osmanlılar’dan yediği darbeden vücudunu tahrike kudreti kalmadığını bizden daha iyi bildikleri halde hala Yunan mağlub olmadı demekden hiç de çekinmiyorlar.
- Ey oğlum efkarın Yunan taraftarlarını utandırmak ise beyhude yere zahmet çekme. Osmanlılar eski hududa dayandığı halde koca Tesalya kıtasında uğradıkları perişaniyeti unutarak veli’ahd prens Jörj cenablarının askerlerine ettiği nutku düşünecek olur isek Yunan palikaryalarının ölüp de baygınlık göstermek istemediklerini anlarsın. Alim Allah Yunan bir hale geldi ki ebedi, aklı başına gelmez.
- Hele Vasus cenablarının Girid Ceziresine asker çıkardığı günden itibaren “Yunan’ın büyük atası” namıyla tersim ettikleri Girid haritasına insan ne demelidir.
- Şeytan mühendisler bunların hamakatini anladıkları gibi “bundan büyük kâr olamaz” diyerek bu suretle bir harita tersimiyle Yunan nev heveslerinden kim bilir ne kadar para koparmışlardır. O biçareler de inanarak kapı kapı verdiler. Atina mühendisleri bu ahmakları daha çok oyuncaklarla eğlendirir çok da paralarını alır.


103


- Şimdi o haritaları ne yapacaklar?

- Ne yapacaklarını onlar bizden iyi bilirler. - Yakacaklar mı?
- Hayır.

- Atacaklar mı? - Hayır.
- Parçalayacaklar mı? - Hayır.
- Ey ne yapacaklar, bandıra mı yapacaklar.

- Canım ne kadar çok söyler herifsin be belki kıçlarını silecekler “vallahi tuhaf” ben bilir miyim?
- Ey ne hiddet ediyorsun birader sormak ayıp mıdır?

- Sormak ayıp değil ama böyle kırk suali de bir nefeste sormazlar. Sana cevap

verecek olan zayıf yürekli bir ihtiyardır.Yunan Palikaryası değil.

- Sanki onların yürekleri seninkinden daha mı kuvvetlidir!

- Vakı’a şimdi yürekleri kedi yüreği kadar da kalmadı lâkin bir ay evvel herifler bir

arslanı tutsalar yırtacaklar zannederlerdi. -Neye yırtmadılar.
- O zaman karınları tok, sırtları bütün olduğundan öyle zannediyorlardı. Osmanlı

askerlerinin kahramanlıklarını tamamıyle kendi kaba dayılıklarına kıyas ettilerdi.

- Meşhur değil midir birader; “El tokadını yemeyen kendini kahraman sanır.”

- Ha! Gördün mü sen bile biliyorsun. - Ey artık iş bitti mi?
- Daha iyiden bitmedi ise de bitti demektir. - Tazminat meselesi nasıl oldu?


104


- Daha ona dair bir malumat alınamamıştır. - Mütareke?
- Mütarekeye dair resmi telgraflar var.

- Demek iş tazminat meselesine kaldı. - Evet.
- Öyle ise; “geldi eyyam-ı fitne belalar mübareki”

(Kokonoz, S.13, 14 Mayıs 1313/26 Mayıs 1897)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:28

4) İKİ KİŞİ BEYNİNDE - Birader haberin var mı?
- Hayrola ne var? - Gelmişler.
- Öyle ise varayım gideyim. - Nereye?
- Ya kapının anahtarı bende. Sokakda mı kalsınlar? Küçük çocuk olmasa umurum

değil.

- Hayrola ben ne söylüyorum siz ne anlıyorsunuz. Gelmişler demedin mi?

- Evet ama gelenler kimler?

- Bizimkiler dün çiftliğe gitmişlerdi de gelmişler deyince onları zannettim.Demek gelenler
başkalarıdır.

- Şüphesiz.

- Ey söyle bakalım kimler gelmiş? - Gidenler.
- Tabii bir insan ahrete gitmedikten sonra her nereye giderse elbette gelir. - Valla birader sen pek meraksız bir adam imişsin.

105















- Neden?

- Neden olacak bir kere gelenlerin kimler olduğunu sormak yok mu? - Sorduk a söylemedin.
- Gidenler dedim a.

- İyi ya bunun daha sorulacak neresi kaldı.

- Gidenler kimler olduğunu, ne için geldiklerini sormak yok mu?

- Ama ne öğreneceğim kardaş.

- Elbet alt tarafı tuhaf bir şey zehir ediverir de gülersin. - Ha! Demek iş içinde iş var.
- Öyle ya.

- Aman birader öyle ise söyle bakalım gidenler kim, gelenler kim? - Gidenler de onlar gelenler de.
- Ama kimler?

- Canım haniya muharebeye gidenler yok mu? - Buradan mı?
- Öyle ya.

- Ey gelmişer ha.

- Hemde bir halde ki kendilerini görsen tanıyamazsın.

- Sakın arasıra sokaklarda tesadüf ettiklerim olmasın.

- Neden biliyorsun.

- Kiminin gözleri bağlı, kiminin kıçı kırık, kiminin çatlağı önünde sallanır, bazıları

da hem yürürler hemde arkalarına sağlarına sollarına şaşkın şaşkın bakınırlar. -Tamam onlardır. Birisinin yanına bir külle düşmüş korkusundan çatlamış hikâye
ediyor da Yunanlıları insan hem acıyor hemde gülmekten bir hal oluyor. - Kendisi de birkaç kurşun atabilmiş mi?


106















- Ne gezer herifin elinde tüfenk bile yok imiş. “Bunlar bilmem kaç bin kişi imişler

ellerinde birer balta omuzlarında birer kürek varmış.”

- Orada bağçıvanlık mı ederlermiş?

- Galiba istihkâm yapmak için imiş. - Ey sonra!
- Sonra hikâye pek uzundur, şimdi nakledemem zira vaktim yok bir gün buluşur isek

naklederim.

(Kokonoz, S. 13, 14 Mayıs 1313/26 Mayıs 1897)



5) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz baba on beş gün zarfında aldığın havadislerden bana da söyler misin?

- Zaten ne var ki neyi söyleyeyim. Benim işittiklerimi sen de işitiyorsun çünkü bir avuç memleketin içinde çıkan bir havadis yarım saat zarfında her tarafa yayılıp gidiyor.
- Canım orası öyle ama işitmekten işitmeye fark vardır.

- Nasıl fark olur benim işittiğim insan kulağıdır da seninki eşek kulağı değil a. - Hayır a birader ben başka türlü işitirim, sen başka yolda duyarsın.
- Pek alâ sen söyle de ben tashih edeyim.

- Birkaç gün evvelisi bir havadis işittim. Güya Avrupa Devletleri sulh hakkında

verdikleri kararı Bâbıâlî’ye beyan etmişler.

- Kararları ne imiş?

- Kararları, Tesalya kıtası kâmilen Devlet-i Aliyye’de kalacakmış, Yunanistan on milyon lira tazmînât verecekmiş, Yunan vapurlarından hiçbiri de Osmanlı limanlarına girmeyecekmiş, Osmanlı ile Yunan hududunun tefrik olunduğu mahalde Yunan kale veya istihkâm inşâ edemeyecekmiş, tahsîs kılınan tazmînâta mukabil



107















Yunan gemilerinin bilmem kaç kıtası Devlet-i Aliyye’ye verilecekmiş. Daha

birtakım teklîfâtı kabul edecekmiş.

- Avrupa Devletleri böyle bir yükü Yunan’a yükleteceklerine inanıyor musun?

- Ne bileyim, aldığım havadisi söylüyorum.

- Bunlar hevâyî sözler, hevâyî. Yunan böyle bir yükün altına giremez.

- Neden giremesin?

- Çatlar da onun için.

- Madem ki bir yükü kaldıramayacaktı, altına niçin girdi?

- Kendi gönlüyle mi girdi, soktular.

- Hiç bir adamı istemedikten sonra zorla bir yükün altına kim sokabilir?

- İşte bunu milleti elinden ayağından tutarak götürdüler bu yükün altına soktular ne bağırdı ise kurtuldu, ne çağırdı ise,birazı başından çekti birazı da kıçından itti sen ol da girme.
- Vallah tuhafsın birader. Bir adamı istemeyerek böyle ağır bir yükün altına sokmak

nasıl mümkün olur.

- Ben sana meram anlatıncaya kadar deveye yüz hendek atlatırım sende kafa maşallah çakıl taşından kuvvetli söz tesir ettirene aşk olsun. Bu kafa sende var iken yirmi sene daha yaşasan mümkün değil meram anlamazsın. “Ben sana bayram haftası derim sen mangal tahtası anlarsın.” Öyle bir kafaya söz geçirmek kabil midir?
- A birader bazı kere ben bir söz söylerim de bir türlü sana anlatamam bir gün benim de hiddet ettiğimi, seni tekdir eylediğimi gördün mü? Sen daima beni tekdir edersin işte izah etmedikce anlayamıyorum ne yapayım zihnim kabadır.
- Kaç aydan beridir gelip gidiyorsun hala “eski hamam eski tas.”

- Pek alâ canım ben inkar etmiyorum ne hal ise affet.

- Ağzını açacağına gözünü aç o eski kafayı artık değiştir anladın mı?


108















- Pek iyi bundan sonra dikkat ederim şimdi meramını izah et Yunan’ı şu yükün altına

istemeyerek nasıl soktular?

- Ey oğlum, Yunan’ın yükün altına girmesi mecazdır yoksa koca bir kral hammal değildir. Mesela; “Bugün o kadar yağmur yağdı ki oluklar aktı, dereler geldi” deniliyor halbuki akan oluk değil içinden geçen sudur gelen dereler değil cesim bir sudur. Yunan da işin altına girdi dedimse bundan meram ağır bir teklifatı beyan idi bu gibi şeylere İlm-i mantıkta mecaz tabir ederler anladın mı?
- Pek alâ.

- Tuhaf ben anladın mı diyorum sen pek alâ diye tavsif ediyorsun.

- Efendim affedersiniz ama benim kafam bu kadar şeyi istiabe müsaid değildir boş yere nefes telef etme sen bana Türkce olarak maddeyi izah et yoksa bendeniz öyle mecaz imiş bilmem ne imiş anlamam.
- Pek iyi şimdi istediğin ne idi söyle bakalım? - Efendim Yunan yükün altına girdi diyorsun.
- Hay o yükün altına Yunan gireceğine sen gire idin de ben de elinden kurtulsa idim. Oğlum devletler Yunan için böyle bir teklifatda bulunmazlar, zira Yunan on milyon lira değil on Frang veremez çünkü züğürttür, müflistir, varidatı yoktur, olsa da kendine bile yetişmez bunu bilmeyen yoktur onun için bu havadis asılsızdır. Halbuki sen diyorsun ki verilen karar Bab-ı aliyye de tebliğ edilmiş. Eğer sıhhati ola idi şimdiye kadar iş çoktan bitmiş idi hususiyle daha iki tarafın askeri de geri dönmemişlerdir. Vakıa on yedi günlük bir mütareke varakası imza edilmiş Avrupa tarafından karargir olan mevad ya Devlet-i Aliyye veyahud Yunan tarafından kabul olunamayacak olursa harp yine devam edecektir.
- Demek daha iş bitmedi..






109















- İşin bitmesi devletlerin kararını her iki tarafın dahi kabul etmesine mütevakkıfdır

birisi kabul edip etmezse harp tekrar diğeri başlayacaktır buna kattien şüphe etme.

- Ben zannederim Yunan artık harp etmez. Her ne teklif edilirse kabul edecek. “Bila-

delil kavl sabit değildir.” Delilini söyle.

- Delilim parası kalmadı, zahiresi kalmadı,mühimmatı kalmadı, silahı kalmadı, askeri kalmadı, hatta Osmanlı askerinin karşısına değil insan içine çıkacak yüzü bile kalmadı.
- İyi ya parası yoksa ödünç alır.

- Vermezler. Herkes deli değil müflise mal kaptırsın. - Zahiresi yoksa tüccarlardan alır.
- Tüccarlar da para ister. - Veresiye alır.
- Vermezler.

- Yunan muhipleri iane göndersin.

- Gönder gönder, onlar da usandılar. Bizimkilerini hazır kaldı ilan-ı iflas ettirsin. Harp yeni başladığında herifin “Baykuşu, başı büyük görüp de o avcı bir hayvan zannederek altın kafes içinde beslediği gibi” bunlar da Yunanı bir şey becerebilecek fakat züğürttür zannıyla epeyce para gönderdiler. Buradan gönderildiği gibi sair birçok yerden de irsalatdan da geri durulmadı halbuki bu paralar Yunan için “Filin ağzına bir mercimek tanesi atmak kabilinden oldu.” Kral Yunan muhiplerinin para vermekteki iştihalarını gördükçe elini asla geriye çekmedi. İstedikçe verdiler onlar verdikçe Yunan da istemekten geri durmadı. Baktılar gördüler para vermenin ne ardı var ne arası. Çünkü üç günlük aç bir adamı doyurmak için bir lokma ekmek neye yarar daha ziyade karnını acıktırır, yüreğini oğundurur. Artık paradan feragat ederek adam göndermeye başladılar.


110















- Hele o giden şaşkınlara ne diyeyim. Sağlam gittiler de çürük geldiler. - Ne hal ise şimdi her taraftan ianenin arkası kesildi.
- Acaba neden.

- Malum ya mağlubiyetden.

- Yunan mağlup oldu mu ya?

- Hayır mağlup değil mahvoldu.

- Görmüyor musun? Hala Atina gazeteleri Yunan mağlup olmadı diyorlar.

- Pek alâ sen onların söylediklerine ehemmiyet vermiyor musun? Pek doğru söylüyorlar. Zira onlar ittikadında Yunan’ın mağlubiyetini isminin ortadan kalkmasıyla biliyorlar.
- Öyle ise devletlere niye yalvarmaya başladılar? - Onu sen git de “Foni diskiro” yadigârından sor.
- Hele o nazeninim yine başka. Yunan Palikaryalarını metettiğim için hiddet eylemiş de (Kokonoz’a) karşı bir müdafaa yazmış diyorlar. Hele o gazeteyi elime geçirirsem müdafanın nasıl edildiğini kendisine pek güzel anlatırdım. İnşallah sağ kalırsam elde etmeye muvaffak olurum hele bakalım ne yazmış.
- Canım öyle gazetelerin yazdıkları bendelere kulak asacağına ehemmiyet vermediğin onlara daha ziyade dağ-ı derun olur.
- Öyle ama tecavüzlük edenlere de haddini bildirmeli.

- Ne ise sadete gelelim. Şimdi Tesalya kıtasının iade veya adem-i iadesi hakkındaki

fikrin nedir? Onu söyle.

- Yani geri verilip verilmeyeceğini mi demek istersin?

- Öyle ya asıl anlamak istediğim orası. Yalnız ben değil bütün dünyadaki İslâmlar onu bekliyor.





111















- Adalet, hakkaniyet nokta-i nazarından iade edilmemek lâzım gelir. Çünkü Devlet-i Aliyye de kabahat olmadığı halde Yunan’ın hukuk- şikenane bir takım tecavüzatı üzerine harp edilmiş ve oraları birçok kanlar dökülerek feth ve zabtolunmuş olduğundan geri verileceğini pek de ümit etmem.
- Avrupa devletleri geri verilmesini ısrar ederlerse? - Edemezler çünkü harben alınmıştır.
- Ederlerse?

- Ederlerse Devlet-i Aliyye doğrudan “Ben bu yerleri harben aldım geri

vermeyeceğim” demeli suyu baştan kesivermeli.

- O halde Yunan kabul etmeyerek Tesalya’nın iadesini isterse?

- Doğrusunu mu istersin? Benim şu ihtiyar aklıma müracaat edilecek olursa Tesalya’nın geri verilmesini kattiyen tecviz edemem, hatta devletler bu babda ısrarlarını son dereceye vardırsalar da mümkün değil Tesalya’dan vazgeçilmesine razı değilim. Daha açık mı söyleyeyim bütün millet de benim şu aciz fikrime tabidirler.
- Pek doğru söyledin Kokonoz. Evet! İadesine kimse razı değildir.

- Tabii çünkü milyonlarla liralarımız gitti eğer Avrupa devletlerinin her söylediklerine kulak asıp da pek iyi diyecek olur isek Şan-ı Saltanat-ı Osmaniye’yi ayaklar altına almış oluruz. Vükela-yı ızam hazeratı bu babda gözlerini açmalı, hukuk devlet ve milleti muhafaza yolunda olanca gayretlerini sarf etmelidirler. Zira Tesalya kıtası tekrar elden gidecek olursa insaniyete pek büyük fenalık edilmiş olacağı gibi dünyada, bir başka renge tahvil edeceğine zerre kadar şüphe edilmemelidir.
- Kokonoz! Ben aklımca iade edilmeyecek derim.






112















- İade edilmezse Şan-ı Saltanat bir kat daha kesb-i ulviyyet eder. Lâkin ber-aks

olursa da iş fena.

- Ne olacak?

- Ne olacağı edna mülahazaya bile muhtaç değildir.

(Kokonoz, S. 14, 28 Mayıs 1313/09 Haziran 1897)




6) Ciddî Muhâvere

- Selamün aleyküm Kokonoz! Ne ya geçen defa gününü kaybederek gazeteyi bir gün sonra

çıkardın sen böyle geri kaldıkça herkesler beni taciz ediyorlar.

- İyi ya ben teşekkür ederim gazetemin herkes nazırında derece-i rağbet mertebe-i haysiyeti böyle ali gördükçe gayretim daha ziyade artar, daha güzel yazmaya sarf-ı kudret ederim.
- Orası öyle ama herkesi de intizarda bırakmak muafık-ı insaniyet değildir, hususuyla posta da o güne tesadüf ediyor, o gün yetiştiremezsen sekiz gün sonraya kalacaksın. Bu kadar uzun bir müddet ise gazetenin revacı için pek de iyi değildir zannederim.
- Vakıa doğru mudur, lâkin gazetenin geri kalması benim nasibimden değil, bazı

sebebe mebnidir.

- Ne hal ise o sebebin de ortadan kaldırmasına gayret etmeli. - Cenab-ı Hak yardım ederse o da olur kardaşım.
- İnşallah Kokonoz, ey ne var ne yok. On beş günden beri neler işittin

bakalım?

- On beş gündür her söylenen sözü işittim.


- Sulha dair sadre şifa verir bir havadis alamadın mı?

- Evet, bazı havadisler aldım. Lâkin sıhhati olup olmadığını pek de iyi bilmem.



113















- Hele söyleyiniz bakalım benim işittiklerime muvafık gelir mi?

- Benim işittiğim Devlet-i Aliyye’nin Yunan’a teklif eylediği şerâit-i sulhiyyeyi altı

Devlet tasdik etmişler.

- Lâkin Yunan’ın Hâriciyye Nâzırı o şartları Yunan’ın kabul etmediğini, ve mutlaka Tesalya kıtasının iâde edilmesini istemiş, ve bu fikrini de Düvel-i Muazzama’ya doğrudan bildir-miş diyorlar.
- Ey Düvel-i Muazzama Yunan’ın bu teklifine “ale’r-re’s ve’l-ayn” mı? demiş yoksa

“sen

sus, öyle olur-olmaz söze karışma akılsız herif; sen akıllı bir âdem olsa idin, seni bir lokma ekmek gibi yutacağını bildiğin Osmânlı dilâverlerinin karşısına birtakım haşerâtı çıkarıp da en sonra böyle yalnız kendi milletin değil, bütün âlem nazarında dûçâr-ı hakaret olmaz idin.” Cevabını mı verdiler?
- Kokonoz! Sen verilen cevabı bir yerde okudun mu? - Hayır. Lâkin reviş-i hâl böyle gösteriyor.
- Ne söylüyorsun Kokonoz! Düvel-i muazzama hariciye nazırının sözüne zerre kadar ehemmiyet vermeyerek “işi derhude eden biz olduğumuzdan sana söz düşmez” cevabını vermişler.
- Şüphesiz çünkü Yunan’ın kendi milleti yanında bile ehemmiyeti kalmadı nerede kaldı ki

altı büyük devlet nezdinde hükmü olacak.

- Demek artık Tesalya kıtasının mehalik-i mahrusa-i şahaneden olduğuna katiyen

şüphemiz kalmamıştır.

- Ben sana bir şey söyleyeyim mi? - Buyurun dinliyorum.






114















- Yunan orduları ezilip de Osmanlı kahramanları Dömeke’ye dayandığı zaman Yunan’ın sulh için devletlere müracaat ettiği ve bu sulhun da süratle icra edilmesini niyazını tekrar eylediği malumdur.
- Evet bu babda bir iki telgrafname okudum.

- Pekalâ Devlet-i Osmaniye müsalahayı kabul etmiş lâkin mütarekeyi reddetmiş idi. Vaka-I mafih Dömeke’nin zabtı hakkında kumandan-ı şecaat- ünvanımız müşir devletli Ethem Paşa hazretlerine de şediden emir verilmiş idi.Bunun sebebi ne idi bilir misin?
- Hayır.

- İşte Dömeke’nin zabtı hakkında verilen emrin sebebi feth ve zabt edilen yerlerin iade

edilmeyeceği daha o zamandan Osmanlıların kalplerinde temelleşmiş olduğundan

beri Dömeke’nin de elde bulunması mulahazasına mebni idi.

- Demek Osmanlılar Tesalya kıtasını geri vermemeye evvelden niyet

etmişlerdi.

- Şüphe mi var ?

- Lâkin zannederim şartname daha imza edilmemiştir.

- Şartnamenin imzalanması uzadıkça Yunan bütün bütün hapı yutuyor -Niçin? Şartnamenin uzamasıyla Yunan’a ne olur?
- Ne mi olur? Demek Yunan askeri yemek yemez su içmez.

- Şüphesiz yemeği nerede bulacak ki yiyecek suyu bile kana kana içdiklerine emin değilim.
- Siyah peksemetlere de bir diyeceğin var mı? - Bakalım onlar da tükenmedi mi!




115















- Evet işte benim de diyeceğim o ya şartnamenin imza edilmesi biraz müddetcik daha uzatacak olursa artık pallikaryalar “biz buraya açlıktan ölmek için gelmedik a!” Diyerek herbiri bir tarafa savışacaklar.
- Zaten kaçmaya başlamışlar.

- Tabii çünkü “görünen köy kılavuz istemez.”

- Aman birader geçen gün “Servet-i Fünun” Gazetesini gördüm üsera-yı Yunaniye’nin

resimlerini havi idi. Yunanlıların galiba dörtte üçünü Osmanlılar esir almışlar.

- Hristiyanın birisine o resimler irae edildiği zaman “Kirye leyisu olancasını tuttular

demiş idi.”

- Ne söylersin Kokonoz Hristiyanların bazı akıllıları Yunan sözünü ağızlarına almaya

çekiniyorlar. Onlar da bizimle beraber oluyorlar.

- Lâkin bazıları da söz açıldı mı Yunan mağlubiyetini asla teslim etmek istemiyorlar. Hatta bu kadar esir alındı denildiği zaman o esirlerin kamilen mecruh olduklarını iddia ediyorlar zira Yunan palikaryaları yaralanmadıktan sonra esir olmazlar imiş.
- Yunanlılardan da yaralananlar oldu mu?


- Yunanlılar yaralandıktan sonra sağ kalmıyorlar idi ki: Pek cesurları tesadüf ederse bir iki gün kadar canlı kalıyorlardı. Çünkü ölüm korkusundan titreyen bir adamın kurşun neresine isabet ederse o saat canı çıkar.
- Lâkin ben o resimlerde Yunanlıların firar ederek ovalar içinde terk ettikleri mecruhlarının Osmanlı askerleri tarafından hastahanelere nakl-edildiklerini gördüm.
- Tamam işte iş kendini gösteriyor. Demek oluyor ki; Osmanlılar Yunan yaralılarını esir makamında kaldırmıyorlardı tedavi için alıyorlardı. Esirleri hep sağlam cinsindendir.


116















-Nitekim “Gelse gase şebtumi ce afizme dayı” diyenler gibi ki bunlar hep fistanlı

kısmındandırlar.

-Yunan’ın en cesur palikaryaları da onlar değil mi ya!

- Öyle ya. Resmini bizimkilerin dest-i ihtiramlarında gezdirdikleri “Esmulenski”

cenablarının kumandası altında bulunan en cesur asker Yunan’ın fistanlıları idi. -Lâkin “Esmulenski” Farsala’da pek büyük bir maharet göstermiş hristiyanlar
öyle


diyorlar da resmine fevkalade hürmet ediyorlar.

-Evet! Farsala’da Esmulenski’nin gösterdiği maharet yalnız Osmanlılar’ı değil Avrupa muhbirlerini bile hayrette bırakmıştır.
-Demek hristiyanların iddiaları asılsız değildir.

- Hristiyanların iddiaları asılsız değil yalnız aksidir. - Ne gibi?

- Zira Esmulenski cenablarının Farsala’da gösterdiği maharet kurşundan, gülleden

kendisini muhafaza ederek askerden evvel kaçabilmiş olduğudur. - Demek mahareti harpde göstermemiş öyle mi?
- Esmulenski cenablarının Farsala’daki firarı askerlerine güzel bir numune

olmuştur.

- Demek askerleri de firar etti.


- Kumandan kaçtıktan sonra asker kalır mı? İşte bizim yadigarların resmini dest-i

ihtiramda gezdirdikleri “Esmulenski” cenablarının mahareti bundan ibarettir.

- Şimdi yeniden bir takım resimler daha çıkarmışlar. - Ne gibi?



117















- Muharebede güya Osmanlılar’ı mağlupederek esir tutmuşlar sairlerini de kesmişler. Resimler bunları gösteriyor hemde görmelisin canım “Kokonoz” içlerinde ya mecruh ya maktul bir Yunan palikaryası yok hep olanlar Osmanlı askeri!
- Gönül eğlencesini bulmasa çatlar. Ne yapsınlar. Bari o resimlere bakarlar da güya iş

hakikaten öyle imiş gibi biraz teselli bulurlar. - Hayır! Hakikat öyledir zannediyorlar.
- Bu mümkün değil! Akılları ne kadar kısa ise de bütün bütün budala da değiller çünkü resimleri sahih olsa idi elbette perişaniyetleri de yalan olacaktı madem ki Atina gazetelerinin yazdıklarına göre perişaniyetleri sahihtir,o halde resimleri de uydurmasyon olduğuna kendileri de kânidirler.

- Öyle ise ellerinde niye gezdirp de iftiharane öteye beriye irae edip duruyorlar ayıp

değil midir?

- Ne değil mi? - Ayıp.
- Ayıbın aynı üzerine bir nokta koyduğun gibi ne olur? - Gayıp olur.
- Ha işte onlar da ayıb, gayıb olmuştur.

- Demek utanmak bilmiyorlar!

- Hayır bunlar utanmakdan evvel doğmuşlar. Zira utanan bir insan bu kadar hale göre
başını kaldırıp da kimsenin yüzüne bakamaz. Anladın mı? Artık kısa kes. (Kokonoz, S. 15, 11 Hazîrân 1313/23 Haziran 1897)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:32

7) (Başlıksız Diyalog)

- Aman Kokonoz!


118


- Ne var sıtma mı tuttu? Yüzünün rengi kaçmış raftan şu şişeyi ver de sana biraz

sulfato vereyim yarın sabah aç karnına yutuver merak etme geçer.

- Canım lâkırdıyı ağzımda bıraktın ne söyleyeceğimi de şaşırdım

- Evet! Bilirim sıtmalı adam öyledir titreme geldi mi, artık abuk sabuk söylemeye

başlar korkma seni tayib etmem.

- Canım ne söylersin Allah’ı seversen benim vücudumda sıtma ne gezer

elhamdülillah kuvvetim yerinde vücudum sağlam, midem düzgün.

- Pek alâ! Aman Kokonoz diye titreyip durduğun ne olacak seni birisi mi koğaladı?

- Söylemeye vakit bırakmadın ki: Aman Kokonoz der demez söze başladın bana

söyleyeceğimi de unutturdun.

- Pek iyi söyle bakalım amandan muradın nedir?

- Tesalya kıtasının iade edilmesinden hala korkulurmuş!

- Kim dedi?

- Gazetenin birinde okudum.

- İadesine razı olan kim imiş ?

- İtalya, Fransa, İngiltere ısrarlarında devam ediyorlarmış.

- Almanya da tazminatın tediyesine dair Yunan bir teminat gösterdiği halde Tesalya’nın

Yunan’a iadesine meyyal bulunmakta imiş..

- İtalya, Fransa ve İngiltere’nin ısrarları doğru olsa bile Almanya’nın meyli doğru

değildir.

- Çünkü Tesalya’nın adem-i iadesi tazminatın afv olunmaması için lazım gelirse bütün devletlerle rabıta-i dostiyi şikest edeceğini Almanya gazeteleri pek açık bir surette yazıyorlar.


119


- Lâkin bu mülk Almanya’nın değil Osmanlınındır dökülen kanlar, zemin şehadete serilen asker Almanya’nın değil Osmanlınındır, en evvel Tesalya’nın adem-i iadesini ısrar edecek Almanya mı olmalıdır yoksa Osmanlı devleti?

- Arkadaş ben sana kestirme bir şey söyleyeyim mi? Eğer Tesalya kıtası geri

verilecek olursa müslümanlar da hasıl olacak yeis ve kederin neticesi içine fındık



tanesi kadar ateş düşmüş bir cebhane gibi bir tarraka-i samia-çak vücuda



getireceğine şüphe etme, işte bu kadar artık ötesini de sen düşün.

(Kokonoz, Sayı:15, 11 Hazîrân 1313/23 Haziran 1897)



8) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz müsalaha nameye dair hala bir havadis alamadın mı? - Haber-i sahih olarak bir havadis yok.
- İşittiğime göre devletler hala Tesalya’nın Yunan’a iadesi için ısrar edip duruyorlarmış. Hatta ajans telgrafnamelerinin verdiği haberlere bakılırsa Almanya zat-ı şahaneye bir name yazarak Tesalya’nın Yunan’a verilmesini tavsiye eylemiş.
- Eğer her söylenilen söze inanılacak olursa vay halimize. Bak hiçbir sahih havadis alabiliyor muyuz? Bugün bir telgraf görürüz sırf aleyhimizde yarın bir gazetede bir bende tesadüf ederiz bütün bütün lehimizde şimdi bunun hangisine inanmalıyız?
- Geçen Pazar ertesi günü neşrolunan bir ilavede okuduğum bir telgraf gece

uykularımı kaçırmış idi. Ne zehir şey bütün halkı zehirlemiş idi.

- Efendim o gazete devlet aleyhinde lisan-ı ecnebi üzerine neşredilir bir gazetedir ki

o telgraflar hep o gazeteden tercüme edilerek neşrolunur. İnsan öyle ilaveyi eline bile almamalıdır. Çünkü insanı zehirlemekden başka bir şeye yaramaz.




120


- Sahih Kokonoz! Pek doğru söyledin. Lâkin insan kısmı acûldur, acaba bir iyi havadis var mı diyerek almak istiyor, halbuki alınca da, iyi havadis alayım, derken zehirlenip gidiyor.
- Ben ahâliyi haksız görmüyorum elbette güzel bir havadis almak için parayı acımazlar, lâkin insaf edip de birtakım yalan-yanlış telgrafları neşr etmemelidirler.
- Lâkin doğru havadisi de nereden almalı. Her gazetenin fikri başka yolda. Kimi

şöyle der, kimi böyle der.

- Arkadaş, ben sana birşey söyleyim mi? İşittiğin havadislerin hiçbirine de inanma. Vakıa
müzakere-i sulhiyye devam ediyor, lâkin şerâit-i sulhiyyenin neden ibaret olduğuna, hatta süferanın tercüman ve baş-kâtipleri dahi vakıf değillerdir. Gazeteler her ne yazarlarsa yalnız bir fikirden ibarettir. Tesalya kıtası iade edilecekmiş yalan. Ne aslı var ne astarı. Vükelâ ‘adem-i iâde hakkında sebât-kârâne ısrar edip duruyorlar. Der- Saâdet’den hafiyyen alınan malûmata nazaran Devlet-i Aliyye ısrarında devam ettikce inâyet-i Bârî ile muzaffer olmaktadır.
- Zât-ı Şâhâne, Tesalyanın iadesine katiyyen rıza göstermiyor. Üç Devletin ısrarlarını reddediyor. Almanyanın yazdığı nâme sahih olsa bile ciddi değildir. Rusya da bir nâme göndermiş ve Tesalyanın iadesini Zât-ı Şâhâneden rica etmiş. İşte bunun sahih olması ihtimalden baîd değil ise de elbette Zât-ı Şâhâne de ona karşı, “Seninle harp ettiğimiz zaman sen bana neresini iade ettin ki, şimdi Yunan’ı istishab ederek her karış yerini şehit kanlarıyla bir kızıl deryaya döndürdüğüm bir mahalli, yine iade etmeyi bana teklif ediyorsun?” demez mi?
- Demediği ne malum.


121


- Şüphe yok dememiş olsa idi şimdiye kadar iş çokdan bitmiş idi. Halbuki vükela müzakerede cayır cayır cevaplar vererek düvel-i mısırrah(?) sofrasına müdafadan asla geri kalmıyorlar.
- Sen bu havadisleri nereden alıyorsun?

- Orasını sana değil hiç kimseye söyleyemeye mezun değilim. Yalnız vukuatlı yazmaya borçluyum.
- Aman Kokonoz öyle ise sözüne inanmalıyım. - Demek şimdiye kadar inanmıyordun öyle mi?
- Hayır inanıyordum ama sair gazetelerde başka türlü bir havadis görünce zihnime bir durgunluk gelerek hangisine inanacağımda muztar kalırdım.
- Ben çalışıyorum ki doğru havadis neşredeyim gazetem on beş günde bir çıkıyor, bari sadra şifa verecek bir şey yazmalıyım ama yalandan uydurmasyon zannetme hakikat-i hal olmak üzere yazıyorum.
- Demek ki Osmanlı Devleti müzakerede daima ileri gidiyor.

- Evet! Hatta Atina gazeteleri bile o kadar mutaassıb iken mağlubiyetlerini ikrara başladılar. Daha tuhafını mı istersin Leymosun’da neşrolunan Salpeneks gazetesi bile kendi milletini istihza! ederek Farsala’da Asakir-i Osmaniyenin kesretini gören
Kıbrıs Rumları’nın “gavvole gagon ovalar kıb kırmızı fes kesildi” yollu korkularını

tarif etmekle beraber Osmanlıların şecaatini tefsir ediyordu.

- Hay anasını be. Demek o mutaasıb Salpeneks böyle yazıyor ha. Yarın o birgün

bizim Favoni başlar değil mi Kokonoz ?

- Favoni yazmaz zannederim çünkü onun taassubu hepsinden ziyadedir. - Ha hatırıma gelmiş iken şurasını da sorayım.
- Sor bakalım sen sual meleklerini de basdırdın.


122
- Şimdi Devlet-i Aliye Tesalya kıtasını iade etmeyeceğini kerrat ile söylediği halde

hala İtalya, Fransa, İngiltere devletlerinin ısrar etmelerine ne mana verirsin! - Efendim bunlar hasb-i muzırdır. Vakıa bunları başımızda horozlar gibi
öttürmekdeki kabahatin büyüğü de yine bizdedir, çünkü Girid asilerinin ıslahı için devletler neyi teklif ettiler ise kabulda tereddüt bile olunmadı. Bab-ıali tarafından “Burası bizim mülkümüzdür. Ahaliyesi teba-i devlet-i aliyyedendir ıslahı da Osmanlıya aittir. Şimdiye kadar ne suretle ıslah ettiyse yine o suretle terbiyelerine muktedirdir.” Diyerek redd-i cevap edilmedi. Her sözlerine “lebbeyk” denildiğini gören Avrupa devletlerinden bu defa dostluğu hasebiyle yalnız Almanya ve onun müttefiki bulunan Avusturya devletleri bi-taraf kaldı.
- Ya Rusya, o da bi taraf değil mi?

- İhtimal ki o da bi-taraftır lâkin sen emin ol ki heryerde sahi olan padişahımız

Tesalya kıtasının iadesinde pek ziyade izhar-ı buhl edecektir. - Lâkin devletlerin ısrarı da artık icbar derecesine varmıştır.
- Nereye varırsa varsın. Ne yapacaklar?

- Harp ile aldığı yerleri zor ile elinden alacak değiller a.

- İşi o raddeye getirirlerse - Mümkün değildir.
- Ne için mümkün olmasın?

- Evvela zahirde ısrar eden devletler Fransa,İngiltere, İtalya değiller mi? - Evet!
- Pek alâ bunlardan Fransa’yı çörek buğday gibi bir tarafa ayır. - Sebep?
- Çünkü Almanya ensesindedir. Fransız beyhude yere bir kurşun atsa zarardan hesap eder. İngiliz ise Devlet-i Aliye ile ittifak etmek efkarında bulunduğundan Yunan’ın


123


sebebine Osmanlılarla bir kat daha düşman olmaktan ictinab eder. O zaman yalnız bir İtalya kalır ki o da habeş sillesinden duçar olduğu sersemliği savışdırmaya çalışmakta olduğundan yapayalnız bir iş göremez. Farz-ı muhal olarak bu devletlerin üçü de Osmanlı’yı cebren Tesalya’dan çıkarmak için “her-çe-badabad” diyerek hücum edecek olurlarsa o zaman dünya herc ü merc olur halbuki Avrupa devletlerinin en ziyade korktuğu cihet de budur. E gerçi korkmamış ola idiler altı
muazzam devlete karşı bir yudum su makamında olan Yunan’ı iki tokat ile Girid’den

çıkarırlar ve muharebe-i hazıranın vukuuna sebep olmazlar idi.

- Demek Yunan işin böyle olduğunu biliyordu da onun için Girid’den çıkmakta

serkeşlik gösteriyordu.

- Şüphe mi istersin harp başlayıp da burnu kıçına sokulmadıktan sonra kendi reyiyle

Girid’den askerini çıkardı mı?

- Öyle ise Yunan’ın işe vukufu olduğu halde Osmanlılar da bu ciheti bilmez

değillerdir.

- Elbette bilirler.

- Ey artık vükela sözlerinde sebat edip durmalıdırlar.

- İşte duruyorlar ya.

- Allah vere de Rusya işi berbat etmeye idi.

- Cenab-ı hakkın inayeti ile hiçbirşey olmaz. Yalnız sebat lâzım vükelâ sözlerinde

sebat ederlerse Tesalya kıtası kattiyen Yunan’a iade edilmez bundan emin ol. (Kokonoz, S. 16, 25 Hazîrân 1313/07 Temmuz 1897)


9) (Başlıksız Diyalog) - Kokonoz! Sana bir şey soracağım?
- Hayır ola.



124


- Yazdığın Yunan fıkralarından bir takım Rum cühelası hiddet ediyorlarmış.




- İsterlerse kıçlarını kaldırsınlar da yere çalsınlar. Benim vazifem bile değil.

- Sana diş biliyorlar.

- Ne kadar bileseler yine kesmez yine kesmez.

- Eğer istersen biraz da Yunanlılar’ın şecaatinden bahset.

- Nesinden?

- Şecaatinden.

- Demek yalan söyleyeyim.

- Ey ne zararı var kırk gerçeğin içinde bir de yalan oluversin. Kıyamet kopmaz ya.

- Hayır birader Cenab-ı Hak “alâ lanetullahi alel kazibin” buyurdu. Ben Allah’ın

lanetine müstahak olamam.

- Demek adeta olanı biteni hakikat olarak yazacaksın. - Şüphe mi istersin?

- Geçen gün haber aldım Rumun birisi “Ah o Kokonoz ah o Kokonoz ! Bizi rezil

rüsva etti. Lâkin sonuna bakalım” demiş. - Nenin sonuna bakacak ?
- Ben bilir miyim. Lâkin zannederim sonundan muradı netice müsalahadır.


- Canım benim de asıl hiddet ettiğim cihet şurasıdır ki bu yadigarlar kâmilen Osmanlı tebası Osmanlı’nın nan u nimetiyle perverde olmuş ırzları, namusları (!?) malları, canları muhafaza edilmiş bir millet oldukları halde kendi haysiyet ve itibarını bile vikayeden mahrum olan Yunan gibi bir devleti istishaba kalkışarak kendilerini Yunan’lı farz ediyorlar. Dünya’nın bin türlü hali var. Tesalya kıtasının tekrar

125


Osmanlıların dest-i teshir celâdetine geçeceğini kim ümid ederdi? Bir gün İngiliz de Cezire’yi terk eder ve Osmanlı’lar pay celâ-detini Kıbrıs’a atarlarsa bu Yunan müddeyilerinin ( Zito Sultan) diyecekleri hiçde mi hatır-larına gelmiyor!
- Geldiğinde ne olacak !

- Öyle ya zaten bunlar makineli ne tarafa isterlerse dönerler.


- Bugün memleket İngiliz idaresinde bulunuyor. Makinelerini İngiliz dolabına uyduruyorlar hatta geçende İngiliz kraliçesinin cülusunun altmışıncı sene-i devriyesi hasebiyle neşr-olunan Rum gazeteleri tepelerine celi yazılarla “Cenab-ı Hak
kraliçeye muin ola” ibaresini yazdıkları gibi resmini de koymuşlardı. Yarın Osmanlı gelirse “Zito Sultanu” diyeceklerine asla şüphe etme. Yunan mağlup oldu. Dünya tasdik eder. Yunan hala mağlup olmadı diyorlar. Palikaryaların kaça kaça anaları ağladı. Açlıktan kuyrukları dikenlerin had ve hesabı yok. Yine bunların burunları kaf dağında. Böyle millete insan ne söylesin ki yüzleri kızarsın. Bir insan utanmadıktan sonra bey gibi geçinir.
- Lâkin bu rezaletleri irtikab eden avam takımıdır zannederim çünkü onların akılları birşey idrak etmez. Ben birçok dirayetlileriyle görüştüm, hatta saatlerce muharebe-i hazıradan bahsettik daima izhar-ı acz ediyorlar ve edibane sözler sarf ediyorlardı. Hiçbirinin ağzından fena söz işitmedim.
- Doğrudur lâkin onlara yakışan avam takımının da bu gibi rezaletlerinin önünü almak için lâzım gelen tedabirleri düşünüp icra etmeyi iki milletin birbirine düşmesine sebep olan fenalığı ortadan kaldırmaya say eylemeyi vaziyete addetmelidirler. Zira işittiğime göre çarşılardan, pazarlardan gerek avamdan gerek mütehayyizandan islâm olarak kimseyi geçirmiyorlarmış türlü hakaret ediyorlarmış. Sokak aralarında tesadüf ettikleri kadınlara, çocuklara, ihtiyar adamlara tasallut ederek ağızlarına gelen sözleri söylemekten ve bazlarını darp ve cerh etmekten

126


çekinmiyormuş. Bu işin neticesi pek vahim görünmektedir. Rumların seramedanı buralarını güzelce mülahaza etmelidirler. Çünkü bir fenalık zuhur edecek olursa kendiler de yakayı kurtaramayacaklardır.
(Kokonoz, S. 16, 25 Hazîrân 1313/07 Temmuz 1897)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:37

10) Ciddî Muhâvere - Kokonoz ne var ne yok ?
- Bu senin ne var ne yoğun bitip tükenmek bilmeyecek mi? Artık usanç verdin.
- Ben ölmedikten sonra bu ne var ne yok sualimden asla kurtulamayacaksın.


- Sen ölürsen senin gibi bir uğursuz daha zuhur eder. Bari tabiatımı sen biraz alıştın söyle-diğimi sana dinletebiliyorum. Bir başka çıkacak olursa belanın büyüğüne o zaman çatacağım hiç olmazsa ben ölünceye kadar sağ kal da…
- Kokonoz mantıksız söz söyleme ölmek,yaşamak benim elimde midir? - Pek bas.
- Ne kadar pek bassam birgün ölüp ayağım kayıverecek.


- Pek bas da korkmasa sen öyle kolay kolay azraile can verecek adamlara

benzemezsin. Acı patlıcanı kırağı vurmaz.

- Orasını Allah bilir. Şimdi sen bana aldığın havadislerden haber ver. - Ne istiyorsun söyle bakalım?

- Müslümanların dört göz ile beklediği şerait-i sulhiyenin neden ibaret olduğuna ve

Tesalya kıtasının iade ve adem-i iadesine dair bir havadis isterim.

- Efendim müzakere-i sulhiye vükelaya havale edilmiş olduğundan geçen nüshamda yazdı- ğım gibi bundan kimsenin haberi yoktur. Gazetelerde bu hafta attıkları


127

yalanları ertesi hafta temelinden cerh ederek yerine bir başka taze yalan çıkarıyorlar. Daha ertesi haftaya kadar başka bir türlüsünü tasni ederek enzar-ı ammeye atıyorlar. Herkes bunların hangisine inanacağında şaşırıp kalıyorlar.
- Pek alâ senin daha sahih bir havadisin var mıdır? - Elbette.
- Öyle ise söyle bakalım. Şerait-i sulhiye neden ibarettir?


- Şerait-i sulhiyeye dair daha haber yok dedik a kalın kafalılık lazım değil söylediğim sözü bana tekrar ettirme.
- Pek iyi. Tesalya’ya dair işittiğin nedir geri verilecek mi verilmeyecek mi !

- Tesalya’nın geri verilmesi için yalnız Almanya dışarıda olarak umum devletler tarafından Bab-ıaliye bir nota gönderildi. Bu notada şiddetli sözler istimal edilmiş ise de zerre kadar tesir hasıl etmedi.
- Zât-ı Şahane Tesalya’yı geri vermeyeceğine Dîn-i Mübîn-i Ahmedî üzerine büyük bir teminat vermiş. Sadrazam dahi öyle bir muahedeyi kattiyyen imza etmeyeceğini yemin ile arz etmiştir. Vükelâ bu babda bir ittifak-ı tam ve kemâl-i germî ve ihtimâm ile süferânın teklif-i şedîdelerine o sûretle müdâfaada devam etmektedirler.
- Oh, oh, ne güzel havadis. İnsanın ruhuna inbisât bahş ediyor. Ey, Yunan Hükümeti, halâ Tesalya’yı geri istemekten vazgeçmiyor mu? Varsın Yunan istesin dursun, onun sözüne kim ehemmiyyet verir.
- İşte Avrupa Devletleri, baksan a, muttasıl ısrar edip duruyorlar.

- Onda iş var. Şayet gevşek duracak olur isek, işi becereceklerdi.

- Halbuki... halbuki umdukları gibi gevşek değil, bilâhare pek sert buldular.

- Şu şerâit-i sulhiyyeye de nihayet verile idi de herkesler o gaileden de kurtula idi. Bîçâre Müslümanlar günde bir avuç kan yutarlar. Acaba nasıl olacak diye kederlerinden işlerine-güçlerine bakamıyorlar. Müzâkere-i sulhiyye uzadıkca Yunan

128


bu tarafta hapı yutuyor. Çünkü askeri açlıktan günden güne perişan olup gidiyor.

Atina’da heyecan sâat-be-sâat tezâyid ediyor.

- İşittiğim sahih ise, Arnavudlar da deniz dalgası gibi ihtilâle hazır duruyorlarmış. - Evet! Tesalya iade edilecek olursa isyan edeceklerini bar bar bağırarak
söylüyorlarmış.

- Ethem Paşa da galiba istifa etmiş.

- Ethem Paşa’nın istifasına sebep var. - Acaba niçin istifa etmiş?
- Efendim Tesalya Yunan’a verilecek, hayır verilmeyecek, gibi sözler asker içine yayıldığından ordunun helecanını, heyecanını teskine muktedir olamayacağını anlayarak “Ya bu Tesalya kıtası iade edileceği meselesi ortadan kalkmalı yahud istifanamemi kabul etmeli” demiş Arnavudlar da “Tesalya geri verilecek olursa tekrar hücum ederek yine alacağız” demişler. Elhasıl Tesalya verilirse iş fena.
- Madem ki Zat-ı şahane vermeyeceklerini temin etmişler, sadrazam hazretleri de tabiiyyet buyurmuşlar, vükelâ da bu meselede müttefik-ür-rey bulunmuşlardır. Tesalya geri verilmez.
- Elbette, Avrupa devletleri istedikleri kadar inatlarında, ısrarlarında devam etsinler.

Onlar hep bir ihafeden ibarettir. Öyle ayak patırdısıyla pabuç bırakılmamalıdır.

- Kokonoz! Lord Selisbury avam kamarasında ettiği nutukta Tesalya’nın iadesi için

kuvve-i cebriye istimâl olunacağını ima etmiş buna ne diyelim!

- Ne diyeceksin, hiç Ermeni meselesinde Mösyö Gıladiston da az mı inat etmiş idi. Müslümanlar hakkında etmediği uzviyyat-ı müfteriyat kaldı mı? Ne yapabildi zırladı zırladı nihayet bir iş göremeyeceğini anlamasıyla beraber sesi çekildi. Lord Selisbury da istediği kadar söylesin bir gün olup ağzını kapayacak olan bir kuvvetli eli kaldırmaya muktedir olamayacağını anladığı gibi o da selefine tabiyyeten sükûnetin


129

musiki yerine kaim olacağını derk ederek susacak. Hey babam! “Laf ile pilav ola idi deniz kadar yağ verirdim.” Her söylenen icra edilmiş ola idi, her sözde ağızdan dirhem ile çıkması lâzım gelirdi. Ben şimdi meselâ başına bir yumruk vurursam seni yerin dibine geçiririm desem sahiha mı dinleyeceksin?
- Lâkin senin sözünle onların sözünde pek çok fark vardır. Zira onlar yüksek mevkilerde bulunuyorlar.
- Pek alâ bende sözümü söyleyeceğim vakit minareye çıkarım. O zaman sözümün

hükmünü icra edeceğimi itimad eder misin?

- Hayır a birader. Yüksek mevkiler dediğim makamat-ı aliye eshabındandırlar demek istedim.
- Neden olurlarsa olsunlar. Onlarında söz ağızlarından çıkar tepelerinden çıkmaz a. - Öyle ama!....
- Ey artık uzatma. Onlar da insan bende. Herkesin sözü de kendi haysiyet ve itibar ve iktidarına göredir. Ben bir kişi hakkında söylüyorum lâkin onlar milyonlarla insanlar hakkında söylüyorlar. Ben bir kişi hakkındaki sözümü icraya muktedir olamadığım gibi onlar da benim gibidirler.
- Lâkin Kokonoz nasıl oldu ki; dostumuz olan Rusya Tesalya’nın Yunan’a ilhakı için devletler tarafından Bab-ıaliye gönderilen notayı imza ederek dostunun düşmanı olan devletlerin fikrine hizmet etti! Bunu düşündükçe çıldıracağım geliyor.
- Hiç vazife bile edinme. Zaten Rusya’nın en sonra böyle bir hareketde bulunacağını

dünya bilirdi.

- Lâkin Rusya notayı imza ettiyse iş fenalaşmaz mı?

- Neden fenalaşsın? Rusya’yı sanki dünyayı bir hamlede yutacak bir ejderha mı hesap ediyorsun? Müdahele edip de ne olacak? Osmanlılar sivri sinek değillerdir ki Rusya bir vurmada beş tanesini ezebilsin.


130
- Vakıa orası öyle….

- Orası da öyle burası da. Rusya notayı imzaladıysa Osmanlıların kendi hakkındaki hüsn-ü zannını bütün bütün selb etmekten başka hiçbir şeye yaramadı.
- Kokonoz tabii senin her şeyden malumatın vardır. Bu Rusya’nın dostluğuna ne mana verirsin?
- Birader! Dostluk kolay değildir. Rusya bizimle hiçbir vakitte dost olamaz. Şimdiye kadar gösterdiği muhabbet hep kendi menfaatine hizmet için idi. Bu güne kadar güç ile sabredebildi, nihayet Tesalya kıtasının iadesi meselesinde kârımıza değil bilâhare zararımıza hizmet ettiği notaya koyduğu imzasıyla isbat eyledi. İşte dostluğu bundan ibaret. Hatta bugün Rusya bize ufacık bir menfaat göstermiş olsa emin ol ki tahtında bize gösterdiği menfaatin belki de yüz misli kendisi için hazırdır elhasıl Rusya Osmanlıların hiçbir vakitde gözlerinin açıldığını istemez anladın mı?
- Hay anasını be! Demek bu herifin yüzü dost kalbi düşman ha?

- Buna kata şüphe etme. Doğru bir söz olmak üzere diyebilirim ki; Rusya’nın ittifakı

bizim için nimet değil nekbetdir. Çünkü dostluğu “samana ağaç saplamaya benzer.”

- Öyle ise politikayı tebdil etmeli.

- Orası bizim bileceğimiz şey değildir. Sen bana Rusya’nın dostluğunu sordun cevap verdim öte tarafına karışmam. Çünkü o politikanın iyiliğinden fenalığından ben mesul değilim. Orasını ser-i kârda bulunanlar düşünsünler.
- Fakat Golos’dan bir mektup mu varmış ne imiş kulağıma öyle bir havadis gelmiş idi.
- Evet Golos kaymakamı Enver Paşa’ya Tesalya’nın iade edilip edilmeyeceğine dair sorulan suale mumaileyh “kılınç ile tekrar aldıkları bir memleketi, yani- bedelini Türk kanı olarak tediye ettikleri bir yeri Türklerin tahliye edebilecekleri tahayyül olunmamalıdır. Eğer devletler tahliye meselesinde ısrar ederlerse Edhem Paşa ordusu


131
ihtilale sevk edilmiş olur” cevabını vermiştir. İstanbul’dan gelen bir mektupda ise deniliyor ki; “Eğer Tesalya kıtasını düşmana verirse hükümet-i Osmaniye’ye karşı isyan ederek başlarının çaresine bakacaklarını Arnavud rüesası Zat-ı şahaneye telgrafnamelerle bildirmişlerdir.
- Başka?

- Efendim bir havadis daha varsa da şimdilik onu söylemekde mazurum.

- Aman Kokonoz!

- Hayır! Çok sancı çekmede beyhudedir. - Ne zaman?
- Gelecek nüshamda.

(Kokonoz, S. 17, 09 Temmuz 1313/21 Temmuz 1897)



11) (Utanmıyorlar)

Yunanlılar mahv ve perişan oldukları halde yine mağlub olmadık demekten. Fransızlar enselerinde binili olan Almanları bir türlü def etmedikleri halde Yunanlıları istishaba kalkışmaktan.
İtalyanlar Habeşlilerden yedikleri sille-i tedib ile sersemliklerini savışdıramadıkları halde Yunan sersemlerinin akıllarını başlarına getirmek için çare-i deva aramaktan. Rusyalılar bir taraftan Devlet-i Aliye-i Osmaniye’ye kendilerini samimi tanıttırmaya çalıştıkları halde diğer taraftan üç devletin hukuku Beynet-düvele mügail olarak Tesalya kıtasının Yunanistan’a ilhakı hakkında Bab-ıaliye gönderdikleri notaya vaz-ı imza etmekten.

132
Yiyecek ekmekleri bile kalmadığı halde açlıktan nefesleri kokan Yunan Jaj havayılarının(?) tekrar harbe müheyya oldukları hakkında Atina gazeteleri bendler yazmaktan.
Postahane memurları her taraftan gönderilen gazetelerin iyilerini ceviz gibi seçerek

yanlarında alıkoyup da abonmanları intizarda bırakmaktan.

(Kokonoz, S. 17, 09 Temmuz 1313/21 Temmuz 1897)




12) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz, bu hafta ne havadisler aldın? Bize de malûmat ver.

- Birader! Aldığım havadisler karmakarışık. Telgraflar başka yolda, gazeteler başka

yolda. Hangisine inanmak lâzımgeleceğini doğrusu ben de şaşırdım.

-Telgraflar ne diyor, gazeteler ne yazıyor. Tesalya’ya dair birşey söylüyorlar mı? -Efendim, telgraf havadisleri diyor ki; Tesalya’nın iadesini güya Zât-ı Şahane irade
etmiş ve süfera bu iradeyi kabul ederek ilânını teklif eylemiş. Hattâ ilân edildiği zaman Bahriyyeliler birtakım nümâyişatda bulunduklarından iki yüz kadarı taht-ı tevkife alınmıştır.
- Tahliye etmişler mi?

- Hayır! Tahliye için bir vakit tayin edeceklermiş.

- Pek alâ, gazeteler ne diyorlar?

- Ha! Gazeteler bak ne diyorlar: Devletler tarafından Bâb-ıali’ye bir nota gönderilmiş, bu notada Tesalya’nın mücerred terk ve tahliye olunması kattiyyen teklif olunmuş, ve Almanya tarafından dahi doğrudan Zât-ı Hazret-i Padişahi’ye bir nâme gönderilerek Tesalya’yı terk etmediği halde kuvve-i harbiyye istimâl edileceği Devletlerce takarrur ettiğinden; kendisinin de tabîî bu ittifakdan ayrılamayacağını ve artık böyle altı Devlete karşı müdâfaa etmek fikrinde bulunmak muvâfık-ı maslahat


133


olamayacağından, zarûrî süferânın teklifini kabûl eylemesini tevsiye ve beyan eylemiş ve bunun üzerine Zât-ı Hazret-i Padişahi dahi Düvel-i müşârü’l-leyhime bir nâme tastir ederek hududun bârî Cezâlı Dere nâm mahalden tefrik edilmesini teklif ve beyan etmiş ise de; Devletler bunu da reddeylemiş ve fakat Bâb-ıali, Devletlerin bu babdaki fikirlerinin tervîcine muvâfakat edip etmediği malûm değil imiş.
- Hep gazeteler bu yolda mı söylüyorlar?

- Rum evrak havadisi bunun zıttıdır. - Ne gibi?
- Efendim Rum evrak havadisinden birisi Yunanlıların ileride yine böyle bir tecavüzlüğe cesaret etmeleri piş-i nazar-ı dikkate alınarak müstahkem dağ ve tepelere sığınıp da beyhude yere Osmanlılara müdafa etmesinler için Tesalya’nın sahra cihetinden bir miktar mahal tefrik edilerek Yunan’a terk olunmuş ve en güzel cihetler Devlet-i Osmaniye’ye ayrılmış diyorlar.
- İşte burası akmazsa da damlar. En müstesna sırtlar ve en cesim şehirler ki Yenişehir, Tırhala, Tırnava, Golos Osmanlılara kalmış demek olduğundan pek de zararlı değiliz değil mi Kokonoz?
- Eğer sıhhati varsa nim-el-matlub lâkin yalan çıkarsa.

- İnşallah yalan çıkmaz. Fakat benim aklım şurada duruyor ki; Avrupa devletleri böyle harb ile zabt ve teshir edilen bir kıtanın tekrar istirdadına bu kadar ısrar etmelerinin esbabı nedir? Rusya bizimle harb ettiği zaman zabt ettiği mülkümüzden bize kaç karış yer verdi?


- Doğrudur lâkin…

- Lâkin dediğin ne olacak !

134


- Efendim lâkin dediğim gazeteler diyorlar ki; eğer sıhhati varsa harbden mukaddem zat-ı hazret-i Padişahinin iradesi üzerine Bab-ı Ali tarafından devletlere gönderilen bir notada güya Yunan’la yer zabt eylemek değil onu terbiye için harb edileceği beyanolunduğundan o notayı devletler şimdi ellerine senet makamında tuttuklarından ona istinaden ısrar ve iddialarında devam ediyorlarmış.

- Böyle bir notanın gönderildiğine sen inanıyor musun?

- Senin bu babda fikrin nedir?

- Ben böyle şeye saniadır derdim. Hem ne gazetelerin ne de telgrafların şarlatanlıklarına itimat etmem. Hele iade olunduğu ilan edildi cümlesi yok mudur? İşte onu bütün bütün reddederim.
- Benim fikrimi sorarsan bende öyle derim çünkü Tesalya’nın iadesi hakkında arada çıktığı maddesi sahi olsa bile Bab-ıali’nin buna muvafakat edip etmediği ve daha doğrusu edip etmeyeceği daha malum olmadığından şayi olan havadislerin sıhhatine ben hükmedemem.
- Lâkin Kokonoz Almanya’nın ibtidaları Osmanlı taraftarı görünerek şimdi böyle

teklifte bulunmasına ne mana veriyorsun?

- Efendim Almanya sair devletler gibi Tesalya’nın terki hakkında bir iddia ve ısrarda bulunmadı. Ancak devletlerin bu yoldaki inatlarını ve hükümet-i seniye-i Osmaniye aleyhine kuvve-i cebriye istimâl edeceklerini Zat-ı hazret-i padişahiye ihbar ederek Tesalya terk olunmadığı halde işin şöyle bir renk kesb edeceğini ve siyaset nokta-i nazarından kendisinin de bu devletlerin kararına karşı ruy-ı muhalefet gösteremeyeceğinden bahsederek meseleyi hüsn-ı surete ifrağ etmeye çalıştı.
- Lâkin Kokonoz. Şimdiye kadar Osmanlı devleti üzerine böyle altı devletin hücumu

işitilmiş vukuattan değildir.

- Orasında pek büyük yanlışın var.


135

- Neden? Hiç böyle bir şeyin vukuunu biliyor musun?

- Osmanlıların Kosova muharebesini tarihte okumadın mı? - Kosova muharebesinde böyle bir şey oldu mu?
- Kosova muharebesindeki: Cennet mekan “Yıldırım Beyazıd Han” zamanı idi. Umum devletlere karşı ki buna ehl-i salib tabir ederler. İşte o zaman edilen savlet-i kahramanane-i Osmaniye’de Bayazıd Han at üzerinde olarak askerle beraber bulunuyordu. Umum asker birbirine girdiği zaman padişahın ensesine düşman tarafından bir şeşber vurularak attan aşağı düşürülmüş idi. Osmanlılığın ulviyet-i şanına can feda-karane say ve gayret ve sarf-ı himmet buyuran padişah atından düştüğü anda tekrar yerinden fırlayarak kemal-i metanet ve şecaatle hayvanın dizginlerini yakaladığı gibi berk-i hatıf hasa atına süvar olmuş ve bir sada-i gazanferane ile askere hitaben “Korkmayınız evladlarım bir şey olmadım. Arş ileri.” Sözlerini tekrar alet-tekrar askere ilân etmiş ve hemen arş-ı azamı titretircesine çıkan Allah Allah sadasıyla düşman üzerine şiddetli hücumlar devama başlamış ve inayet-i rabbaniye ve mesai-i insaniye ile umumunu da münhezim ve perişan etmiş idi.
- Demek bu birinci defa değil ha!

- Osmanlılar esas devleti gölgesinden korkarak bucaktan bucağa saklamakla, düşmana karşı izhar tezellül ve iftikar göstermekle değil, Kemal-i şecaat ve besaletle düşmen ortasına atılarak “ya gazi ya şehid” ümidiyle Cenab-ı Hakkın emir ve fermanını icraya çalışarak tersin ve tahkim ettiler. Müslümanlığı yalnız şarlatanlıkla değil faaliyetle isbat eylediler. İdare-i devleti zencir istibdad ile bağlamadılar. Onlar malen bedenen sarf-ı mesai ve himmet ettiler. Çaylar kadar kanlar döktüler. Ecsad-ı şüheda ile sahralar, meydan-ı ma-rekeler doldurdular kişverler feth ettiler de bize hazırladılar. Acaba o şüheda-yı fisebilillahı bir kere olsun rahmetle yâd etmek bizimde hatırlarımıza geliyor mu? Heyhat!!!


136


- Pek doğrudur Kokonoz. O zaman onlar da olan ittifak ve ittihada muhabbete karşı bu zamanda bizde de bir iftirak ile buğz ve adavet peyda oldu.
- Öyle ise evvelâ biz kendi kendimizi ıslaha çalışalım da sonra muzafferiyet, mesudiyet isteyelim. Bir kere halimize dikkat et bir memlekette bulunan dört buçuk islâmın yarısı enine yarısı da boyuna çekiyor. İki kişi bir tarafa otursa mutlak yekdiğerinin aleyhinde beslediği fikr-i garazı beyan ile nasıl edip de bir fenalık yapacağını bir lisân-ı kin ve garazla ortaya koymakla vakit geçiriyor. Bu hal ile hala terakki arzu ediyoruz, Hala ittihad-ı islâm vücuda getirmeye çalışıyoruz. Birimiz diğerimizde olan kinini garazını icra için bir takım vasıtalar aramakla uğraşmakla terakki cihetini düşünmeye vakit bulamıyoruz. Ahali islâmiye arasına bir tefrika, bir nifaktır düştü. Allah encamını hayır eylesin.
- Kokonoz düşmanlarımız da çoğaldı.

- Çoğaldı ne demek birader. Elhamdülillah ahval-ı alemin ne yolda ceryan ettiğine vakıfız. Bu kadar kanlar dökerek zabt ve teshir ettiğimiz yerleri zor ile elimizden alıyorlar da müdafa hususunda bir tedbire müracaat edemiyoruz. Altı devlet bizi mahv etmek daiyesine düştüler. Tesalya’yı katiyen istiyorlar, vermezsek kuvve-i cebiriyye istimaline kalkışacaklarını söylüyorlar, vahi tehditlerle bizi yıldırarak istediklerini icraya çalışıyorlar! Osmanlıların sayesinde devlet namını alan hükümetler şimdi o Osmanlıları eyyadi-i mütegallibaneleri altında meskinane yaşatmak istiyorlar. Bu babda bize de yakışan onların o hareketlerine mukabele-i bil- misil değil midir? Ne vakte kadar Avrupa’ya karşı izhar-ı tezellül ve iftikar edip duracağız! Aktar-ı cihanda bulunan üçyüz milyon millet-i islâmiyenin yüzde doksan dokuzu idare-i ecnebiye altında oldukları halde cümlesi de hilafet’-i kübra-i islâmiyeye merbutdurlar. Neden korkacağız? Ölümden mi? Ondan hiçbir vakitde yakayı kurtaramayız. Bari böyle ayaklar altında ezileceğimize bir gün evvel ya mavh


137


olup gitmeli veyahud din-i ahmeddiyyi duçar olduğu bu inkırazdan kurtarmalıyız? Tesalya’yı Yunan’a verelim imiş ne için? Biz Avrupa devletlerinin emrinde mi yaşıyoruz, yahud yaşayıp gidecek miyiz? Onlardaki silah hamd olsun bizde de yok değildir. Askerlerimizin şecaat ve
besaletlerini aleme karşı izhar eyledik. Donanmamız mı noksandır? Arzu edildikten sonra o da ıslah edilir. Onlardan fazla olarak bizim başlıca istinad ettiğimiz mevaid-i ilahiyemiz de vardır. Cenab-ı hak bu Ümmet-i Muhammedi kökünden mahv u nabud etmez. İslâmiyet kıyamete kadar bakîdir. Elbette sebat edip Tesalya’nın bir karış yerini vermemeliyiz. Ama devletler bize ilân-ı harb edeceklermiş, zaten Müslüman olanların en büyük arzusu da budur. “Kırk sene ölmekten bir an ölmek daha hayırlıdır.”
(Kokonoz, S. 18, 23 Temmuz 1313/04 Ağustos 1897)




Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:43

- Pek tuhafsın Kokonoz. Hiç insan meraktan patlar mı? O söz lafzî murattır.

- Patlar ya patlamaz mı? Geçen gün ben bir mübahezede koca kafalı bir herifi hazır

kaldı hiddetinden patlatırdım. Ama ne kafa görmeli idin bir kazan paça olur. - Öyle ise o adamın aklı çok idi değil mi?
- Vakıa kafası hamam kubbesi kadar ama içi su kabağı gibi bomboş. - Öyle ise cahil olmalı idi.


138


- Ey beni de öyle patlatmak mı istiyorsun?

- Hayır seni ben patlatacak değilim sen meraktan patlayacaksın. - Öyle ise bir şey bilirsen bari söyle de beni meraktan kurtar.
- İstediğin ne bir kere onu söyle bakalım

- Canım bu sırada senden ne havadis isteyeceğim bilmiyor musun? - Hayır!
- Aman birader alemin dört göz ile beklediği şerait-i sulhiyenin neticesiyle Tesalya

kıtası meselesinin ne renk kesb ettiği değil midir?

- Ha demek hemen kapıdan içeriye girip de “ne var ne yok Kokonoz” dedin mi şerait-i sulhiye ile Tesalya kıtası meselesine dair ne havadis bilirsem besmeleyi çekerek başlamalıyım öyle mi?
- Tabii.

- Pek alâ! Sualin başka şey ise !

- O zaman bende maksadımı izhar ederim.

- Öyle ise şimdi şerait-i sulhiye ile Tesalya meselesine dair havadis mi istiyorsun? - Evet.
- Pek alâ! Dinle: şerait-i sulhiye muahedesi imza edilmiş. - Tesalya bize kaldı mı ?
- Ne aculsun be adam lakırdıyı ağzımda bırakırsın sus bakalım bende ne

söyleyeceğimi bileyim.

- Peki peki darılma Kokonozcuğum. Afv et artık dinleyeceğim.

- Her vakit böyle yapıyorsun bir gün ağzımdan fena çıkacak da sonra hiç havadis

alamayacaksın.

- Bir defa daha seslenirsen ne istersen yap. Şimdi nerede kalmış idik? Ha ! - Şerait-i sulhiye muahedesi imzalanmış demiş idin evet sonra?


139


- Bu muahedede Tesalya’ya dair harf-i vahid yoktur. - Demek Tesalya bize kaldı.
- Almanya’nın yardımı ile yuttuk gitti.

- Neyi Tesalya’yı mı ? - Öyle ya.
- Almanya bu babda bize ne yardım etti.

- Almanya hem bize yardım etti hemde kendi milletinin menfaatine. - Ne gibi ?
- Tesalya’nın Yunan’a iadesini devletler ısrar etmiyorlar mı idi?

- Evet! Hem de son derecede, hattâ kuvve-i harbiyye istimâl edeceklerini beyan

etmeğe kadar varmışlardı.

- İşte müttefiken olan şu ısrara karşı Almanya’nın bî-taraf kalması muvâfık-ı siyaset düşmediğinden onun da o ittifakdan ayrılamayacağı tabii idüği cihetle, geçen nüshamda beyan ettiğim vechile Zât-ı Hazret-i Padişahi’ye bir nâme takdim ederek Tesalya’nın iadesini tavsiye etmiş idi. Bunun üzerine Bismark gibi diplomatlar yetiştiren bu devlet düşüne düşüne ortaya bir iş çıkardı ki, artık bundan büyük bir diplomatlık olamaz.
- Aman ne yaptı?

- Efendim, Devletlere bir nota göndererek dedi ki: Tesalya’nın terkini Osmanlılara kabul ettirdik lâkin tazminât-ı harbiyyeyi Yunan’ın hemen tesviye etmesi iktiza ediyor. Halbuki Yunanistan’ın mâliyesi bu vazifeyi icrâya muktedir olamadığı gibi farz-ı muhâl olarak olsa bile, bu aralık Almanya dayinleri ayaklandığından evvelâ onların alacakları tesviye edilmek ve bade tazmînât-ı harbiyyenin çaresine bakılmak lâzım geliyor. Osmanlılar ise tazminatı almadıkca Tesalya’yı terk ve tahliye etmeyecekleri gibi, bizim de icbar etmekliğimiz mesleğimize bütün bütün mugayir


140


düşeceğinden tazmînât-ı harbiyye tediye olununcaya değin, Osmanlıların Tesalya’yı işgal-i askeri altında bulundurması tabii görünüyor.
- Devletler buna karşı ne cavap verdiler?

- Böyle doğru bir söze ne yolda cevap verilir! - Keyiflerine muvafakat etmezler
- Etmezler mi? Sen galiba siyaseti maskaralık zannedersin.

- Muvafakat etmezlerse yani ne olabilir. - Onu öğrenmek mi istersin?
- Öyle ya bir şeyi tamam anlamalıyım.

- Anlayanın bu yoldaki teklifini eğerçi devletler kattiyen kabul etmezlerse o zaman Almanya ittifaktan çıkar. Bir kere altı devletin birisi ittifaktan iftirak etti mi teşebbüsatları da esasından mahvolur gider.
- Neden? Ötede daha beş devlet vardır onlar bir iş göremezler mi? - Hayır göremezler.
- Neden?

- Harb-i umumiyi intac eder de ondan.

- Acayip şey neden harb-i umumiyi intac etsin?

- Ah ne yapayım meram anlamazsın ki sende tıpkı o kalın kafalı eşek herife

benzersin.

- Be adam! Devletler Tesalya’nın iadesi için bu ittifak-ı umumiyi husule getirinceye kadar neler çektiler acaba içlerinden iki veya üç devlet ittifak ederek bu icbarı edemezler mi idi? Acaba niçin etmediler de umumun ittifakını hasıl etmeye çalıştılar. Çünkü birisi ittifaka dahil bulunmazsa o zaman harb-i umumiyi intac eder. Ez-cümle şimdi Almanya Fransız’ın adüvv-i ekberidir. Bu iki devletin birisi ittifaktan hariç bulunursa diğeri de bi taraf bulunacaktır. Zira birini daima ötekinin gölgesine


141


basacaktır. İşte hepsi de böyledir bunun için birisi ittifaktan ayrıldı mı ötekiler hiçbir

iş göremezler.

- O halde Almanya’nın teklifini kabul etmeleri zaruridir.

- İsterlerse kabul etmesinler. - O zaman ne olur?
- O zaman Tesalya lâkırdısı da ortadan kalkar vesselâm.

(Kokonoz, S. 19, 06 Ağustos 1313/18 Ağustos 1897)




14) (Başlıksız Makale)

- Yunanistan maliyesi kontrol altına alınacak olursa Kral terk-i hükümet edecekmiş. Hobbala.
Atina’da ahali açlıktan bağırsak sancılarından kıvrım kıvrım kıvranıyorlarmış. Aleyhi mayhestehak.
Muharebe’de telef olan Yunan askerlerinin hesabını bulamadığından dolayı baş kumandan cenabları teessüf ediyormuş.Tekrar saysın.
Yunanistan maliyesi kontrol altına girerse Mösyö Rali cenabları intihar edecekmiş.

Şimdiye kadar durduğu kabahat!

Vasu cenabları yolda giderken ayağı taşa çarparak yüzü üstü düştüğü gibi ön

dişlerinden altı tanesi birden kırılmış. Nöbet kafasına geldi.

Yunanistan borcuna mukabil zırhlı sefineleri següstro edeceklermiş. Öyle ise o

beladan kurtulacak.

Jör cenabları Osmanlı tarafından zabtedilen toplarla mühimmat-ı harbiyye ve erzak

için döktüğü gözyaşlarına mendil dayandıramıyormuş. Bir mağaza icar etsin. (Kokonoz, Sayı:19, 06 Ağustos 1313/18 Ağustos 1897)


142


15) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz yalnız esbab-ı siyaset günde bir tarafa dönüyor! Bugün alınan haberleri yarın gelenler köküyle havaya savuruyorlar! Bu haftaki şu gazetelere bakıyorum da hiçbir fikir hasıl edemiyorum! Kimisi Tesalya iade olunacak der, kimisi Girid meselesi hitam bulununcaya kadar bu işte yüzü üstü kalacak demekte ısrar eder durur. Bende bilemiyorum ki hangisine inanacağım. Hariciye nazırı Tevfik Paşa
süferaya yine bir takım teklifatta bulunmuş bu teklifatın neden ibaret olduğuna kimse

vakıf değil. Girid meselesine dair Osmanlı gazeteleri birçok dolaylı şeyler yazıyorlar. Elhasıl ortalık karma karışık bir halde bakalım bizim arkadaş gelsin de ne havadis var.
- Ne okuyorsun Kokonoz arkadaş seni bugün pek dalgın görüyorum korkarım bir kederin var.
- Bir saat vardır ki şu gazeteyi elime aldım okuyorum hiçbir fikir hasıl edemedim. İşler pek kapanık bir halde devam edip duruyor. Anlaşıldığına nazaran sahne-i siyasette bir oyundur oynanıyor ama bu oyunun son perdesi ne zaman ne netice ile kapanacak bir türlü keşif olunmak mümkün olamıyor.
- Girid diyordun Girid meselesinin Tesalya’ya ne şümulu var?

- Bende onu düşünüyorum Girid itişaşatının ıslahını düvel-i muazzama deruhde eylemişler idi. Şimdiye kadar bir iş göremediler beyhude Cezire’yi beklediler durdular. Bab-ıali bu hali görünce seksen sene daha bu suretle dursa iş netice pezir olamayacağını ve İngilizlerin Girid meselesini de Mısır meselesine döndüreceğini anlaması üzerine sadr-ı sabık üphetlu devletlu Cevad Paşa hazretlerini oraya vali nasb etti. Taşra’dan Cezire’ye varid olacak ve Cezire’den Taşra’ya keşide kılınacak bilcümle telgrafların kendisine gösterilmedikce keşide olunmaması ve gelenlerin de

143


sansürlerin enzar-ı tedkik ve tecessüsünden geçmedikce sahiplerine ita edilmemesi

hakkında telgraf müdüriyetine şiddetli emirler verdi.

- İşte bu suretle Taşra’dan vuku bulmakta olan teşvikat-ı mefsedet karanenin önünü

aldı.

- Düvel-i muazzama amiralleri buna karşı bir itirazda bulunmadılar mı?

- Evet bulundular ama Cevad Paşa kulak asmadı. Amirallerin sözü hasır altına geçti.

- Demek Cevad Paşa hazretleri işi yoluna koyacak gibi görünüyor ha?

- Cesareti biraz daha arttırır ve Bab-ıali de cesaretine medar olacak emirler verirse

çok sürmez Girid meselesi bütün bütün münderih olur.

- Pek alâ! İşte Girid işi bu suretle hatime-pezir oluyor bunun Tesalya meselesine dokunur neresi vardır ki; “Girid işi bitmedikten sonra Tesalya maddesi hitam bulmayacak diyorsunuz.”
- Ben demiyorum gazeteler yazıyor.

- Ben işittim Tesalya meselesi hitam bulmuş yalnız tazminat-ı harbiye maddesi

kalmış.

- Ben şu ihtiyar aklımla gazetelerin gidişinden, telgrafların verdiği malumatdan çıkardığım fikri sana söyleyeyim de bir kere dikkat et bakayım muvafık-ı akıl ve hikmet midir?
- Pek alâ buyurun.

- Şimdi Devlet-i Osmaniye Almanya’nın tavsiyesi üzerine Tesalya’yı tekrar Yunan’a iade ederek öte tarafını Almanya’ya terk etti. Almanya ise sözünün bilâ tereddüd ve bilâ itiraz kabul olunduğuna fevkâlâde memnun olarak Osmanlılara bir yararlık daha göstermek ve millet-i islâmiye nezdinde samimi bir Osmanlı muhubbi olduğunu isbat ederek bütün müslümanlara kendini sevdirmek ve şöyle bir hizmetten dolayı namını Osmanlılara her zaman yâd ettirmek istedi. Düşündü taşındı, en kuvvetli tariki


144


Almanya dainlerinin alacaklarını temin etmek cihetinde buldu ki; bu vesile ile uzun müddet ve belki de ilel-ebed Tesalya kıtası Osmanlıların taht-ı işgalinde kalacaktır. Bu fikrine kuvvet verdikten sonra keyfiyeti düvel-i muazzamaya bildirecek Yunan varidatının bir kontrol altına alınmasını teklif eyledi. Ve teklifini de kabule muvaffak oldu.
- Lâkin Yunan, varidatını kontrol altına almaya razı olmuyormuş.

- Razı olmuyor doğrudur lâkin çocukcasına bir harekettir. Çünkü altı devlet sözünü yürütecektir. Hele Yunan biraz daha ısrar eder de devletleri bu hususda gücendirecek olursa o zaman iş Yunan için pek fena olur.
- Ne gibi fena olur?

- Devletler gücenirse işten el çekerler, o zaman Osmanlıları Tesalya’dan çıkarmak müşkül değil muhal olur. Tazminat-ı harbiyeyi de istediği gibi imza ettirir. Etmezse tekrar harbe devam ederek Atina’ya kadar gider,Yunanistan’ın namı da ortadan kalkar. Palikaryalar da o müşkilattan kurtulur gider.
- Ya devletler bu dereceye razı olurlar mı?

- Ne yapsınlar? Yunan söz anlamaz bir devlet. Çektiler gelmedi, ittiler gitmedi.

- Bırakacak değiller mi?

-Ne kadar bıraksalar milliyet hasebiyle bütün bütün ezdirmezler sanırım. Çünkü bir telgrafda birçok Avrupalılar Yunan’ın matlûbu olan istikrâzı tedarik ile meşguldürler diyor. Bundan da anlaşılıyor ki; Avrupalı bu işe dört el ile yapışmaktadırlar.
- Dört değil sekiz el ile yapışmış olsalar, madem Almanya ortada döner, arzu ettikleri

işi göremeyeceklerdir.

- Demek bugün Yunan tazminatı verecek olursa Tesalya’dan çıkmaya mecbur

olacağız öyle mi?

- Acelen ne ya. Yunan’ın tazminatı verebileceği aklına geliyor mu?



145
- İhtimâl ki verir.

- İhtimâli muhtemeli kalmadı; Yunan patlasa bu tazminatı veremez. - Delilin nedir?
- Delil mi istersin? Yunan’ın bundan evvel Tesalya’da idaresi altında bulunduğu halde senevî sekiz milyon Frank varidatından masrafı fazla idi. Şimdi ise varidatı otuz milyon frank raddesindedir ki bir-buçuk Osmanlı altını demektir. Bu bir-buçuk milyonla inzibât-ı memlekete lâzım olan askeri mi besleyecek, me’mûrîn-i hükûmete mi verecek; yoksa maârifine ve sâir birtakım umûr-ı mühimmeye mi sarf edecek; yahud Almanya dayinlerinin alacaklarını tesviye ettikten sonra artıracağı para ile mi tazmînât-ı harbiyyeyi te’diye edecek. “Görünen köy kılavuz istemez.” İşte Yunan’ın hali! Bu hâl ile tazmînât-ı harbiyye vermek mümkün müdür?
- Hayır!

- Öyle ise Osmanlıların Tesalya’dan çıkmasına da hayır. - Aferin Kokonoz, şimdi memnûn oldum.
- Öyle ise ısmarla!

(Kokonoz, S. 20, 20 Ağustos 1313/01 Eylül 1897)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Google [Bot] ve 5 misafir